Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Seren Selvin Korkmaz yazdı: Kılıçdaroğlu’nun adaylığı – Riskler, fırsatlar

Türkiye’nin gözü, kulağı bir süredir muhalefetin adayının kim olacağında. Cumhurbaşkanı Erdoğan, geçtiğimiz hafta adaylığını yani malumu ilan etti. İktidar kanadı artık sabırsızlıkla muhalefetin adayını bekliyor. Stratejisini de can havliyle kurması gereken kampanyasını da bu aday üzerinde oluşturmaya hazırlanıyor. İktidarın hesabı da kartları da belli. Manevra alanı ise sınırlı.

Muhalefet kanadında ise üç adaydan birisi Erdoğan’ın karşısına çıkacak gibi görünüyor. İmamoğlu, Yavaş ve Kılıçdaroğlu. Bu üç ismin de adaylık için ayrı ayrı dezavantajları ve avantajları var. Kamuoyundaki tartışmalar ise çoğunlukla bu eksenden çıkıp adeta bir partizanlığa evriliyor. Bu da mevcut durumda en son ihtiyacımız olan şey.

Bu yazıda kimin aday olması gerektiğinden ziyade potansiyel adaylardan CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun adaylığına ilişkin riskler ve fırsatları ele alacağım.

Kılıçdaroğlu bir süredir adaylık sinyalleri veriyor. Geçtiğimiz aralık ayında “İktidar olmak bana yetmiyor. Hayatımın bu aşamasında ardımda bırakacağım mirası düşünüyorum ben geceleri… Ben nefsimi körelteli çok uzun yıllar oldu” ifadelerinin yer aldığı videosu Kılıçdaroğlu’nun siyasi kariyerindeki son basamağı işaret ettiği şeklinde yorumlandı. Bu da “geçiş döneminin cumhurbaşkanlığı” idi. İkinci yüzyıla yeniden güçlü bir Meclis ile adım atıp, ülkeyi adil, demokratik bir zemine çekecek zorlu geçiş sürecinin dümeni Kılıçdaroğlu’nun son siyasi hamlesi olabilirdi.

Bu iddia Kılıçdaroğlu’nun helalleşme çağrısı, Diyarbakır ziyareti, gençlere seslenişi ve iktidara gittikçe artan dozda meydan okumalarıyla pekişti. Geçtiğimiz ay İstanbul’da Maltepe miting alanını dolduranlara seslenirken ise bir başka kuvvetli mesaj veriyordu Kılıçdaroğlu: “Bir liderin kibar olmaması gerektiğini söylüyorlar. İyi kalpli olmak, devlet adamı olmak zayıflıkmış gibi gösteriyorlar. Dostlarım biz birlikte iktidar oluyoruz ve ben iktidar olduğumuzda asla değişmeyeceğim.”

Kılıçdaroğlu’nun bu mesajı onun karakteri, kimliği üzerinde yapılan tartışmalara ince bir cevaptı. Diğer adaylar gibi Kılıçdaroğlu’nun adaylığının da taşıdığı riskler ve fırsatlar var.

Öncelikle fırsatları ele alalım:

