Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Işın Eliçin yazdı: Özgür günlerde, festivallerde, bienallerde yine, yeniden buluşacağız!

Haberiniz var değil mi? İstanbul’un üç semti Fatih, Beyoğlu ve Kadıköy, iki ay boyunca, 17 Eylül-21 Kasım tarihleri arasında, türlü çeşit sanat etkinliğine ev sahipliği yapıyor olacak. Dünyanın dört bir yanında üreten çağdaş sanatçıların çalışmalarını, yerli sanatçılarımızınkilerle buluşturan 17. Uluslararası İstanbul Bienali kapsamındaki tüm bu etkinlikler, sergiler, ücretsiz izlenebiliyor.

Geçen çarşamba Femfikir’de ağırladığım feminist sanatçı Arzu Yayıntaş, nedir Bienal, İstanbul’dakinin farkı nedir, Türkiye gibi ifade özgürlüğünün olmadığı bir ülkede sanat üretiminin ve İstanbul Bienali’nin imkan ve imkansızlıkları nelerdir öyle güzel anlattı ki… Eğer benim gibi güncel sanata ve sanat etkinliklerine epeydir uzak düştüyseniz, 40 dakikanızı ayırıp izleyin lütfen söyleşimizi. Söz veriyorum, sizi de beni çıkardığı gibi, baştan çıkaracak Yayıntaş: Merak edecek, en azından bir sergi mekanına gidip, nelerle meşgul bugünün sanatçıları, nasıl üretimler yapıyorlar görmek isteyeceksiniz. 

Bienal vesilesiyle ben de size Çinli sanatçı Ai Weiwei’in (Ay Veyvey okunuyor), ağır sansür altında yaşayan toplumlarda bireylerin ifade özgürlüklerini nasıl kullanabileceklerine dair bir sorgulama olan  “Hatırlamak” adlı çalışmasını, The Guardian Gazetesi’nin 2018 tarihli podcastinde anlattığı gibi, kendi cümleleri ile tanıtmak istiyorum*

Ai Weiwei, İstanbul Bienali’ne katılmıyor ama daha önce birkaç kez Türkiye’ye geldi ve bazı eserleri Eylül 2017- Mart 2018 arasında İstanbul’da sergilendi.  Weiwei’in Afganistan, Bangladeş, Irak, İtalya, Kenya, Türkiye ve Yunanistan gibi ülkelerin de bulunduğu yirmi üç ayrı ülkede bir yıl boyunca yaptığı çekimlerle milyonlarca mültecinin yeni yaşam arayışını belgeselleştirdiği “İnsan Seli/Human Flow” adlı çalışması ise 2017 Antalya Film Festivali’nde -tam da altyazıda “Kürt gerilla” kelimesi belirdikten hemen sonra, -trafoya-giren-bir-kedinin-yol-açtığı?- elektrik kesintisi nedeniyle-gösteril(e)medi. 

Gezi davasında haksız yere özgürlüğünden alıkonan sevgili prodüktör arkadaşım Çiğdem Mater’in de katkısı bulunmuştu Ai Weiwei ve ekibinin çalışmalarına. Bu vesileyle hem Çiğdem’e, hem ailesinden miras kalan servetini, kültür-sanat aracılığıyla barış ve diyaloğa katkı sunmak için, sanatçılara geniş ifade özgürlüğü alanları yaratmak için kullanan Osman Kavala’ya** ve tüm Gezi tutuklularına selam etmek isterim. Çiğdem’in 29. Uluslararası Adana Altın Koza Film Festivali için gönderdiği mesajında söylediği gibi, “Özgür günlerde festivallerde, bienallerde yine, yeniden buluşacağız.”

Artık sözü, onu ülkesinde tehlikeli bir muhalif yapan “Hatırlamak” adlı çalışmasını anlatmak üzere Ai Weiwei’e bırakıyorum: (italik yazılı kısımları ben ekledim):

“Bu çalışmamın arkasında, sosyo-politik bir soruşturma var. Bu çalışma, günümüz toplumunda, ağır sansür, ağır siyasi denetim uygulanan Çin’de, bireylerin, nasıl olup da hem tepkilerini ifade edebilecekleri hem de son derece kırılgan olan haklarını savunabileceklerine dair bir sorgulamadır.

