Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

İsmail Güzelsoy yazdı: Olmayan derdin dermanı

Koyu kavuniçi Anadol otomobilin önünde dikilen adam megafonla konuşmaya başladığı zaman karşısında kimse yoktu. Adamın sözleri anlaşılmasa da sesindeki tını Çınaraltı’nı dolduran kalabalıkta bir tedirginlik yarattı. Bir felaket haberi verecekmiş de heyecanını saklamaya çalışıyor gibiydi. Gizemli ve kendinden emin birinin konuşmasını taklit ediyordu. Kısa duraksamalar, merak uyandıran sorular, kime yöneldiği belli olmayan meydan okuma sözleri. “Hizmetlerimizi engellemeye çalışanlar birazdan yerin dibine batacak bu meydanda!” (1) Beyazıt Devlet Kütüphanesi’nin köşesinde duran koyu kavuniçi arabanın önünde, beş litrelik bir kavanozun içindeki yılanı gösterip parazit yüzünden anlaşılmaz bir şeyler söyledikten sonra, “Bu yılan dirilecek efendim, di-ri-le-cek!” Sesi meydanda çınlıyordu. Kısa bir duraksamadan sonra devam etti: “Bizde yalan olmaz. Şahsımızı yolumuzdan çevirmeye çalışanlar da bu ölü yılanın dans ettiğini görünce bakalım ne yapacak?” diye gürledi. Adamın edası, enerjisi kalabalığın ilgisini çekmeye yetiyordu. (2)

“Gel kardeşim, uzaktan seyredilecek bir hadise yok, bir mucizeye şahitlik edeceksin, gel şöyle. Anne sen de buyur, çekinme. Torunlarının torunlarına anlatacaksın bugün burada gördüklerini” diye bağırdığı zaman çevresinde bir çember şekillenmeye başlamıştı. “Bu yılan” diye kavanozu gösterip duruyor ve onu nasıl canlandıracağını heyecanla tarif ediyordu. Yeşile çalan sıvının içindeki yılan ürkütücü olmaktan ziyade bir sakatat artığı gibi sefil ve tiksindirici görünüyordu. Dar, sarı gömleği ter içinde kalmış olan kavruk adamın konuşmasının yarattığı heyecan nedeniyle sık sık yılana kaydırdım bakışımı ama giderek artan kalabalığın hissettiği hayranlığı paylaşamadığımı hatırlıyorum. “Bu yılanın ölü olduğundan yana şüphesi olan var mı aziz vatandaşım?” Bunu söyledikten sonra tedirgin bakışlarla kendisini izleyenleri süzdü. Birden sakinleşmişti.

“Ölü bir yılan, değil mi?” dedi yaşlı bir kadına. Kadın bir adım öne çıkıp eğildi, dikkatle kavanozdaki yılana baktı, “Galiba ölü” dedi, mahcup gülümsedi.

“Amma yaptın be anne! Galibası mı var yahu, görmüyor musun gariban mahluk alkolün içinde, ölmediyse bile körkütük sarhoştur. Birazdan alkol komasına girip ölür” dedi ve insanların onun bu saçma şakasına gülmesi için bekledi. (3) Kalabalık üçüncü sırayı tamamlamıştı. Sert güneşe rağmen adamın gizemli sözleri ve insanlarla kurduğu teklifsiz ilişki meydandan geçenlerin ilgisini çekiyordu. Adam konuşmaya başlayışının onuncu dakikası dolmadan onu saran çemberde dördüncü sıra da tamamlamıştı. Yeterince kalabalık biriktiğine inandığı zaman hikâyesini anlatmaya başladı: “Büyük amcam, rahmetli Mahmut Cemal, Kıztaşı taraflarında bir Rum eczacının kalfasıymış vaktiyle. Eczacı Niko Efendi ölüm döşeğinde amcamı çağırmış, odadaki herkesi dışarı çıkartmış ve ona mucize iksirin formülünü vermiş” dedi ve arabaya gidip avuç içinde kaybolabilecek kadar küçük, kahverengi bir şişe aldı eline. Hareketleri gizemli, hatta biraz tereddütlüydü artık. Yeniden yılanın yanına gelen kavruk adam beklenmedik bir enerjiyle konuşmaya başladı. Az önce büyük amcasının hikâyesini anlatırkenki melankolik havadan sıyrılmıştı. Şişedeki sıvının bilinen bütün hastalıklara nasıl iyi geldiğini örnekleriyle anlatmaya başladı. (4) İyi ezberlenmiş, akıllıca sıralanmış hastalık isimlerinin arasına küçük anekdotlar yerleştirerek yaptığı “sunum”u heyecanlı hale getirmeyi beceriyordu.