  1. Mevcut sistemde muhalefetin seçim kazanması demokrasiye geçiş için ilk ön şart. Ancak bunun için muhalefetin bir arada durabilmesi gerekiyor. Her ne kadar tartışmalar devam etse de muhalefet partilerinin kendi iç dinamikleri gereğince “en popüler/kazanabilir” adayın dışında muhalefeti bir arada tutacak, birbirinden çok farklı taraflar arasında uzlaşmayı sağlayacak güvenilir bir aday arayışında olması da oldukça beklenen bir durum. Kılıçdaroğlu, masadaki rekabeti önleyebilecek masanın birbiri ile konuşmasını sağlayacak bir pozisyonda. Masadaki sağ rekabeti, masanın en büyük partisinin sosyal demokrat lideri dengeleyebilir.
  2. Mevcut sistemde elindeki geniş yetkileri kendisi veya partisinin selameti için değil demokrasiye geçiş için kullanacağı hususunda halihazırda güven testini geçmiş birisi bu partiler için daha tercih edilir olabilir. Muhalefet liderleri ve temsilcilerinin söylemleri incelenirse Kılıçdaroğlu bu güveni kazanmış durumda.
  3. Kılıçdaroğlu, altılı masada olmayan partilerle de diyalog kurabilecek bir isim. Özellikle HDP’nin de yer aldığı üçüncü ittifak ile diyalog zemini ve uzlaşıya açık profili ile Kılıçdaroğlu avantajlı bir konumda.
  4. Eğer altılı masa seçime ortak bir kabine ile girecekse (Fikret Bila’nın daha iyi adlandırması ile Liderler Kabinesi) bu durumda teamülen Kılıçdaroğlu aday olmalı. Daha evvel meslektaşlarım Murat Somer ve Edgar Şar ile önerdiğimiz ortak kabine formülünün mevcut sistemde muhalefetin seçim kazanması için oldukça kritik olduğunu düşünüyorum. Seçmenin karşısına liderlerden oluşan bir kabine ile çıkıldığında “ortaklık” algısı pekişir, adayın dezavantajları törpülenir, geniş toplum kesimlerine güven verilir.
  5. Altılı masanın ikinci büyük partisi olan İYİ Parti’den zaman zaman duyulan ama üzerinde çok durulmayan “fiili başbakanlık” önerisi gibi seçmen nezdinde önemli desteği olan Akşener’in aktif bir cumhurbaşkanı yardımcısı olacağı bir senaryoda Kılıçdaroğlu’nun adaylığı neredeyse tek seçenek gibi duruyor. Böyle bir senaryonun Akşener’in pozitif kampanya tarzı, seçmenle diyaloğu ve popülaritesi ile birleştiğinde önemli bir etki yaratacağını düşünüyorum.

Kılıçdaroğlu’nun adaylığı ile ilgili riskleri ve bu risklerin aşılması için gereken adımları ise şöyle sıralayabiliriz:

  1. Kılıçdaroğlu’nun en büyük riskinin iddia edilenin aksine mezhebi değil kampanya tarzı olduğunu düşünüyorum. Popülist otoriter liderlere karşı seçim kazanan kampanyaların bu liderlerin dışlayıcı ve kutuplaştırıcı politikalarına karşı kapsayıcı ve dinamik bir çizgisi olduğunu görebiliriz. Kılıçdaroğlu, “helalleşme” söylemi gibi çıkışları ile iktidara hedef şaşırtıp, siyaseti kutuplaşma zeminin dışına çıkardıkça iktidarı çaresiz bırakabiliyor. Toplumda merak uyandırıyor. Ancak, Kılıçdaroğlu sıklıkla Erdoğan ile atışmaya, “ben” dili kullanmaya, siyaseti o bildiğimiz ve insanların sıkıldığı söylem yarışına hapsetmeye meyilli. Kılıçdaroğlu, belki de böyle yaparak iktidara inanmış seçmeni ikna etmeye, Erdoğan’ın problemlerin sorumlusu olduğunu göstermeye gayret ediyor. Oysa, benzer seçim yarışları incelendiğinde popülistlere karşı “ateşi ateş söndürmez” fikri ağır basar. Popülist otokratlara karşı seçim kazanan muhalefet partileri, bir araya gelmenin dışında kapsayıcı bir söylem de inşa etmeyi başardılar. Türkiye muhalefeti ise İstanbul seçimlerindeki kapsayıcı, “sevgi” temalı kampanya ile bu kapsayıcı, pozitif kampanyanın etkisini kendisi test etmiş oldu.

Burada Kılıçdaroğlu’nun muhalif siyasetçinin ikilemini yaşaması da olağan: Muhalif siyasetçi her gün tehdit edilen seçmenini korumak için, onlara “yalnız değilsiniz” mesajı vermek için çıtayı yükseltmek böylece kendi tabanını mobilize etmek ile ılımlı bir dil kullanarak tabanı genişletmek arasında kalır. Kılıçdaroğlu, ilkini yıllardır yapıyor ikincisi ise en kuvvetli yönünü helalleşme çıkışında gösterdi. Gençlere seslenen, elektriği kesilenlerin sesi olduğu videoları da “ılımlı/pozitif” tarzın bir parçası. Ancak, Kılıçdaroğlu Erdoğan’ın ısrarla çekmek istediği zemine girdiği anda negatif kampanyaya kolayca sarılabiliyor. İktidar ise can havli ile seçmene “bunlar iktidara gelirse en ufak kazanımlarınızı kaybedeceksiniz” korkusunu vermek için fırsat arıyor. “Artık kaybedecek bir şey kalmadı” diyebilirsiniz ama o kadar basit değil. Korkular rasyonel bir evrende dans etmiyor. Bu nedenle, Kılıçdaroğlu’nun negatif kampanyaya meylini önemli bir risk olarak görüyorum. CHP’nin 2007 ve 2018 kampanyasında açıkça görülen negatif kampanya tarzından ders çıkarılmalı ve Kılıçdaroğlu pozitif kampanyaya odaklanmalı. Bunun tam karşısında Akşener “az kaldı” sloganı ve vaatlere dayalı kampanyası ile pozitif alanı tutarak önemli bir ivme kazanıyor. Seçmenin halihazırda hissettiği felaketi her gün duymaktansa yakındaki güzel günlere ilişkin ikna edici vaatlere ihtiyacı var. Bu nedenle; Kılıçdaroğlu negatif kampanyayı yıkarsa, adaylığının önündeki en büyük engeli de aşar.

