Bu aralar ülkedeki herkes kırk yaş altında olanlara konuşuyor.
Amaç, geçmişi bilmedikleri düşünülenlere, o günleri görme imtiyazına erişmiş olanların hatırlatmalarda bulunması; yani bir çeşit “subliminal” mesaj vermek. Yani geçmişte yaşanılanlar üzerinden, bugün üzerine çaktırmadan mesaj verebilmek. Lakin herkes mesajını siyasi olarak bugün durduğu yeri dikkate alarak verdiğinden, anlatılan geçmişten de ders alabilmek imkânsızlaşıyor. Konu geçmişte yapılan hataların veya başarıların sorumluları üzerinden taraftar toplamaya indirgeniyor.
“Yaşı kırkın altında olanlara” seslenildiğinde bazen alındığımı söylemeliyim. Ne bileyim kendimi dışlanmış hissediyorum. Zira bu söylenilen yaş referansını içeren söylemlerin, yaşı kırkı aşmışlara “Sen ihtiyarsın” demenin yeni bir şekli olduğunu düşünüyorum.
Yapmayın n’olur?
Bir fikri, geçmişle ilgili bir uygulama veya deneyimi değerlendirebilmek için böyle bir referans yaş aralığına ihtiyaç var mı Allah aşkına?
Böyle bir söyleme karşı benim gibi yakın dönem iktisat tarihi anlatan öğretim üyeleri ne yapmalı? 1980’leri veya 1970’leri anlatırken, yeni yaş limitleri mi oluşturmalı hedeflenen kitleyi belirlemek için. Bugüne kadar kimsenin geçmişte yaşananları anlatmak için bir yaş aralığı verdiğini duymadım.
Şaka bir yana, sanırım son zamanlarda yaygınlaşan bu referansın amacı AKP’nin yirmi yıllık iktidarı öncesi yaşanan “iyi” ve/veya “kötü” uygulamalara dikkate çekmek.
Ama bazı konularda AKP öncesi yaşananların ve o günlerin değerlerinin bugün kırk yaş üstünde olan kesimlere de hatırlatılmasında yarar yok mu sizce? Ya da geçmişteki hayatımızın doğal akışı içinde yer alan bazı değerlerin bugün için de geçerliliği yok mudur?
Örneğin geçmişte sürekli duymaya alıştığımız ve duydukça da bu kadar çok tekrarlanmasına anlam veremediğimiz bazı evrensel değerlerimizin hatırlatılması…
Sadece kırk yaş altına değil, aynı zamanda bu değerleri unutmuş görünen kırk yaş üstüne de hatırlatmakta fayda var sanırım.
Medyascope'un günlük e-bülteni
Andaç'a abone olun
Editörlerimizin derlediği öngörüler, analizler, Türkiye’yi ve dünyayı şekillendiren haberler, Medyascope’un e-bülteni Andaç‘la her gün mail kutunuzda.
Daha dün gibi hatırlıyorum.
Ülkemizin dokuzuncu Cumhurbaşkanı merhum Süleyman Demirel daha başbakanlık yaparken, kendisine yöneltilen suçlamalara karşı yaptığı konuşmalarda, sıklıkla kullandığı birtakım laflar olurdu. Bıkmadan usanmadan tekrar ederdi bunları.
Bunlardan biri de “Türkiye bir hukuk devletidir” sözüydü.
O günlerin Türkiye koşullarını düşününce, sürekli tekrar edilen bu ifadeye insan bir anlam veremiyor. İtiraf etmeliyim ki, çocuk halimle radyolarda, televizyonda yapılan konuşmalarda bunu duymaktan gına gelmişti.
Peki diğerleri farklı mıydı? Hayır. Onlar da zaman zaman benzer söylemlere sığınırdır.
O günlerde “yaşı kırkın altında” olan bir vatandaş olarak, devlet yetkililerinin ağzından bunu duymaya çok anlam veremezdim.
