Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Ali Hakan Altınay yazdı: Önyargılara karşı çok da önyargılı olmamak lazım

Önyargıların yanlış ya da her halükarda olumsuz bir şey olduğunu düşünürüz çoğu zaman. Lakin, son zamanlarda zihinbilim bize biraz daha nüanslı olmamız için çok sayıda neden, bulgu ve hipotez üretti. Ne yazık ki sadece diğer bilim dalları – mesela sosyal bilimler – değil, dünyayı daha iyi bir yer yapma çabasında olanlar da çoğu zaman bu bulguları önemsemiyor. Becerebilirsem, bugünkü yazıda bunun önemli bir hata ya da ihmal olduğunu göstermeye çalışacağım.

Bahsetmek istediğim ilk çalışmada bir kafese yerleştirilen farelere kafes zemininden ölümcül olmayan dozda elektrik veriliyor ve kısa sürede farelerin midelerinde 8 milimetrelik ülser yaraları oluştuğu gözlemleniyor. İlk varsayım bu yaraların verilen elektrik şokunun direk sonucu olduğu. Aynı tür farelere aynı kafeste aynı dozda elektrik, bir zil sesinden 5 saniye sonra verildiğinde, ülser yaralarının 2 milimetre olduğu gözlemleniyor. Yani, ilk bakışta 8 milimetre olduğu varsayılan elektrik şokunun zararı aslında 2 milimetre ve aradaki fark bu şoka beklenmedik zamanda maruz kalmanın etkisi. Kendimizi 5 saniye gibi kısa bir sürede bile olsa bir tatsızlığa hazırlayacak imkanımız olduğunda, şokun bizdeki rahatsızlığını dörtte bire indirebiliyoruz. Başka bir ifadeyle her an, her olasılığa hazırlıklı olmak çok zor, hatta imkansız. Eğer hayatta kalmak ya da verimli bir sisteme sahip olmak istiyorsak, geleceğin neleri içerebileceğine dair bir haritamız ya da öngörümüz olması gerekiyor. Geleceğe dair öngörülerimiz değişmez değil. Beklediğimiz olmadığında öngörü sistematiğimizi düzeltme, güncelleme kapasitesine sahibiz ama bir sonraki ana her şey olabilir varsayımıyla değil, ne olabileceğimize dair elle tutulur, net bir varsayımla giriyoruz.

Biraz düşünürsek, konuşulanları anlama sistematiğimiz de çok benzer: Hiçbirimiz – en azından anadilimizde – muhatabımızın ne dediğine karar vermek için cümlesini bitirmesini beklemiyoruz. Muhatabının konuşmaya başladığı anda ne söyleyeceği konusunda birçok olasılık varken, daha cümlenin ortasına gelmeden seçenekler hızla azalıyor. Yeni öğrendiğimiz diller için ise böyle bir öngörü sistematiğimizin oluşması zaman alıyor ve o yüzden az bildiğimiz dilleri anlamaya çalışırken çok yoruluyoruz.

Nobel ödüllü psikolog Daniel Kahneman bu konuda en yaygın şekilde bilinen formulasyonu üretti. Kahneman iki tür zihinsel vitesten bahseder: Sistem 1 ve Sistem 2. Sistem 1 dediği mekanizma bir tür oto-pilot. Çok gayret göstermeden, üzerine pek düşünmeden ve sık yaptığımız işler için Sistem 1’i kullanırız. Sistem 2 ise üzerine düşünmemizi, aktif muhakememizi gerektiren olaylarda devreye giriyor. Kulağa daha cazip, daha yetkin gelen Sistem 2 ile ilgili sorun sadece yavaş olması değil, çok fazla kaynak gerektirmesi. Bütün gün oturarak satranç oynayan iyi bir oyuncu yaklaşık 6000 kalori yakıyor; halbuki sıradan bir günde ortalama insan için bu rakam 2000 kalori civarında. Belki daha doğru örnek, dünyaya ilk geldiklerinde gayet tombik olan bebeklerin enerji kaynağı yağlarının ilk tahminimizin tersine yeni kaslara değil beyindeki yeni nöronlara ve bağlantılara dönüşmesi. Bebekler için her şey yeni ve o kadar yeniliği algılamak ve hayata dair bir beklenti deseni üretmek olağanüstü çok enerji gerektiriyor. Eğer hala ikna değilseniz, her gün gidip geldiğiniz yoldan eviniz ile işiniz arasında bir saat araba kullanmanın sizde yarattığı yorgunluk ile bilmediğiniz bir kentte kiralık bir araba ile bir saat yol gitmenin yorgunluğunu karşılaştırın. İlki Sistem 1 ile yapılan bir iş iken, ikincisi Sistem 2’yi devreye sokmayı gerektirir ve çok daha yorucudur. Aynı olgunun bir başka tezahürü “müze yorgunluğu” ismi verilen deneyim. Müzeler illa uzun mesafeler yürütmez bize ama çıkışta alışık olduğumuzdan daha yorgun hissederiz çünkü her sergi vitrini, her uyaran yenidir ve bizden alışık olduğumuzun ötesinde sistem mesaisi ister.