“Eklem ağrıları, romatizma, karaciğer yağlanması, damar sertliği, bel ağrısı, bel gevşekliği, fıtık… Fıtık demişken, bak abla Yavuzselim’e git, orada perdeci Esmahan Abla’ya sor beni. Üç yerden boyun fıtığın varmış senin, ameliyat işin ne oldu, diye sor. Bak bakalım ameliyata gerek kalmış mı? Allah’ın çatısı altında yaşıyoruz teyzem, iki kuruş için yalan dolan, hile hurda çevirecek halimiz yok. Burada kazanacağım dünya malı için ahiretimi yakacak değilim. Allah kursağımıza haram lokma nasip etmesin. Esma Abla ameliyatla düzelmişse, gel bana söyle. Bu arabayı içindekilerle birlikte sana hediye edeceğim, herkes de şahit burada” gibisinden meydan okumalarla, adres ve isim vererek iksirin yarattığı mucizeleri örnekliyordu. (5) Bir an duraksadı, geriden birinin kendisine bir şey sorduğunu duymuş gibi yaptı ve “Tenasül? Ah be beybaba ne diyorsun sen? Git Karagümrük’te Manifaturacı Rıza’yı bul, sor bakalım, yetmiş yedi yaşında… Tövbe ya, çoluk çocuk var burada, adamı konuşturma beybaba. O işe de iyi gelir illa ki, ölü yılanı dirilteceğiz dedik, sen hâlâ tenasül diyorsun yahu!”

Herkesin gevşediği o anda adam, başlangıçtaki gizemli ve durgun haline büründü yeniden ve “İstirham ediyorum” diye başladığı bir cümleyle, süslü ifadelerle, sündüre sündüre yankesicilere karşı dikkatli olunması gerektiğini anlattı. “Siz burada derdinize derman ararken bazı -çok affedersiniz- şeref yoksunu şahıslar cebinize, cüzdanınıza musallat olur sonra ben sizden daha ziyade üzülürüm Allah şahit aziz kardeşlerim, abilerim, lütfen malınıza mülkünüze, çantanıza, cebinize mukayyet olun” (6) diye bağladı bu faslı. O arada gerilerden biri “Haydi artık, işimiz gücümüz var genç. Kaça satıyorsun bu iksiri, sat da yolumuza gidelim” diye bir ses duyuldu. Sesin sahibini kimse görememişti anlaşılan.

İşportacı şifacı, aceleci adamı duymazdan gelerek başka bir hikâyeye başlamıştı. “İsviçre menşeli” bir ilaç fabrikası sahibinin kendisine nasıl servet teklif ettiğini anlatıyordu ballandıra ballandıra. “Formülü ver, şu kadar milyon Mark yarın hesabına yatsın, fabrikaya da ortak ol” diyen bu ilaç fabrikatörüne “Peki iksirimi kaça satacaksın beyim?” diye soruyordu şifacı anlattığı hikâyede. İlgi dağılmış gibi görünüyordu. Kalabalık fire vermeye başlamıştı.

“’Benim vatandaşım o paraları veremez beyim. Ben bunu kendim yapıyorum. Vatanıma, milletime bir faydam olsun diye şişesini on liraya satıyorum, ben vatandaşımı sana ezdirmem’ dedim. Herif kuyruğu kıstırıp gitti. Gitti ama adamları hala köpekbalığı gibi etrafımda dolanıyor, aklı iksirimizde kaldı.” (7) Bunları söyledikten sonra nihayet bir şişesi on lira olan iksirden iki tane alana “Müessesenin eşantiyonu kabilinden bir tane takdim” ettiğini açıkladı.

