Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Emre Erdoğan yazdı: Sandık kapıya dayanmışken seçmenimizin karar verme sürecine bir bakış…

Ülkemiz tarihi gelmesi heyecanla beklenen seçimlerle dolu. İktidarın, hele 20 yıla yakın bir süre ülkenin kaderine tek başına hükmetmiş bir partinin seçimi kaybetme olasılığı ufukta gözüktüyse iktidarın müstakbel taliplerinin heyecanlanması şaşırtıcı değil. Buna bir de cumhurbaşkanlığı hükümet sisteminin seçimi kazanana ülkenin anahtarını koşulsuz şartsız teslim ettiği gerçeği de eklenirse; seçimi ve muhayyel bir zafer gecesini şimdiden deneyimleyenlerin oranı az olmadığı kesin.

Seçim günü hızla yaklaşırken ve kamuoyunda muhtemel adaylar üzerine neredeyse kanlı-bıçaklı bir tartışma başlamışken; konuşulması gereken esas nokta gözden kaçmakta: İktidar gerçekten değişecek mi? Muhalefetin ve anlaşılan kamuoyunun hacimli bir kısmının hayalini kurduğu seçimin ertesi gün yaşanacak devir teslim töreninin gerçekleşebilmesi için, öncelikle seçimin kazanılması gerekiyor; aksi takdirde bütün planlar yerle bir olur.

Bugünlerde önümüze gün aşırı çıkan ve her kesimden siyasetçilerin sırayla yüklendiği anketleri bir kenara bırakalım, sponsoru ve yöntemini bilmediğimiz bu saha çalışmalarının taksi şoförüyle yapılacak sohbetlerden daha ileride bir değeri yok, bunu başka bir yerde tartışmıştık. Siyaset biliminin seçimler konusunda uzmanlaşan alanı bu soruya yanıt vermek için anketleri değil; farklı zamanlarda ve coğrafyalarda test edilmiş kuramları kullanmayı tercih eder; soruyu da “iktidarın önümüzdeki seçimi kaybetmesi için bir sebep var mı?”.

Kısadan gidelim, evet var. Seçmenlerin kime neden oy verdiğini anlamak için yarışan farklı kuramlardan burun farkıyla önde olan birisi, Ekonomik Oy Verme kuramı “içerisinden” düşündüğümüzde yapılacak ilk seçimde iktidarın koltuğunu koruması zor gözükmekte. Vatandaşların kendi çıkarlarını düşünen canlılar olduğunu ve en önemli çıkarın “para” olduğunu öne süren bu pencere herhangi bir ülkede iktidarın koltuğunu koruyabilmesi için ülkenin ekonomisinin büyümesi gerekiyor, buna ek olarak düşük enflasyon ve düşük işsizlik de gerekebiliyor. İktisatçı Ali Akarca tarafından Türkiye için geliştirilen modeldeyse gerçek fiyatlar üzerinden ülke ekonomisinin bir puanlık büyümesi iktidar partisine bir puan getirirken, enflasyondaki 10 puanlık artış en son seçimdeki oylarından bir puan götürüyor. Bu ve benzeri modellere baktığımızda, eldeki ekonomik verilerle iktidar partisinin ve ortağının seçimi kazanmalarını sağlayacak yüzde 50 artı bir kişilik oy oranına en azından seçimin ilk turunda erişmeleri mucizevi gözüküyor.

Seçimin ne zaman olacağını bilmiyoruz, o bilinmez tarihe kadar ülkede anlamlı bir ekonomik büyüme sağlanır mı, işsizlik ve enflasyon düşer mi; iyimser yorumcular olduğu kadar kötümser görüşler de var. Farklı çalışmalar seçmenin hafızasının kısa dönemli olduğunu söylüyor bize; bir yıldan öncesini hatırlamıyor pek. Dolayısıyla hükümet ekonomideki sarsıntıyı atlatıp gemiyi bir yıl kadar sakin sularda yüzdürebilip bir de insanların para harcayabildiği bir dönem yaşamalarını sağlarsa; ekonomik sebeplerden Cumhur İttifakı’nı terk eden seçmenlerin bir kısmını kazanıp sihirli “%50+1” rakamına erişebilir. Tabii, bütün bu strateji bir dizi şarta bağlı olduğundan olasılığı yüksek bir senaryo olmayabilir.

Bu arada, seçmen sadece ekonomik saiklerle oy vermiyor haliyle. 2018 parlamento seçimlerinde Türkiye için kurulmuş modellerden AK Parti için biri %40, diğer %32 oranı tahmin etmişken, bildiğiniz üzere %43 oranında bir oy oranına ulaştı. Söz konusu sosyal bilimlerse en iyi modelde bile böyle bir hata beklenebilir, önemli olan bu hatanın kaynağının ne olduğudur. Model yanlış kurulmuş olabilir, bir kenara bırakalım. Model doğru kurulsa da, dışarıda bıraktığı, başka bir deyişle ihmal ettiği bazı etkenler olabilir. İyi bir sosyal bilim pratiği hatasından ders alıp, neyi ihmal etmiş olabileceğini anlamaya yönelir.