Ama ya şimdi?
Hem de yaşım tam da kırkı geçmişken…
Bugün hukukun üstünlüğüne, çölde su gibi ihtiyacımız var.
Şimdi siz çıkın, “Türkiye hukuk devletidir” ifadesini yaşı kırkın altındakilere anlatın. Çok merak ediyorum bundan ne anlayacaklarını.
Bazıları için bunlar soyut kavramlar. Sıradan ve yaşı da kırkın altında olanların bu kavramları anlayabilmeleri için “deneyimlemeye” ihtiyaçları olur. Anlatmakla olmaz. Bu yaş dilimindekilerin böyle bir deneyimi yok ki.
“Hukuk devleti” gibi kavramlar sadece devlet büyüklerinin ağzındaki süslü laflardan değildir. İktidarlara yönelik bu konuda yapılan eleştirileri görmezden gelmek, hele bu eleştirileri halkın siyasi tercihlerine etki etmeyen soyut talepler olarak görüp, bu eleştirileri yapan siyasileri de halkın gerçek sorunlarından uzak olmakla suçlamak da doğru değildir.
Hukuk, her birimizin hayatının sınırlarını belirleyen çok önemli bir kavramdır. Aslında bizleri bir bütün olarak bir arada tutan çimentodur. Bir ülkenin gerçek “beka” ve “birlik, beraberlik” davasının asli unsurudur.
Türkiye’nin hukuk devleti olma yolunda alacağı çok yol var. Ama bugüne kadar almış olduğu yolu da, son yıllarda geri gitmiş durumda. Tıpkı mehter yürüyüşü gibi.
Nereden çıktı bu diyebilirsiniz?
Çıkış nedeni, sıradan bir Türk vatandaşı olarak bu hafta ülkemizde gına getiren hukuk ihlallerinden birine daha şahit olmamız.
Bir süreden beri Sinpaş ve Kızılbük GYO’nun Marmaris’teki dev devre mülk projesi kamuoyunda haber olmakta. Milli park sınırları içinde yapılan bir proje bu.
Yapanlara baksanız hepsi “ehli Müslim” insanlar. Hatta yaptıkları projelerin finansmanı için kullandıkları mali kaynakların bile faize maruz kalmasını dert edinen, faizden kaçınmak için dolambaçlı yolla sapan firmalar bunlar. Elbette bu, kendi içinde tutarlı bir ahlak anlayışının göstergesi. Ama hukuka saygı denildiğinde birden farklı kişilik sergileyerek, her koşulda ve ne pahasına olursa olsun paranın izini takip etmekte bir beis görmemekteler. Hem temsil ettikleri değerleri, hem de hukuku kolayca yok sayabilmektedirler.
En son mahkeme, bu şirketlerin bir oldubitti ile Marmaris’te yapmaya çalıştıkları projeye “dur” dedi. Ancak bu karardan memnun olmayan şirketler, Danıştay’da “yürütmeyi durdurmak” için dava açtılar. Ancak bu kez de Danıştay “yürütmeyi durdurma talebini” reddetti. Böylece projenin arkasında hukuki herhangi bir dayanak kalmadı. Bu karalara göre, proje ile ilgili tüm idari izinlerin iptal edilmesi, inşaatın ise durdurulması gerekiyor.
Bu anlattığım olay ülkemizde benzerleri defalarca yaşanmış bir olaydır. Büyük, küçük birçok benzerini gündelik hayatımızda yaşamaya devam ediyoruz. İstanbul’da birçok semtte yürütülen “kentsel dönüşüm” adı altında yapılan hukuksuzluklar da bunlardan sadece bir kaçını oluşturuyor. Tek örnek bu değil tabii.