Arabadan çıkardığı bond çantanın kapağını açarken, “Elimizde mahdut sayıda bulunan bu şişeleri ilk gelen vatandaş alır efendim” dedikten sonra çember bir anda hareketlendi. (8)

On beş dakika sonra adamın karşısında üç kişi kalmıştık. Yaşlı bir adam, bir üniversite öğrencisi ve ben öylece dikiliyorduk. Arabanın gerisinde dikilen, kısa boylu genç onun toparlanmasına yardım etmeye başlamıştı. Arada ona laf atanın bu “asistan” olduğu anlaşılıyordu. Şifacı, paraları cüzdanına yerleştirirken bizim varlığımızın farkında değilmiş gibi davranıyordu. Üniversite öğrencisi, “Yılanı diriltecektin hani?” dedi. Şifacı ilgisizce omzundan bir bakış attı, cevap vermedi. Asistanına megafonu toplamasını işaret etti, ardından kavanozu kucaklayıp arabanın bagajına koyarken bu kez yaşlı adam, cüssesinden beklenmeyecek gür ve neredeyse öfkeli bir sesle bağırdı: “Yahu hani söz verdin, yılanı diriltecektin?”

Şifacı geri geldi, arabaya binerken, “Haftaya Çarşamba’dayım, oraya gelin, diriltirim nasipse” dedi. Asistanı yan koltuğa yerleşmişti bile.

Üniversite öğrencisi, “İşiniz gücünüz sahtekarlık sizin be!” diye bağırdığı zaman şifacı arabaya binmekten vazgeçip iki adım attı ve “Doğru konuş ulan, ne diyorsun? Karakol şurada, çektiririm seni, terbiyeli ol!” diye gürledi. (9) O ana kadar şakalar yapan, neşeli Şifacı’nın saldırgan yüzünü ilk kez görüyorduk. Ürkmüştüm. Elimdeki şişeyi cebime tıkarken ilk kez annemin kalbini iyi edemeyebileceğim endişesini derinden hissettim. Kandırılmıştık. Üniversiteli gencin arkasından öfkeyle baktım. (10).

Annem şişeyi alıp kokladı ve hiçbir şey söylemeden kalkıp onu çöpe attı.

Türk sağı, Şifacı’nın davranış şablonuna bire bir uygun hareket eder.

