Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Öner Günçavdı yazdı: Kılıçdaroğlu’nun ÖTV indirimi ve popülizm tartışması

Sosyal medya üzerinden 25 Temmuz 2022 akşamı yaptığı açıklamada Sayın Kılıçdaroğlu, başkan seçildiğinde taşıt alımlarında ödenen Özel Tüketim Vergisi’ni (ÖTV) düşüreceğini söyledi. Şu an için kendisi resmen başkan adayı olmasa da yapmış olduğu açıklama ile muhalefetin muhtemel başkan adayının kendisinin olacağı bu vesileyle bir kez daha anlaşıldı.

Yapılan açıklama genel olarak kamuoyu tarafından olumlu bulunsa da, bazı önemli yazarlar ve kamuoyunca bilinen bazı iktisatçılar tarafından “popülizm” olarak nitelendi. Gerçekten Sayın Kılıçdaroğlu’nun bu vaadi basit bir ekonomik popülizm örneği olarak görülebilir mi?

Öncelikle kendi adıma bunun sıradan ekonomik bir popülizm örneği olarak görülemeyeceğini ifade etmek isterim. Zira siyasetçilerin önemli bir seçim öncesinde, ekonomik manada birtakım vaatlerde bulunması siyasetin doğasında var. Siyasetin bunlardan bağımsız düşünülmesi mümkün müdür? Zaten siyasi mücadelenin esası da budur. Yani ekonomi siyasetin dışsal bir alanı olarak görülemez.

Aslında herhangi bir vaade bu mantıkla yaklaştığınızda, muhalefetin ekonomiye ilişkin yapacağını söylediği her şey popülizm olarak nitelenebilir. O zaman siyasetçiler tarafından yapılan herhangi bir vaadin popülizm olup olmadığına nasıl karar verilebilir?

Buna karar vermenin en kolay yolu, yapılan vaadin toplumun geneline bir maliyet yükleyip yüklemediğine bakmaktır. Eğer siyasetçi, vaatleri bu tarz maliyetleri göz ardı ederek ya da bu maliyetleri önemsemeden yapıyorsa, yapılan vaadin popülizm olarak nitelenmesi mümkün olabilir. Dolayısıyla siyasetçilerin yaptıkları vaatlerinin doğuracağı olası ekonomik maliyetlerden bağımsız olarak değerlendirilmesi mümkün değildir.

Peki, Sayın Kılıçtaroğlu’nun yaptığı ÖTV açıklamasının bu haliyle ekonomide doğuracağı herhangi bir ek maliyetten bahsedebilmek mümkün müdür? Açıklamanın bu haliyle bunu bilmek mümkün değil.

Kanımca pazartesi akşamı yapılan açıklamadan sonra, bu konunun ÖTV özelinde kamuoyunda tekrar ele alınma ihtiyacı doğmuştur. Burada ele alınması gereken husus, neyin “ekonomik popülizm” olarak düşünüleceğidir; yoksa “siyasi popülizmin” ne olup, olmadığını tartışmak değil. Zira ikincisini AKP yirmi yıldır yapıyor zaten.

Rahmetli Dornbusch ve Edwards’in 1990’lı yıllarda Latin Amerika’daki uygulamalardan yola çıkarak yapmış oldukları ekonomik popülizm tanımı, genellikle biz iktisatçıların dikkate aldığı bir tanımdır. Kısaca herhangi bir uygulama, ekonomide yol açacağı ekonomik maliyetlere bakmadan, sadece sağlayacağı siyasi menfaat dikkate alınarak yapıldığında “ekonomik popülizm” olarak tanımlanabilmektedir.

İşte bazı iktisatçı arkadaşlarımızın Kılıçdaroğlu’nun ÖTV indiriminin bütçe gelirleri bakımından etkileri düşünülmeden, ithalata ve dolayısıyla döviz talebine yapacağı arttırıcı yönde etkiler düşünülerek yapılmış olması, bu vaadin popülist bir vaat olarak nitelenmesine vesile olmuştur. İlk bakışta bu uygulama Dornbusch ve Edwards’ın yaptığı basit tanıma da uygun görülebilir.

