Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Öner Günçavdı yazdı: Geleneksel siyasetin kalkınmacı yaklaşımı günümüzün demokrasi arayışına çare olur mu?

Günümüzde üretim ilişkilerinde önemli gelişmeler yaşıyoruz. Geçen haftaki yazımda üretim faktörlerinden emek ve sermaye arasındaki mücadelenin siyasi üst yapıya yansımalarını ele aldım.

Yirminci yüzyılın sanayi toplumu içinde yaşanan emek ve sabit sermaye arasındaki mücadelenin zamanla sonuna gelindiğinin, yaşanan üretim süreçlerindeki değişimin ardından, farklı üretim faktörlerinin bu mücadeledeki artan öneminden bahsettim. Özellikle siyasette, bir grup davranışına yol açan sabit sermaye sahipliğinin yerine “beşeri sermayenin” geçmeye başlamasıyla ortaya çıkması muhtemel emek-sermaye mücadelesini ele aldım. Bu bağlamda değişen mücadele şeklinin siyasi yansımalarının olması gerektiğini ifade etmeye çalıştım. Bu konunun gündelik hayatımızda çok daha önemli olacağını ve gündelik rutinlerimizde zamanla çok daha belirgin olacağını şimdiden düşünebiliriz. Bu yüzden konuya bu hafta da devam etmekte yarar olacağını düşünüyorum.

Ekonomide yaşanan böyle bir dönüşümün elbette siyaset kurumu üzerinde de yansımaları olacaktır. Hem söylemde, hem de siyasi uygulamalarda farklılıklara neden olacaktır. Üretimde beşeri sermayenin rolü arttıkça, siyasette de “birey” ve bireysel yaratıcılığı destekleyecek “özgürlükçü” bir söylem, bugünün “devlet” ve “beka” eksenli milliyetçi söyleminin yerine geçecektir. Günümüzde Batılı ülkelerin de dâhil olduğu birçok ülkede yaşanan totalitarizm eğilimindeki artışlara rağmen, içinde bulunduğumuz ekonomik gerçekler zamanla bireyi tüm bu ülkelerde öne çıkarırken, özgürlük ve demokrasi siyasi talepler arasında yer alacaktır.

Bu şekilde bireyin ekonomi ve siyasette artacak olan önemi, bizim gibi ülkelerde kalkınma sorunlarını ele alışımızda yeni yaklaşımlar geliştirmemize olanak sağlamaktadır. İster istemez “birey odaklı” ve “bireyi ekonomik manada özgürleştiren” bir kalkınma yaklaşımına ihtiyaç doğmaktadır.

Aslında kalkınmada birey odaklı yaklaşım daha önce Nobel ödüllü iktisatçı ve filozof Amartya Sen’in dikkat çektiği bir konudur. Bu yaklaşım aynı zamanda bireyin özgürleşmesinin bir aracı olarak da insan odaklı kalkınmanın önemine vurgu yapmaktadır. Ancak son yıllarda yaşadığımız ekonomik ve siyasi gelişmelerin yol açtığı yeni ihtiyaçlar, bu yaklaşımın önemini çok daha fazla gözler önüne serdi.

Kamuoyu “Amartya Sen” ismini doğrudan bilmese de en azından bir kısmı onun geliştirilmesine vesile olduğu Birleşmiş Milletler İnsani Kalkınma Endeksleri’ne aşinadır. Sen, insan odaklı bir kalkınma yaklaşımının savunucusudur ve kalkınmada bireyin ekonomik özgürleşmesinin önemine dikkat çekmektedir. Bireylerin vasıf ve kabiliyetlerinin gelişimini ve onların birçok mal ve hizmete erişimini sağlayacak mekanizmaların oluşturulmasını bireyin ekonomik özgürlüklerini kazanırken önem arz eden hususlar olarak görür. Öte yandan bireyin maruz kalacağı tercih imkânlarının geliştirilmesi de günümüz kalkınma yaklaşımının bir unsuru olarak görülmektedir.

Bireyi kalkınmanın odağına koyduğumuzda, doğal olarak kamuculuk ve kamunun ekonomideki rolünü de yeniden tanımlamak zaruri hale gelmektedir. Kalkınmacılığın anlamında meydana gelen bu değişime dikkat çekmek için, yirminci yüzyılın sanayi toplumunda uygulanan kalkınmacılığın ne anlama geldiğinden bahsetmekte yarar var.

Yirminci yüzyılın kalkınmacılığı, ülkelerin eksikliklerini çektikleri alanlarda maruz kaldıkları “arz açıklarını” gidermeye ve bunu gerçekleştirecek üretim kabiliyetine erişebilmek için gereken sabit sermaye birikimini sağlamaya odaklanmıştır. Bu nedenle uzun yıllar kalkınmayı birey odaklı ele almak yerine, bir bütün olarak toplumsal boyutu ile almak en popüler bakış açısını oluşturmuştur. Bu anlayış içinde ülkenin üretim imkânları gelişirken bireyin refahında da de facto bir artışın yaşayacağı düşünülür. Diğer bir deyişle böyle bir sürecin ekonomide yol açacağı gelir dağılımı sorunları dışsal olarak ele alınır. Dahası çok uzun bir süre gelir dağılımı sorunlarını ele alan kalkınma yaklaşımları bir bütün olarak uygulanan kalkınma stratejisinin eleştirisi olarak ele alınmıştır.

