Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Cengiz Özdemir yazdı: Arşiv meselesi

Sosyal tarihimizin önemli bir parçası olan arşivlerin korunmasında maalesef son derece sıkıntılı bir pratiğimiz var. Gün geçmiyor ki arşiviyle bilim dünyasına ışık tutacak bir kişinin evrakları bir müzayedede parça parça satılmasın. Adeta lime lime edilen bir et parçası gibi kapanın elinde kalmasın. Tek başına önemli bir külliyat iken bağlamından koparılan ve sadece bir “efemera” gözüyle bakılan bu belgeler çeşitli evlere dağıtılan yetim kardeşler gibi bir daha asla bir araya gelemiyor. Bunun geçmişte çok örneğini gördük. Vakıflar, üniversiteler, dernekler, okullar vb. birçok kurumun damgasını taşıyan evraklara, kitaplara, dosyalara sahaflarda rastlamanız mümkün. Bunların bazıları -eğer şanslılarsa- kıymetini bilen insanların eline düşüyor ve bilim dünyasına yeniden kazandırılıyor. Bunun en bilinen örneği “Dîvânu Lugâti’t-Türk” adlı eserin Ali Emiri tarafından Türk kültür dünyasına kazandırılmasıdır. Eğer o yazma Ali Emiri’nin değil de başka birinin eline geçseydi mazimizdeki binlerce kayıp metinden birisi olarak yer alacaktı. Belki birkaç kopyasına Batı kütüphanelerinden ulaşılabilinecekti. 

Malum, Batı kütüphanelerinde bizdeki kütüphanelerden çok daha fazla orijinal esere ulaşmak mümkündür. Üstelik bu eserlerin pek çoğu bağlamından kopartılmadan bir bütün olarak yüzyıllar boyu muhafaza edilmiş. 16. yüzyıldan başlayarak Osmanlı topraklarına yolu düşen pek çok büyükelçi, konsolos, tüccar, gezgin vs. çarşıya pazara düşmüş birbirinden kıymetli el yazmalarını toplamış ve memleketlerine götürmüşlerdir. Bazı aydınlar bu duruma milliyetçi hislerle tepki göstermişlerse de bir yandan da bu koleksiyonların Batı’ya götürülüp çeşitli üniversite, vakıf vb. kurumlara bağışlanması onların muhafazası açısından olağanüstü bir imkan haline gelmiştir. Hele ki dijital çağda bunların artık açık erişime açılmasıyla ve bu belgelerin artık “bir tık uzağımızda” hale gelmesiyle. Büyükelçiler, tüccarlar, gezginler Kapalıçarşı sahaflarındaki müzayedelere katılarak topladıkları birbirinden kıymetli kitapların bir kısmını en azından koruyabilmişlerdir. Bugün Osmanlı tarihçilerinin en büyük veri kaynaklarından biri bu yabancı arşivlerdir. Venedik arşivleri olmadan, Salamanca arşivleri olmadan, Alman arşivleri olmadan, İngiliz ve Fransız arşivleri olmadan Osmanlı tarihi yazımında büyük sıkıntılar yaşanırdı. 

Bu büyükelçiler için özel olarak hazırlanan albümler ise Osmanlı resmi içinde “çarşı ressamları” adı altında anonim bir akım doğurmuştur. Sadece yabancılar için hazırlanan kıyafet albümleri, şehir manzaraları vb. Osmanlı gündelik hayatı adına çok önemli belgelerdir. 

Bizlerin arşiv saklayamama konusundaki başarısızlığımız geçmişte bugünden çok daha belirgindi. Osmanlı arşivlerinin 19. yüzyılın ikinci yarısında 40-50 yıl boyunca Topkapı Sarayı’nın damı delik bir odasında çürümeye terkedilmesi en bilinen örneğidir. Aynı şekilde bu arşivin kilo işi Bulgaristan’a satılma girişimi vs. vs. Tüm bunların yanı sıra saray arşivlerinin ve birbirinden kıymetli el yazmalarının Kapalıçarşı müzayedelerinde dağılıp kaybolması bu kayboluş sürecinin en çarpıcı örnekleridir. Bugün bile mevcut arşivlerin yeterince iyi korunduğu söylenemez. Şehir Üniversitesi’nin kapatılmasıyla yılların birikimiyle oluşturulmuş arşivinin başına gelenler ortada. Bunun dışında vakıflara, üniversiteler, derneklere, kurumlara ait belgelerin nasıl piyasada dağılıp gittiğine dair yüzlerce hikaye dinliyoruz.

Doktor Hikmet Kıvılcımlı’nın arşivi bugün Hollanda’da. Son derece iyi şartlarda korunduklarını bizzat bir araştırmacıdan öğrendim. Arşivlerin korunması son derece yüksek maliyetli yatırımlar istiyor. Batı’da sadece bunun için kurulmuş vakıflar, merkezler var. Bugün dijital çağda, sınırların ve mesafelerin giderek belirsizleştiği bir dönemde bir arşivin Türkiye’de, Hollanda’da yahut Amerika’da olmasının bir öneminin olmadığını düşünüyorum. Cüzi bir abonelik vs. ücret karşılığında online olarak yahut bizzat gidip yerinde çalışarak bu evraklara ulaşmak mümkün. Belki 30-40 sene önce çok daha meşakkatli olan bu işler bugün artık çok daha kolay. Batı’daki arşivlerin önemli bir kısmı dijital ortama atıldı, diğerleri de hızla atılıyor. Bizde kurumların arşivleri dijitalize etme hızı çok yavaş. Bu açıdan milliyetçi duygularla geçmişte yurtdışına götürülmüş bu eserlerin geri getirilmesini istiyoruz ama bazen de iyi ki götürülmüş, en azından dağılmadan belli bir bütünlük içinde korunmuş da diyorum.

Bir zamanlar bir sahaf abimiz, “Bizim en büyük kaynağımız hayırsız evlatlardır” demişti. Bir insanın hayatı boyunca biriktirdiği kitapları birkaç gün içinde bir sahafa yollayıp bir an önce evini satışa çıkartmak bizde milli bir spordur. Geçenlerde sosyal medyada birkaç ay önce ölmüş tıp profesörüne ait bazı eşyaların bit pazarına düştüğünü görünce bunları düşündüm.

Herkese iyi hafta sonları.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.