Fakat niteliği itibariyle bu uygulama diğer popülist uygulamalardan bazı farklılıkları ihtiva etmekte ve bundan dolayı da doğrudan popülizm olarak nitelenmesinin mümkün olmayacağı söylenebilir. Bu düşüncemin, açıklamak istediğim iki önemli dayanağı var.

Çok uzun yıllardır ülkemizde, ÖTV’den KDV alınmasını sağlayan ve tek amacı iktidarın herhangi bir kamu denetiminden muaf harcamalarına gelir temin etmek olan bir uygulama mevcut. Bu uygulama sadece otomobilde mi? İçki ve sigara gibi mallarda da uygulanan bir vergi bu. Hatta iktidar harcama yapmak için gelire ihtiyaç duyduğunda, kendi siyasi görüşlerinin de yönlendirmesiyle içki ve sigaradan alınan ÖTV oranlarını arttırmak ilk aklına gelenler arasında. Bu da bir bakıma popülizm değil mi? Araba ve içki fiyatlarının bugünkü fahiş seviyelerine gelmesinde bunca zamandır yapılan bu popülizmin payı yok mu?

ÖTV için vergilenen içkinin alkol içermesi gerekmiyor bile. Bildiğim kadarıyla bazı alkol ihtiva etmeyen, limonata gibi ürünlerde de bu vergi var.

Aynı şekilde, kamu maliyesi açısından cep telefonundan veya iletişimden alınan ÖTV’leri nasıl değerlendirebiliriz ki? Dahası bu tarz tüketimler çok mu özeldir ve çok dar bir kitleyi ilgilendiren tüketimler midir? Ya da lüks nitelenebilecek tarzda tüketimler midir?

Geçmişte belki. Ama bugün değil.

Biz iktisatçılar bir malın gelir esnekliğine bakarak lüks mü, gerekli mi diye ayrıştırırız. Hanelerin gelirleri azaldığında, tüketiminden hızla vazgeçilen mallar lüks mallardır. Bu malların gelirdeki değişimlere duyarlılıkları çok yüksektir. Öte yandan gelirdeki değişmelere duyarlılığı düşük olan mallar ise, “gerekli” mal olarak adlandırılır. Ekonomide kullanımı yaygınlaşmış ve herkesin tüketim sepetinde yer almaya başlamış, yaygınlaşmış olan malları bu grupta düşünmek mümkündür.

Son zamanlarda artan petrol fiyatları ve düşen reel gelir nedeniyle, insanların daha az araç kullanması beklenir hale gelmiş, bunun için de büyük şehirlerdeki trafik miktarı gözlenir olmuştur. Zaman zaman trafikte kayda değer bir azalma göremeyenler de bunu ekonomide kriz olmadığına yorumlamaktadırlar.

Burada sorun, vatandaşın üstü kapalı olarak araba kullanımı lüks bir tüketim olarak görmesidir. Öyle ya, ülkede ekonomik kriz varsa, insanların gelirlerinin azalmış ve arabalarında daha az kullanması beklenir. Bu durumda İstanbul trafiğinde gözle görülür bir rahatlamanın belirgin hale gelmesi gerekir. Ama görülen bununla taban tabana zıt bir durumdur.

Mevcut ekonomik koşullarda hala eskisi kadar araba kullanımına devam edilmesi krizin olmadığına yönelik bir gösterge olarak kullanılır mı bilemem. Ama benim anladığım, ülkemizde araba kullanımının insanlar için lüks olmaktan çıkmış, gerekli bir mal haline gelmiş olduğudur. Bu nedenle gelirlerdeki düşüşe rağmen insanlar araba kullanma talepleri azaltamamışlardır. Toplum değişmiş, ihtiyaçlar farklılaşmıştır.

Bu durumda araba bir lüks mal değilse, o zaman ÖTV gibi son derecede yüksek ve kısmen haksız bir vergiye neden konu olmaktadır?

Benzer bir gerekçeyi iletişimden alınan ÖTV’ler için de ileri sürmek mümkündür.