Bize açık fikirli olmamızı salık veren, bizden bunu talep eden ve hatta bunu yapmadığımızda kötü ya da eksik insanlar olduğumuzu ima eden çok kurum ve kişinin bahsettikleri şeyin ne kadar zor, bilişsel olarak pahalı bir talep olduğunu bilmeden yaptıklarını sanıyorum. Her an, her şey olabilir gibi davranmak, her ana büyük bir açık fikirlilikle yaklaşmak bedenimizin üretebileceği enerjinin çok ötesinde bir kaynak gerektirir. Başka bir deyişle, bu doğrucu talep gayet gayri insani bir talep. Bu konudaki önemli kaynaklardan Mahzarin Banaji ve Anthony Greenwald’ın kaleme aldığı “Blindspot: Why Good People Have Hidden Biases” ne yazık ki hala Türkçe’ye çevrilmedi. Alt başlıkta “good” (iyi) sıfatının kullanılmasını ben kendi adıma çok önemli, değerli buluyorum.

Zihinbilim dünyasından evvel Fransız filozof Simone Weil gibi içgörülü düşünürler bu meselenin farkındaydı. Weil birisine dikkatinizi vermeyi “ona yapılabilecek en büyük cömertlik” olarak tanımlar. Dolayısıyla, Kahneman, Banaji ve benzerleri bu meseleleri keşfetmediler… sadece bilişsel altyapımızın kısıtlarına dair verileri bizim için derlediler.

Peki bu durumda, önyargılarımızla yaşamaya mahkum muyuz? Yapılabilecek hiçbir şey yok mu? Banaji’nin çalışmaları önyargılardan haberdar olmanın otomatik olarak onlardan arınmak anlamına gelmediğini çok çarpıcı örneklerle anlatıyor. Belki kitabı edinerek kendi keşfedenler olur düşüncesiyle, şimdi onlardan bahsedip sizi o keşfin ilginç sürprizlerinden mahrum etmeyeyim.

Benim işe yaradığını gözlemlediğim çözüm yöntemi insanların daha açık fikirli olmalarını istediğimizde, onların bilişsel yükünü hafifletmek zorunda olduğumuzu gösteriyor. Daha önce de örnek olarak bahsettiğim Boğaziçi Avrupa Siyaset Okulu’nda bir haftalığına yemek, geceleme, gün içi ulaşım gibi planlanması ve hayata geçmesi önemli bilişsel yük getirebilecek başlıkları bütün katılımcılar için iyi niyetli bir organizasyon grubu hallettiğinde ötekini can kulağıyla dinlemek için imkan yaratabileceğini bizzat deneyimledik. Hayatın tamamı böyle geçmeyecektir elbette ama hepimizin belli aralıklarla böyle imkanlara niçin hakkımız olmasın?

Yine zihinbilim araştırmalarından öğrendiğimiz bir başka olgu da akut dertlerle ilgili bir uyaran olduğunda, sınırlı bilişsel kapasitemizin hızla oraya kaydığı. Örnek vermek gerekirse; para problemleri olan birisine kredi kartı, kira vs. dediğinizde bir sonraki cümleyi duyması çok zorlaşıyor. Benzer şekilde bir yakınının sağlık meseleleriyle uğraşan birisine, reçete, doktor vs. dendiğinde, sizi dikkatle dinlemeye devam etmesi çok zorlaşıyor. Böyle olunca, Ramazan ayına rastgelen bir Onur Yürüyüşü’nde “Şaban’la Recep’in aşkına Ramazan engel olamaz” dendiğinde, bir meseleyi anlatmayı umduğunuz toplumun önemli bir kesimini hızlıca kaybedeceğinizi öngörmek zor değil. Yaptığınız ifade özgürlüğü kapsamına girer ama geçen yazıda tarif etmeye çalıştığım iyi niyet temelli ilişki kurma kapsamına girmez. Tersinin örneğini sevgili Hrant Dink bizlere gösterdi: Hrant da zor bir konudan bahsetmek istiyordu ve bunu kibirin söz konusu olmayacağını çok yürekli şekillerde baştan kanıtladığı ilişkiler kurmakta inat ederek yaptı. Hrant, aynı Simone Weil gibi, Kahneman verilerini görmemişti ama akleden kalbiyle insanı biliyordu.

Velhasıl, açık fikirlilik kolay bir hedef değil. Eğer mükemmeliyet çok uzak ve tam da o yüzden iyi anlamda insani faniler mevzubahis ise biraz daha ince iş ve sabır yararlı olabilir.

Mektup adresi:
Ali Hakan Altınay
Silivri Ceza İnfaz Kurumları Kampüsü
Semizkumlar Mah. Çanta Cad. No: 162
Silivri Kapalı Cezaevi (9 no’lu Cezaevi), Koğuş: A47
İstanbul

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.