Özellikle şehirlerde, park yasağı olan yerlere sıra sıra dizilmiş araçları, hatta İspark gibi işletmelere tahsis edilen yasaklı park alanları bunların en masum örneklerinden. Kimse de sorgulamıyor “Eğer park etmek sorun değilse, neden yasak uygulaması yapılıyor” diye. Ya da yasak yere park edenlere neden müsamaha gösteriliyor diye. Mevcut haliyle parasal gelir imkânı, hukuku ve ahlakın önüne geçmiş durumda.
Son olarak vermek istediğim örnek ise her gün haberlerde karşılaştığımız hak ihlallerinden biri. Anayasal haklarını kullanarak görüşlerini açıklamak zorunda olan grup halindeki insanlara karşı polislerin kullandığı şiddet ne kadar hukukidir ki?
Öncelikle belirtmeliyim ki, “medeni” toplumlarda siyasi ve toplumsal mücadele hukuk sistemi üzerinden yapılır. Hukuka saygı yoksa yapılacak mücadele de hukukun çizdiği sınırların dışına taşar. Bu da bir toplumu bir arada tutan bağların zayıflaması anlamına gelir. Herkes kendine göre bir hukuk oluşturduğu için, onların bir arada tutacak ortak bir hukuka gerek yoktur. Her gün “beka” diyenlerin, bekayı sağlayacak hukuka neden saygı göstermediklerini anlamak mümkün değil?
Hukuku üstün kılacak güç güç yürütmedir. Kanımca hukukun üstünlüğünü ilke olarak savunan bir siyasi anlayış yürütmenin başına geçtiğinde hukukun dediklerini uygulamaya geçirmek zorundadır. Yoksa alınan hukuki kararların hiçbirinin anlamı kalmaz. Böyle bir sürecin sonu ise ülkedeki hiç kimsenin hukuka saygı duymamasıdır.
Bir önemli konu da, yürütmenin kontrolünde hukukun üstünlüğünü sağlayacak olan güvenli güçlerinin durumudur.
Hukuk devletlerinde güvenlik güçlerinin farklı bir anlamı vardır. Hukukun üstünlüğü lafla sağlanmaz. Gerektiğinde kanunların ve hâkim kararlarının uygulanması zor kullanılmasını gerekli kılabilir; bu zor kullanma yetkisi de güvenlik güçleri tarafından kullanılır. Bu amaçla güvenlik güçlerine, sıradan vatandaşın sahip olmadığı bazı imtiyazlar verilir. Örneğin zor kullanma ve silah taşıma hakkı gibi. Fakat bu hukuka aykırı işlem yapabilme imtiyazı olarak görülemez. Görev çok basittir aslında. Güçlünün yanında değil, hukukun yanında olmak…
Eğer güvenlik güçleri eylem ve uygulamalarında hukuku referans almıyorsa, o zaman bu güvenlik güçlerinden sadece yürütmenin “fedaisi” olan bir grup çıkar. Dahası toplumun kendilerine verdikleri imtiyazların meşruluğu tartışılır hale gelir. Bunun olmaması için yürütme tüm yaratıcılığını kullanarak yaptıkları icraat ve eylemlere hukuki açıklamalar getirebilmeye gayret eder. Eğer böyle bir gayretti göstermekten de vazgeçerlerse, o zaman ülkede hukukun bittiği an da gelmiş demektir.
Şimdi bu açıklamaların ışığında Sinpaş’ın Marmaris’teki projesinin nereye gideceği merak konudur. Belki bu iktidar döneminde bir ilerleme sağlanamasa bile, herhangi bir iktidar değişiminde hukuka karşı yapılan saygısızlığın karşılığının nasıl verileceği merak edilmektedir. Unutulmamalıdır ki, ülkemizi ve toplumu bir arada tutan sadece “din” ve “ırk” gibi unsurlar değildir.
Tüm çağdaş ve kimlik çeşitliliği artmış olan toplumlarda insanları bir arada tutan hukuktur.
Eğer kırk yaş altı ve üstüne bir ders verilecekse, verilecek en önemli ders “hukukun üstünlüğünün” bir ülkeyi bir arada tutan en önemli unsur olduğudur.