Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Burak Bilgehan Özpek yazdı: Öfkenin iktidarı

Ala El-Asvani’nin “Diktatörlük Sendromu” isimli kitabı dilimize Barış Özkul tarafından kazandırıldı. Uzun zamandır bu kitabı okumaya niyetlenmiş ama vakit bulamamıştım. Nihayet kitabı okudum. Asvani, demokratikleşme ve otoriterleşme literatüründe soyut kavram ve kuramlarla ifade edilen birçok önermeyi, Mısır toplumundan örnekler vererek, kendi kişisel gözlemlerini ve hatıralarını bizlerle paylaşarak daha kolay hazmedilebilir bir şekilde okuyucuyla paylaşıyor. Her bakımdan ilginç bir kitap çünkü rejimin yasal ve ideolojik çerçevesinden daha çok Mısır gibi otoriter rejimler altında yaşayan toplumların travmalarına dikkat çekiyor. Yani baskıcı ve despot bir idareyi eleştirmekle yetinmiyor aynı zamanda bu tip yönetimlerin aslında toplumlarla kurdukları sorunlu bir ilişki olduğunu da iddia ediyor.

Bunu yaparken Asvani’ye Etienne de la Boetie rehberlik ediyor. Boetie, “gönüllü kulluk” kavramından bahsediyor ve bir piramit şeklinde örgütlenen baskıcı rejimlerin sadece zorbalıkla değil aynı zamanda kurduğu piramitin içine aldığı insanların rızasıyla ayakta kaldığını söylüyor. Asvani ise bize günümüz Mısır’ında sıradan insanlardan, entelektüellere, askerlerden akademisyenlere kadar birçok kesimin nasıl gönüllü şekilde kul olduğunu örnekleriyle anlatıyor.

Kitabı özetleme derdinde değilim. Çok fazla methetmeye de gerek yok zaten. Ancak, Mısır toplumunu uzun süre meşgul eden bir tartışmanın, aslında otoriter sistemlerin toplumları nasıl ilkelleştirdiğini anlamamız açısından önemli olduğunu düşünüyorum. Asvani, Mısır’da yayınlandıktan sonra büyük fırtına koparan bir kitaptan bahsediyor. Kitap, 1982 yılında Suriye’de yayınlanıyor ve pek ilgi çekmiyor. Ancak 2000 yılında Mısır Kültür Bakanlığı tarafından yeniden basılınca büyük bir tartışmanın fitilini ateşliyor. Suriyeli romancı Haydar Haydar tarafından yazılan “Yosun Ziyafeti” romanında, Komünist Parti üyesi bir Iraklı’nın Cezayir’e kaçışı konu ediliyor ve kahramanın ateizmi savunan görüşleri Mısır’da dindar kesim tarafından büyük tepkiyle karşılanıyor. El Ezher, romanın şeriata aykırı olduğunu söylüyor ve kitabın basılmasına izin veren Kültür Bakanlığı’nı kınıyor. Müslüman Kardeşler ise öfkeyi hem örgütlüyor hem de körüklüyor. Günün sonunda bu mesele, Mısır kamuoyunun tam göbeğine yerleşiyor ve öfkeli insanların sloganları, küfürleri eşliğinde televizyonlarda tartışılmaya başlıyor. 

Bu öfkeli insanlara kitabı okuyup okumadıkları sorulduğunda genellikle “hayır” cevabını alıyor televizyondaki tartışmayı yöneten sunucu. Dine hakaret eden bir kitabı okumanın zaman kaybı olduğunu  söylüyor insanlar. Asvani bu noktada ilginç bir tespit yapıyor ve aslında bu tip durumların, otoriter rejimlerde sık yaşanan ve yaşanması gereken bir durum olduğunu söylüyor. Zira sıradan insanlar, güvenli bir alanda konumlanarak, kendilerinden daha zayıf bir insanı ezmenin tadını çıkartmışlardı. Her biri, okumadıkları ama etleriyle, kemikleriyle nefret ettikleri zayıf bir düşmana karşı akıl almaz derecede zalimce davranıyordu.

Bu mesele bana aslında tanıdık infialler ile kellesi alınan, itibarsızlaştırılan, linç edilen insanlara günümüz Türkiyesi’nde de sıkça rastladığımızı hatırlattı. Otoriterlik hepimizi travmatik hale getirdi. Sınırlı bir muhalefet yapma alanına sıkıştık ve en sıradan eylemler bile politikleştirilip bir kültür savaşının sembolü olarak görülüp ya fanatik bir şekilde kutsanıyor ya da şeytanileştiriliyor. Kendimizi sürekli olarak izah etmek, ezbere yapılan tanımlamaların dışında olduğumuzu ispat etmek zorundayız. İnsan böyle yaşayamaz halbuki. Vatandaşlar, adalet duyguları tatmin olmadan yaşıyorlar ve sürekli olarak bir aldatılmışlık hissi içindeler. Bütün bunların üzerine bir de ekonomik sıkıntılar eklendi son senelerde. Gençlerimiz hem gelecek kaygısı hem de tatminsizlik yaşıyor. Bunların hepsi, birbirimize karşı cellatlaşmamızın ve birbirimizin Erdoğan’ı olmaya hevesli olmamızın zeminini hazırlıyor. Yaşadığımız hayatın hiyerarşik örgütlenmesi ve başka türlü bir ilişki kurmanın mümkün olmaması gündelik hayattaki ilişkilerimizi de müzakere ederek, muhatabımızı eşit kabul ederek kurmamıza müsaade etmiyor. Bunun yerine kendimizi ahlaki olarak üstün görmeyi ve bizi rahatsız eden kim varsa onu cezalandırmayı seçiyoruz. Adına ister dini hassasiyet deyin, ister sınıf kini, isterse milli menfaat, kendi pozisyonunu Erdoğan karşıtlığı üzerinden kuran her kesimin aslında kendisi gibi düşünmeyen herkese adete bir Erdoğan gibi davranması tesadüf değil. Oluşan politik kültür hepimizi etkiliyor. Özellikle doğduğu günden bu yana AKP iktidarına tanık olan ve siyasetin rakiplerini aşağılamak, yaftalamak ve cezalandırmaktan başka bir şey olmadığını gören gençler arasında bu durumun daha da yaygın olduğunu söylemek mümkün.

Seçimlere yaklaşırken binlerce insan kişisel sohbetlerinde, sosyal medya platformlarında veya aile-eş-dost arasında muhalefetin kimi aday çıkartması gerektiğini tartışıyor. Bu tartışmalar o kadar hararetli seyrediyor ki, kendi kafasındaki aday dışında bir ihtimali bile duymaya tahammül edemeyen birçok insan agresifleşiyor. Erdoğan muhalifleri şu anda en çok kendi aralarında kalp kırıyorlar açıkçası. Halbuki, otoriter sistemlerin toplumu şekillendirdiği, adeta birbiriyle simbiyotik bir ilişki içinde olduğu gerçeği bize hiçbir şey öğretmiyorsa bile tek bir şey öğretmeli: Muhalif olmak hükumetin ikbaline destek olmamak anlamına gelmez. Eğer birbirimize, Erdoğan’ın bizlere davrandığı gibi davranmaya devam edersek, meşrulaştıracağımız tek şey hakaretin ve şiddetin bir norm olarak politik hayatımıza egemen olmasıdır. Ki bu mevcut siyasi aktörler arasında bu oyunu en iyi kimin oynadığını tartışmayı bile gerekli görmüyorum. 

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.