Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Alphan Telek yazdı: Otoriter sistem nasıl kurulur?

Dünya bir otoriterleşme dalgasının içerisinde. Buna demokrasiden uzaklaşma da deniyor (De-democratization wave). Demokrasisizleşme olarak da çevrilebilir. İkinci Dünya Savaşı sonrasında faşizmin tekrar ortaya çıkmasını engellemek için güçlü bir fren/denge mekanizması olarak yaratılan kurumlar ve siyasal atmosfer (Anayasa mahkemeleri gibi) bugünün dünyasında otoriterleşen yönetimler ve liderler tarafından bir baş ağrısı olarak görülüyor. Baş ağrısını ortadan kaldırmak için içilen temel ağrı kesiciler ise bu kurumların ağırlığının azaltılması ya da bunların bilfiil otoriterleşmeye hizmet edecek ve siyaseten belli patronaj ağlarının içerisinde yer alan kişilerce doldurulması. Sözgelimi otoriterleşme ve popülist dalganın önemli kalelerinden biri olan Hindistan’da bundan beş yıl önce Narendra Modi yönetimindeki iktidar partisi yargıdaki boş kadrolara atama yapmıyordu. Bunun sebebi ise kendi kadrolarının henüz hazır olmamasıydı.

Otoriterleşen yönetimler yarattıkları ağın devleti işgal etmesini isterler. Devletin tek bir yüzü yoktur ama o yüzlerin çoğunu ele geçirmek isterler. Bunda başarılı oldukları ölçüde bir baskı gerçekliği ile karşı karşıya kalırız. Ancak otoriter sistemlerin kuruluşunda önemli iki unsuru unutmamak gerekiyor. İran özelinde karşılaştığım ve Ortadoğu’daki diğer örneklere de uygulanabileceğini düşündüğüm bazı genel eğilimler var. Bunlardan ilki bir “narrative” (hikaye) ihtiyacı. Biz-Siz duygusunu çok derinden ve çok katmanlı şekilde işleyecek bir vaka/vakalar olmadan otoriter bir rejim kurulamıyor.

Otoriter rejimler doğası gereği toplumu bir iç veya dış tehdide karşı sürekli tetikte olmaya çağırıyor. Bu teyakkuz hali rejimin kurucularına bir ikna mekanizması sunduğu gibi, iç siyasette düşman saydıkları grup ve politik figürlere karşı güçlü bir müdahale aracı sağlıyor. Yaratılan hikaye düşman ya da düşmanlarla çevrili olunduğu hissiyatını aşılıyor. Daha doğrusu bunu insanların kafasına yerleştiriyor. Aslında tipik bir Makyavelist siyaset izleniyor. Makyavelli sevilen liderden ziyade korkulan liderin bağlılık yaratacağını vurguluyor. Buna paralel olarak diyebiliriz ki otoriter rejimlerin kuruluşunda korku ve bunu işleyen hikayeler çok önemlidir. Tabii bunu yapabilmek için gerçekleşmesi gereken ya da yaşanan birtakım olaylar vardır. Sarsıcı, şok edici ve korkutucu bir olay ya da olaylar dizisi.

İkinci olarak otoriter rejimlerin kuruluşunda çok güçlü bir anti-Batı çizgi eğilimi görüyoruz. O hikayeye bağlı olarak toplumda anti-Batıcı fikrin yerleşmiş olması, işlenmiş olması ve bunun süreç içerisinde canlandırılması gerekiyor. Bunun sebeplerini tartışmıyorum ama eninde sonunda bu duygunun çok kuvvetli şekilde topluma ve bireye sirayet etmesi gerekiyor. İran örneğinde 1970’li yıllar boyunca anti-Batı düşünce ve görüş çok kuvvetliydi. Toplumun bütününde – sol-sağ, seküler-muhafazakar farketmeksizin – Batı’dan gelen fikirlere karşı kuvvetli bir tazyik vardı. Devrim bu yüzden kim gerçekleştirirse gerçekleştirsin kuvvetli bir Batı karşıtlığına sahip olarak geldi. Ancak İran’daki kurucu hikaye esas olarak 1979 sonrasında şekillenmeye başladı. Başbakana karşı suikast, Amerikan konsolosluğunun basılışı ve Irak Savaşı. Bu üçü öylesine sarsıcı ve şok ediciydi ki hiçbir toplumsal kesim bir fren ve denge kuramıyordu. İranlı yöneticiler bu dengesizlik ve frensizlik halini güçlü bir otoriter rejim kurmak ve onu yerleştirmek için kullandılar. Toplumu da aynı atmosfer içerisinde şekillendirdiler. Korku iklimi ile birleşmiş bir kuruluş/kurtuluş öyküsü buna şekil verdi. Ortadoğu’nun en kuvvetli otoriter rejimlerinden biridir İran ve kurucu hikayesini o şok edici olaylara ve o hikayeleri içeride işlemesine bağlı.

Türkiye de bugün bir otoriterleşme dalgasının içerisinde. Kendime de soruyorum: Türkiye’de otoriter rejimlerin kuruluşuna altyapı oluşturduğunu düşündüğüm anti-Batı hissiyat ve kurucu hikayeler son 10 yılda yaşandı mı diye. Anti-Batı hissiyat Türkiye’nin kurucu dinamiklerinden bu yana “Sevr sendromu” olarak kendini gösteren ve haklı temellere de dayanan bir duygu. Ancak mesele bu duygunun içeride bir zümre tarafından kullanılması durumu. Türkiye’de bu hissiyatın kullanıldığı zamanlar Türkiye’nin demokrasiden uzaklaştığı yıllardır. Aynı anlama gelmek üzere, bir zümrenin – siyasetçi grubunun ve ona yakın olanların da – güçlendiği, güç devşirdiği ve iktidarını sağlamlaştırdığı yıllardır. Ancak kurucu hikayeler her zaman yaşanmıyor. Türkiye’nin yakın tarihinde toplumu şok edici ve derinden etkileyerek bir hipnoz durumuna sokan tek bir olay var: 15 Temmuz darbe girişimi. Bu olaydan sonra uzun süren bir OHAL, bu OHAL altında Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’ne geçiş yaşandı. Peki bu Türkiye’nin rejim değişikliğinde kurucu bir vaka mıdır? Şu ana kadar yaşananlar öyle olduğuna işaret ediyor. İktidarın bunu toplumsal atmosferi şekillendirmek için kullanması, bununla içeride düşman olarak görülen siyasal rakipleri baskılaması, kurumsal yapıyı otoriterleşme yönünde bükmesi ve lider yönetimini güçlendirmesi bazı işaretler sunuyor.

Önümüzdeki yıl yapılacak seçimler gerçekten de bir partinin ya da adayın seçimi değil, Türkiye’nin seçimi olacak. Son 10 yılda yaşanılan vakalar ve bunun toplumsal psikolojide bıraktığı hisler çok ağırdı ve iktidar tarafından daha fazla iktidar için kullanıldı. Nasıl ki otoriterleşme kendi hissiyatıyla geliyorsa, demokratik toplumun her şeye rağmen istediği demokratikleşme de kendi hissiyatıyla ve vakalarıyla gelecektir. Bu dönemde damgasını vuracak olan motivasyonlar Türkiye’nin yarını ve toplumun kendisi olmalı. Korku değil dayanışma duygusu olmalı. Cumhuriyetin ikinci yüzyılına korku ile değil dayanışma ve demokratik birlik duygusu eşlik ederse Türkiye rahat bir nefes alacak.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.