Kemal Can yazdı: “Kaçış planı”na bir de böyle bakılabilir

“Şimdi birileri çıkıp ‘Aç kaldık’ diyor. Ya vicdansızlık yapma, ne aç kaldın. Aç kalan falan yok”. Erdoğan, bu sözlerle kendi tabanı tarafından hissedilen sahici sorunları görmezden gelme tavrına güçlü biçimde geri döndü. Üstelik buradaki özne, durumu abartan (yaygara yapan) muhalefet değil, yine doğrudan seçmen. Böyle şikayetleri dile getirenlere dönük “şükürsüzlük” sitemini bir üst seviyeye çıkartmak, nankörlük ve hainlik suçlamasını da devreye almak diyebiliriz. Krizi geçici bir durum olarak tarif etmek, etkilerinin hem artması hem uzayacağının anlaşılmasıyla giderek zorlaşıyor. Gözlerdeki ışıltı, sabır telkini ve sürekli ertelenen “düzelme miladı” artık yatıştırıcı olmadığı gibi kendileri rahatsızlık kaynağı haline gelmiş durumda. Bahçeli’nin “sorun varsa bile kaynağı dış ve iç düşmanlar” veya “ekmeği sonra buluruz, önce beka” savunmasının tek başına yeterli olması da hayli güç. Ancak Erdoğan’ın bir süredir biraz geriye çektiği “inkar” söylemine dönmesinin, Kılıçdaroğlu’nun iddialarıyla bir bağı var sanki. Kurulan düzenin, çıkar ilişkilerinin doğrudan Erdoğan’a, ailesine, yakın çevresine uzanması bu refleksi harekete geçiriyor. İşler nispeten iyi olduğunda, en azından böyle sunulabildiğinde “… ama yapıyorlar” toleransına güvenmek mümkün belki. Fakat yastık altına uzanan fedakarlıklar istendiğinde ABD’ye giden dolarları, “barınamayanlar” varken Manhattan’daki yurt yatırımı ve en önemlisi ailenin her şeye karıştırılmasını açıklamak kolay değil. Elbette böyle bir algı kırılması karşısında, risk analizi değişiyor ve savunma hattı da yenileniyor. Kaçış planı iddiası, ne kadar gerçekçi bulunuyor bilinmez ama daha önce pahalıya patlamış sorumluluktan uzaklaşma çabasını tazeliyor.

Ekonomik krizle ilgili “inkar” söylemi, en sert biçimde damatlı ekonomi yönetimi döneminde yürürlükteydi. Her ay için yenilenen “daha iyi olacak” iddiaları, bazı danışmanların ve bizzat Berat Albayrak’ın “hani dolar şu olacak bu olacaktı” alayları, neredeyse gündelik vakalardı. “Neymiş bu yapısal reformlar” lafı, sadece profesyonellere cevap yetiştirmekle ilgili kibir gösterisi olmayıp potansiyel rahatsızlıkları daha baştan bastırmak içindi. 2018’deki seçim, “kriz geliyor istikrar daha iyidir” iddiasıyla kazanılmış olsa da hemen ertesinde kriz lafı tedavülden uzaklaştırıldı, sıkıntı yoktu, olsa olsa geçici dış ekonomik saldırılardan bahsedilebilirdi. AKP’nin 2019 yerel seçim yenilgisinin görünmeyen en önemli sebeplerinden biri de bu inkar politikası oldu. Çünkü muhalefete karşı kurulan inkar barajı, kendi tabanının meselelerinden de uzaklaşmak ve onlarla teması kaybetmek demekti. Sezgileriyle hareket etmeye yatkın seçmen için bunun hissedilmesi zor değildi. İktidar tabanı -Türkiye siyasetinde çok görülen örneği tekrar ederek- bu rahatsızlığını risksiz mesaj iletme imkanı olarak gördüğü yerel seçimde açıkça gösterdi. İktidar ne yaşandığını gayet iyi biliyordu ama sonuçları “hiçbir şey olmasa bile bir şeyler oldu” mugalatasıyla ve seçim yeniletme operasyonuyla geçiştirmeyi denedi. İnkarda ulaşılan bu ifrat mertebesi, yine asıl olarak kendi seçmeninden gelen sert bir karşılıkla cevaplandı. Bir yıl sonra Albayrak’ın görevden alınması ve sonrasındaki dalgalanma ve baş döndürücü taklalar, ekonomik gerekçeleri yanında “sorun olduğunu kabul ediyoruz(m)” mesajı vermek içindi. Ayrıca böylece açık başarısızlığa rağmen sistem değişimine yeniden mesnet yaratmak, soruna el koyan Erdoğan imajı çizmek ve ekonomik krizi bir kutuplaştırma meselesine dönüştürmek gibi denemelerin önü açılabilirdi. Pek beklendiği gibi olmadı. En azından kısa sürdü.