  1. Kılıçdaroğlu’nun Aleviliğine ilişkin meselenin ise realitenin ötesinde ezberlere dayandığını düşünüyorum. Tarz-ı siyaseti eleştirmek başka, kimlikten vurmak başka.

Bazı yorumların üslubu o kadar sertleşiyor ki zulme uğramış bir topluluğu incitiyor. Cumhuriyetin 2. yüzyılında en büyük sınavı kimlik siyasetinden kurtulmak olacak. Bu riski bertaraf edecek olan ise altılı masanın ortak ve güçlü duruşudur. Altılı masa Türkiye için demokratikleşmeyi hedefliyorsa, dönüşüm tam da bugün olmalı. Bu nedenle Akşener ve diğer muhalefet liderlerinin mezhepçi ayrımcılığa karşı Kılıçdaroğlu’nun yanında durduğunu açıkça ilan etmeleri Türkiye için de bir dönüşümün eşiği olabilir. Siyasetin görevi ezberleri pekiştirmek değil dönüştürmek olmalı. Geçtiğimiz günlerde inceleme şansı bulduğum bir anket firmasının verisine göre de adayın Alevi olması seçmen için pek de önemli değil. Seçmen kimlikten ziyade yaşam tarzına daha çok dikkat ediyor. Bu nedenle politikalar, ikna edici vaatler ve pozitif bir kampanya ile inşa edilen “Yarının Türkiye’si” ideali ekonomik darboğazdaki seçmen için daha etkili olabilir.

  1. Kılıçdaroğlu’nun bir başka riski ise adaylık iddiası arttıkça “ben” dili de hâkim söylemi olmaya başlıyor. Oysa Kılıçdaroğlu’nun en büyük gücü Türkiye için yeni bir “biz” kurabilmesinde olacak. Kılıçdaroğlu’nun altılı masa ile ekip görüntüsünü söyleminde de baskın bir şekilde kullanması gerekiyor. Öte yandan CHP’nin geniş toplum kesimleri tarafından güven kazanan önemli figürleri var. Kılıçdaroğlu’nun Canan Kaftancıoğlu, Selin Sayek Böke ve Hacer Foggo gibi isimlerle ekip görüntüsü vermesi de önemli. Bu görüntü, Türkiye’yi düze çıkaracak olanın bütün güçleri elinde bulunduran bir lider değil birbirini denetleyebilecek güçlü bir ekip olduğu hissini de seçmene verir.

Türkiye kader seçimine giderken seçmenin de alternatif arayışı yoğunlaşıyor. Kılıçdaroğlu veya başka bir adayın topluma güven verecek bir program, ekip ve ikna edici bir “Yarının Türkiye’si” ideali ile seçmenin karşısına çıkması gerekiyor. Kılıçdaroğlu, liderliği boyunca yalnızca partisini değil tabanını da dönüştürmek konusunda önemli adımlar kat etti. Önümüzdeki süreçte aday olsa da olmasa da “olası geçiş sürecinin” en önemli aktörlerinden biri olarak Türkiye siyasetinde etkisini sürdürecek. Bugün altılı masa etrafında oturan liderlerin seçimleri ve Türkiye’nin demokratikleşmesi için rekabeti değil uzlaşıyı esas alması ise ülkenin kaderi kadar onların önümüzdeki on yıllardaki itibarlarını da belirleyecek.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.