Bu düşünceyi destekleyen bir başka gerekçe de TÜİK’in kullandığı “maddi yoksulluk” ölçütleri arasında yer alan “bir hanehalkının arabaya sahip olup olmadığı” yönünde sorulan sorudur. Diğer bir deyişle TÜİK araba sahipliğini maddi yoksulluğun göstergelerinden biri olarak araştırmalarında dikkate almaktadır. Diğer maddi yoksulluk kriterleriyle birlikte düşünüldüğünde, hanehalklarının araba sahibi olamaması onların maddi olarak yoksul olarak tanımlanmasına yol açacaktır. Allah’tan insanlar hala araba sahibi olmakta ve trafikte kullanmaktadırlar. Aksi halde biz iktisatçılar bu durumu insanların maddi olarak yoksul olduğu şeklinde yorumlayabilirdik. Bu da göstermektedir ki, araba sahipliği lüks bir mal olarak düşünülemez.

O zaman ÖTV niye?

Elbette bunun cevabı, nasıl harcandığı hakkında hiçbir kontrolümüzün olmadığı kamu harcamalarına gelir olsun diye kullanışlı bir vergi olmasında yatmaktadır.

Artık uygulandığı alanlar itibariyle tüketimi “özeli” değil, aksine “geneli” ilgilendiren bir tüketim olmasına rağmen, bu verginin uygulandığı mal gruplarında herhangi bir değişikliğe gidilmemiştir. Gelir artışlarıyla birlikte tüketici tercihlerinde meydana gelen değişikliklere rağmen, ÖTV’nin uygulandığı mallarda değişiklik yapılamamıştır. Durum bu olunca da bugünkü haliyle ÖTV, hanehalklarının araba ediniminde bulunmaları için önemli bir engel haline gelmiştir. Çok daha önemlisi, bugünkü para politikasının bir yan etkisi olarak araba satın almak, tasarrufları olan hanehalkları için finansal bir araç haline gelmiştir. Bu da ülkenin ihtiyaç duyduğu mali kaynakların finansal piyasaların dışına çıkmasına yol açmıştır. Kaynak kullanımında etkinliği bozan bir etkiye neden yaratmıştır.

Yirmi yıl boyunca oluşturulan elverişli mali koşullar yoluyla temin edilen refah artışlarında, iktidarın kendi namına aldığı bir “pay” haline gelmiştir. Uygulanış şekliyle, refahı artan kesimlerin, yaptıkları tüketim ile memnuniyetlerinin bir göstergesi olarak iktidara verdikleri bir vergi haline gelmiştir.

Hatta Kılıçdaroğlu’nun vaadi doğrultusunda yapılacak olan indirim, araba sahipliği üzerinden alınan, dünyanın başka bir ülkesinde benzeri olmayan haksız ve yersiz bu verginin zamanla kaldırılmasıyla mevcut vergi sistemimizin normalleşmesine yardımcı olması beklenebilir. Sayın Kılıçdaroğlu’nun vaadi, vergi sistemimizdeki yapısal bir çarpıklığın giderilmesi yolunda atılması beklenilen çok sayıda adımların ilki olarak düşünülebilir.

Son derecede olağanüstü bir dönemde, geçici olarak uygulanması için hazırlanan bu vergi ülkemizdeki hükümetlerin ve iktidarların harcamalarına kaynak yaratabilmenin en kolay yolu olarak sonraki yıllarda kalıcı hale getirilmiştir. Bu nedenle kamuoyunun vergi sisteminde daha önce yeri olmayan, sadece siyasi bir “cinliğin” sonucu olan bu vergiyi bu derece sahiplenip, azaltılmasını popülizm olarak nitelendirilmek gerçekten ilginçtir.

Özellikle böyle bir uygulamanın vergi gelirlerini azaltıcını söylerken, beraberinde kamu harcamalarının miktarında ve içeriğinde herhangi bir değişime gidilip gidilmeyeceğini bilmeden popülist bir uygulama olarak nitelendirilmesine anlam vermek zordur.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.