Erdoğan’ın -tamamen terk edilmese bile- iyice geriye çekilmiş olan ekonomik krizi inkar savunmasını güncellemesi, inisiyatifi tek başına üstlenme sorumluluğundan kaçış planını yeniden yedeklemesi, “gerçekle” bağının iyice kopması diye yorumlanabilir elbette. Otoriter yönetimlerin ve tek adam rejimlerinin yapıları gereği gerçek durumu, sorun derinliklerini kavramada ciddi zaafları olduğu bilinen bir gerçek. Fakat bu çıkışın memleketin durumunun farkında olmamak yanında kendi durumunun gayet farkında olmakla bir ilgisi var. Yani gerçekle bağın kopması kadar çıplak gerçekle yüz yüze kalmanın çaresizliği de bu yaklaşımı kışkırtmış olabilir. Çünkü yaklaşan seçimde, Erdoğan dışında iktidarı taşıyabilecek elverişli bir araç bulunabilmiş değil. Erdoğan’a yardımcı olacak etkili formülün ne olacağı, taktik hamlelerin ne kadar güvenilir olacağı hala belirsiz. Bu yüzden, Erdoğan’ın kendisini koruması, iktidarı korumasının zorunlu ve en hayati koşulu. Ekonomik krizin konuşulma biçimini değiştirmek için, Erdoğan riskli bir inisiyatif almıştı. “Beni dinlemiyorlar” ile başlayıp, “ben ekonomistim, sorumlusu benim” ile devam eden ve “nas inadı” gibi “hedef” çarpıtan ısrarcılıkla zorlanan tehlikeli bir hamleydi yaptığı. “Verin bu kardeşinize yetkiyi, bakın nasıl yapıyor” iddiasının sonuç alamaması, sistem revizyonunun vaatlerinden uzağa düşmesi, başka engeller işaret edilerek, kurbanlar verilerek ve inisiyatifi alma seremonisini yenileyerek zamana yayılmaya çalışıldı. Tartışma, muhalefetin de ilk anda hevesli bir acelecilikle daldığı “teknik alana” ancak bir süre itilebildi. Yılbaşında yönü dönebileceği sanılan enflasyon kontrolden çıktı, azalacağı varsayılan cari açık patladı. Para gibi zaman rezervi de hızlı tükeniyor. Şimdi Erdoğan avantaj yaratmak için girdiği sorumluluktan kendisini biraz uzaklaştırmalı, tıpkı SADAT’ta olduğu gibi.

“Sorun varsa Erdoğan çözer, çözülemeyen bir meseleden bahsediliyorsa, o sorun zaten yoktur.” Erdoğan’ın tek adamlık karizması, bu irrasyonel savunma stratejisine yaslanıyor senelerdir (en azından son on senedir). Kendi yarattığı ve yönetebildiği, kısmen kontrollü krizlerde, Allah’ın lütfu gelişmelerde, bu saçma iddiaya garip bir gerçeklik illüzyonu eşlik edebiliyor. Bunu bozan iki önemli unsur ise sorunların etkilerinin yönetilemez bir sahicilik ve yakıcılık kazanması ile Erdoğan’ın yapamadıkları (beceremedikleri) yerine yaptıklarıyla hedefe konması. Ekonomik kriz başta olmak üzere, hemen bütün sorun başlıklarında cevap üretme kabiliyetini kaybeden iktidarın ağır bir yönetememe sıkıntısıyla sürüklendiği açık. Bunun, parçalı iktidar yapısının ek yerlerinde açılmalar, sökülmeler hatta çatışmalar yarattığını da daha sık gözlüyoruz. Diğer taraftan son yıllarda “Erdoğan’ı (hedef) muhatap almamanın” en uygun taktik olduğu ezberinin değişmeye başladığını da izliyoruz. Muhalefet, iktidarın kurduğu cephe hattında kalmak yerine, sütre gerisindeki zayıf noktalara müdahale etme denemeleri yapabiliyor. Akşener’in enerjik alan çalışması ve “Bay kriz” söylemi ile Kılıçdaroğlu’nun “Man Adası” ile başlayan “kaçış planı” ile devam eden kişiselleştirme hamleleri, Erdoğan’ın dengesini epey bozuyor gibi. En azından bol manevralı yolculuktaki savrulmaları, kendi tabanı ve bütün memleketi sersemletmek için artık rahatça kullanamıyor. Erdoğan’ı bir sıkıntı nedeni olarak denkleme katmak ve provokatif  hamlelerle de olsa “şahsı” hakkında şüpheler yaratmak, onun tedirginliğini büyütüyor. Seçmenin ilgisini çekmeyen soyut sistem tartışmaları, kanıtları zayıf olsa bile siyaseten somut içerik kazanıyor.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.