  1. Mutlaka bir düşman bul, onunla çatış. Öyle birinin var olup olmaması kimseyi ilgilendirmez. İnsanlar senin biriyle kavga ettiğini görmeye bayılır. Kimle kavga ettiğinden ziyade, kazanıp kazanmayacağına bakarlar.
  2. İnsanlar senin ne dediğine pek bakmaz. Sürekli bir şeyler söyle ve hep görünür bir yerlerde dur. Söylediğin şeyler değil, sesin ve siman onların hayatını doldursun. Gerisini onlar kendi doldurur zaten. Boş kaldıkları her an seni düşünsünler, konuşsunlar, isterlerse küfretsinler, bunun bir önemi yoktur.
  3. Sözlerine ve yaptıklarına yeterince tepki vermeleri için onlara zaman tanı. Sessizlikte tepkiler daha belirgin hale gelecektir. Böylelikle onların bütün davranışlarını denetim altında tuttuğunu, yönlendirdiğini, gündem yarattığını hissettirmiş olursun.
  4. Sürekli vaatlerde bulun. Bunların gerçekliğine bakmaz insanlar. Vaatler hatırlanıp izlenen şeyler değil, anlık hoşluklar olarak heyecan yaratır. İnsanlar birkaç cümle geçince o vaatlerin hepsini unutacaktır zaten. Geride kalan sarhoşluk hali değerlidir. Seni sevip oy verecekler, hayranlık duyacaklar, senin hakkında olumsuz bir şey duymaya tahammül edemeyecekler ve bunun nedenini sorgulamayacaklardır. Bir anlığına bir hayal görmelerini sağlaman, o hayali gerçekleştirmekten daha değerli olabilir bazen. Tabii bunu yapabilmen için bu insanların umutsuz, yarınsız, tercihen yaralı olmaları şart. Sağlıklı birine iksir satamazsın.
  5. Referansların doğru olması gerekmez. Ortada zikredilmiş şeyler bulunması yeterlidir. Hayal sat onlara. Jelibon rezervi bulunduğunu bile söylesen puan puandır, seni sevmeyi sürdürecekler. Onlar iyi hissetmek için kendilerini zorlayıp senin palavralarına inandıracaklardır kendilerini. Bunun için çaba harcaman gerekmek. Onların kendilerini kandırmasını sağlaman, onları kandırmandan daha kolaydır, bütün gayretini buna sarf et. Önümüzdeki cuma günü camide nasıl bira içtiklerinin görüntüsünü servis edeceğini vaat et, bunun doğru olması gerekmez. Böyle bir kudretin olduğunu hissetmeleri yeterlidir. O filmi izlemiş gibi hissedeceklerdir bir süre sonra.
  6. Onları soyup soğana çevirirken buna engel olabilecek birilerini hırsız olmakla itham et. Onları soyabilmenin en kolay yolu, bunu başka birilerinin yaptığını ya da yapacağını düşündürmektir. Böylece sana güvenip teslim olacaklardır. İçeride onlara zarar verecek birilerine karşı sana sığınmalarını sağla.
  7. İçeriyi yeterince sindirdiysen dışarıda da bir düşman tanımla. “Dış güçler” her zaman iş görür. Bunun kim ya da kimler olduğu konusunda kafa patlatmana gerek yok, kendileri bulur. Sen şimdi onlara şifa sunuyorsun ve bunu kolay yoldan elde edemeyeceklerini hissettir. Birilerinin bu durumu engellemeye çalışacağı hissini iyi işlersen senin çalıp çırpman onlara şifa gibi gelecektir. Daha kötüsünün olabileceğini görmüş oldukları için, ezan susmasın, bayrak inmesin diye her cins hırsızlığa boyun eğecekler hatta bundan mutlu bile olacaklardır.
  8. Senin peşinden gelenler şanslı ve imtiyazlı olduklarını hissetsinler. Geride kalanlara öfkeyle ve acımayla bakmalarını sağla.
  9. Bütün bunlara rağmen geride kalan tek tük cılız ses senin sahtekarlıklarını ifşa etmeye kalkışırsa devleti, derin devleti, milisleri, kışkırtılmış esnafı kullanıp onları sindirmeyi dene. Birine yaptığın sindirme operasyonu, diğerlerine ders olarak işleyecek ve bir daha senin işine burunlarını sokmamayı öğrenmiş olacaklardır. Silivri’ye tıkacağın üç beş insan, sesi kısılmış milyonlar yaratacaktır. Her kuşağın önüne bir kurban at. Adnan Menderes, Deniz Gezmiş, Erdal Eren, Ali İsmail Korkmaz… Bu insanların her biri bir kuşağın iğdiş edilişinin simgesi olmadı mı? Bir tek günahsız kurban, bir kuşağın isyanını boğmaya yeter. “Bu bigünah insanları kıyabilen biri bize ne yapmaz!” diye düşünmeliler.
  10. Bir sağ iktidarın bizi kandırdığını anladığımız zaman solu suçlamayı kim keşfetti, bilmiyorum ama o şahıs varken şeytana ne gerek vardı ki?

Türkiye’de sağ, siyasal bir oluşum değil, örgütlü bir yağma hareketidir. Bir dönem sona erer, masada yemlenecek bir şey kalmaz, yağmacıların örgütü dağılır ama bu işin mücrimleri yeni bir oluşumun şemsiyesi altında toplanıp yeniden ezan, bayrak edebiyatı yaparak ülkenin kaynaklarını talan etmeyi sürdürür. Biz garip insanlar sabırla derdimize derman arar dururuz. Her derde deva bir iksir… Var olmayan bir ilaç… Çünkü dert de yoktur aslında. Dert dermanın ta kendisi.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.