Sanayi toplumu olma hırsı, gelişmekte olan ülkelerdeki siyasilerin temel motivasyonunu oluştururken, geleneksel sektörlerin hâkim olduğu bir ekonomiden sanayi toplumuna dönüşüm ve bu maksatla sanayi sermayesi birikimi sağlayacak politikaların uygulanması, Türkiye’nin de dâhil olduğu bu ülkelerin kalkınmacılığında temel amaç olmuştur. Dahası kalkınma literatüründeki kimileri bu sermaye birikimi sürecinde “kamunun” aktif rol oynamasının gerekliliğine inanmışlardır. Bir bakıma bu çok uzun yıllar yirminci yüzyıl kamuculuğunun da temel amacını oluşturmuştur. Bu görüşün savunucularına göre, kamunun sabit sermaye birikimi sürecine dâhil olması ekonomide eksikliği çekilen sabit sermaye eksikliğinin çok daha çabuk giderilmesine olanak sağlarken, bu şekilde gelişmiş piyasa ekonomilerini çok daha çabuk yakalayabileceklerdir. Tekrar etmekte fayda var. Bu yaklaşımda bir bütün olarak ülkenin gelir düzeyinin artması hedeflenirken, üstü kapalı bir şekilde bu artıştan herkesin eşit pay alacağı gibi bir varsayım bulunmaktadır. Gelir dağılımı meseleleri arızi konulardır.

Öte yandan diğer bir görüşe göre de, sermaye birikiminde aktif rol alan kamunun, kaynakların kullanımında yeterince yüksek etkinlik sağlayamayacağı düşünülerek, bu durumun ülkenin sermaye birikim sürecini yavaşlatacağı ve neticede kalkınma bakımından gelişmiş ekonomilerin yakalanmasının yavaşlayacağı iddia edilmişti. Dikkat edilirse bu iki görüş arasındaki farkın öznesini ülkenin topyekûn sermaye birikim sürecinin kimin eliyle daha iyi yapılabileceği konusu oluşturmaktadır.

Aslında yirmin yüzyıl boyunca ülkemizdeki kalkınma tartışmaları da büyük ölçüde bu bakış açısı etrafında yaşanmıştır. Doğal olarak sermaye birikimi sürecinde kamunun rolü etrafında oluşan bu bakış açısının siyasi yansımalarının olmaması mümkün değil. Doğal olarak her iki görüşün de siyasi destekçileri oldu ve o destekçiler vesilesiyle dönemin siyasi gelişmeleri şekillendi. Ancak bu kalkınma anlayışına dayanarak uygulanan kalkınma politikalarının yol açtığı gelir dağılımı ve yoksulluk gibi sorunların bugünlerde ulaştığı seviye bu kalkınma anlayışının da tekrar ele alınması gereğini doğurdu. Bu sorunların, önerilen ve sadece sermaye birikimini esas alan kalkınma yaklaşımlarında gelir dağılımı ve yoksulluk gibi sorunların eskiden olduğu gibi dışsal sorunlar olmadığı, bizzat bu uygulanan politikaların bir sonucu olduğu görüşü yaygınlık kazanmıştır. Yoksulluğu ve eşitsizlikleri uygulanan kalkınma modelinin içsel unsurları olarak düşünmek, kalkınma yaklaşımının daha birey odaklı ele alınmasını gerekli kılmaktadır.

Şimdilerde karşı karşıya kaldığımız sorular şunlardır: Sanayileşmeyle birlikte sabit sermaye birikiminin de önemi azalırken, bunun kalkınma iktisadına yansımaları var mıdır? Dahası olmalı mıdır? Yoksa iktisadi koşullar değişse de sabit sermaye birikimini hala kalkınmanın odağına kaymalı mıyız?

Kanımca ekonomide yaşanılan yapısal dönüşümlerle tahammül sınırlarını aşan bir şekilde önemli hale gelen, toplam refah değil ama bireyin refahını merkeze koyan bir anlayış yaygınlık kazanmaya başladı. Sermaye birikiminin özel mi, yoksa kamu eliyle mi daha hızlı sağlanacağı sorunu yerine, bireyin özel ve kamu mallarına erişimi kabiliyetinin geliştirilmesi, seçim yapabileceği tercihlerin arttırılması gibi arayışlar önem kazanmaya başladı.

Genel olarak ifade etmek gerekirse, bireyin “piyasaya erişiminin” önündeki engelleri aşmasına olanak sağlayacak kabiliyet ve imkânlarla donatılması ve bu yolla bireyin ekonomik özgürlüğe ulaşmasının sağlanması günümüzdeki kalkınmacılığın temel dayanağını oluşturmaya başlamıştır. Demokrasi ancak böyle bir özgürlüğü temin edebilmiş bireylerle mümkündür. O yüzden birey, yeni kalkınma anlayışının öznesi olmakta ve ülkeye demokrasi vaat eden bir siyasi anlayışın da bireyi özgürleştirecek bir kalkınma anlayışını benimsemesi zaruri olmaktadır. Bu yöndeki politikalarla kamuoyuna öncülük yapılıp, desteklenmesi gerekmektedir.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.