Bizim bu soruya verebildiğimiz bir yanıt var. Ekonomik Oy Verme kuramı seçmenin kendi çıkarının ne olduğunu bilen, ekonomik gidişatı tarafsız olarak anlayabilip kötüye gidişatın sorumlusunu objektif olarak tespit edebilen bir insan tipinden, homoeconomicus ilham alır. Böyle bir insanın sadece ders kitaplarında var olduğunu biliyoruz, hem de çok uzun zamandan beri. İnsan dediğimiz varlık kavrayışı sınırlı, düşünme biçimi hatalı ve çok da detaylı analizler yapmayacak kadar üşengeç bir şey. Hatalı bile olsa kararlarını hızlı almayı tercih ettiğinden çok sayıda “kısa yol” kullanıyor; havanın ısısından, tuttuğu takımın lig tablosundaki yerine kadar bir çok şey kararını son anda etkileyebiliyor. Ama, ekonominin gidişatı ya da dış politika sorunları gibi karmaşık meselelerle karşılaştığı zaman; biraz daha ciddi davranıp tuttuğu partinin ya da sevdiği liderin “ipine tutunup” onun düşünce, tavır ve çerçevelerini takip ediyor. Böylelikle yanlış kararlar alsa da kendi içinde tutarlı olduğundan gece rahatça uyuyabiliyor. Çok yakından tanıdığımız bu tipe de homopoliticus adı verebiliriz. Başta Türkiye olmak üzere birçok ülkede seçmenlerin ekonominin gidişatına dair değerlendirmelerinin iktidarda kimin olduğuna bağlı olarak değişmesi; homopoliticus’un ne kadar yaygın olduğunu bize gösteriyor.

İçinde bulunduğumuz ekonomik durumun ne kadar vahim olduğu aşikar; çoğumuz daha önce hiç olmadığımız kadar yoksullaştık ve geçimimizi nasıl sağlayabileceğimiz konusunda kaygılıyız. Şartlar böyleyken, seçmenlerin bir kısmının bizim gördüğümüz bu gerçeği reddetmelerini aklımız almıyor değil mi? “Beşer, şaşar” deyip geçebiliriz. Öte yandan ekonominin kötüye gidişatı konusunda farklı partilere oy veren seçmenler arasında bir uzlaşma olsa bile; esas ayrışma sorumlunun kim olduğunda. Ekonomik meseleler o kadar karmaşık ki; başımıza gelenlerin müsebbibinin kim olduğunu anlamak kolay değil. Bu “bulanıklıktan” istifade eden siyasiler de kolaylıkla sorumluluğu başkasına atabiliyorlar: dış güçler, iç düşmanlar, zenginler, göçmenler, koronavirüs pandemisi, Ukrayna savaşı ve birçok diğeri “günah keçisi” adayı olarak zengin bir potansiyele sahip, bol bol da kullanıyorlar zaten. Başına gelenlerden perişan, dünyaya hızla anlam vermek isteyen seçmen de bu açıklamaları kolaylıkla kabulleniyor, hele de inandığı bir kişiden, yani sevgili liderinden gelirse.

Seçmeni duygusal olarak manipüle etmek bu kısayolların kullanımını arttırıyor. Korkutmak mesela seçmen miyopisinin arttıran bir unsur; terör ve kaos ortamlarında seçmenler yanlış da olsa daha keskin fikirlere sahip liderleri takip etmeyi seviyor. Belirsizlik hissi, en kötü senaryodan da kötü geliyor insanlara; bu yüzden “kendilerinden sonrasının tufan olacağını” söylemek siyasetçiler arasında çok yaygın. Bütün bunlar göz önünde tutulduğunda, ekonomik durum kötüleştikçe homopoliticus’un bilinen zaaflarını sömürmeye yönelik söylemlerin artması bizi şaşırtmıyor.

Ülkemize geri dönecek olursak, seçim günü yaklaştıkça ekonominin etkisini daha fazla göreceğiz; nasıl mümkün olacağını öngöremediğimiz “iyi” bir ekonomik ortam Cumhur İttifakı’na yarayacak; aksi durumda muhalefetin eli güçlenecek. Öte yandan, ekonomik iyileşme mümkün olmazsa, seçmenin siyasi zaaflarının ne kadar etkili olabildiğini öğreneceğiz; belki de tam bir ekonomik felaket durumunda bile içinde bulunduğumuz ortam seçmenin aklından uzaklaşmasını sağlayabilecek, bunu da zaman gösterecek.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.