2008’in 12 Mayıs günü Siçuan eyaletinde yaşayan 69 binden fazla insan, –8 büyüklüğünde- şiddetli bir depremle yok oldu.

O günden sonra ben, sanata ve gündelik hayata dair fikirlerimi paylaştığım blog’uma tek satır yazamadım. Böyle büyük bir trajediyi anlatacak tek bir sözcük bulamıyordum. Sustum.

Takipçilerim neden bu depreme dair yazmadığımı sorgulamaya başladı. Neden yazamıyordum sahi? Bu depremle ilgili hakikati bilmediğimi fark ettim. Çünkü –üç gün yas ilan eden– devlet enformasyon akışını kontrol ediyor, sansürlüyordu. Kaç öğrenci ölmüştü o gün dersliklerde bilmiyorduk mesela.

Bu soruyu sormakla başladım: Devlet inşa ettiği için güvenli olması gereken, ama yerlebir olmuş o okul binalarının altında, o dersliklerde kaç çocuk, kaç genç kalmıştı? Ne –devlet kontrolündeki– televizyonlarda, ne gazetelerde öğrencilerden, çocuklardan, çocuklarımızdan –Şiçuan depreminin, Pekin Olimpiyatları’yla kazanılacak itibara halel getirmesini istemeyen devlet, enkaz altında kalan her yaşamı, mümkün olan en kısa sürede, bir sayıya dönüştürüyordu: 100. ölü, 1000. ölü, 10 bininci ölü, 60 bininci ölü… BBC bile, depremin beşinci yılı vesilesiyle yaptığı haberde “sosyo-ekonomik kayıplar açısından insanlık tarihinin en büyük depremlerinden biri” diyebilecek kadar gayri insani bir noktaya sürüklenmişti- bahsedilmiyordu.

Ben de, o yıkılan okul binalarının enkazı altında kaç öğrencinin öldüğünü öğrenmeye ahdettim. Polisi, eğitim bakanlığını, sağlık yetkililerini, sivil savunmayı her gün onlarca kez arayarak, aynı soruyu sordum: Kaç öğrenci öldü? Yanıt alamadım. 

Sonunda blog’uma yazdım. Dedim ki, ‘Tek bir sorum var, nereye gitti bu hayatlar? Bana katılmak isteyen var mı? Depremin olduğu bölgeye gidip sorularımıza yanıt arayalım’. 

Birçok genç dönüş yaptı ve hızla 100 kişilik bir ekip oluşturarak, insanları deprem bölgesine göndermeye başladık. Yapacakları iş basitti: Kapılar çalınacak ve kurbanların ailelerine, ölen öğrencilerin isimleri, doğum tarihleri, enkazı altında kaldıkları okulun ismi sorulacak ve bir de fotoğrafları alınacak. 

40 civarında aileye ulaştıktan sonra, polis bu gönüllü gençleri gözaltına almaya, fotoğraflarına, yazdıklarına, telefonlarına, bilgisayarlarına el koymaya başladı. Ama kararlıydık. Bir kişi gözaltına alınınca yeni bir gönüllü yerini alıyor, deprem bölgesindeki soruşturmamız aralıksız devam ediyordu. 

Bir yıla yakın süre sonunda 5 bin 219 öğrencinin ismini, doğum günlerini, ailelerinin, okullarının isimlerini tespit etmeyi başardık. Siçuan depremi kayıtlarına ölü ya da kayıp sayısı olarak 68 bin 712 kişi geçti. 

Ekibimizin her bir üyesi deprem bölgesine gidiyor ve bir ölü ya da kayıp çocuk yakınına ulaştığında, elde ettiği bilgileri, her bir aileyi nerede, nasıl bulduğunu ve ailelerle yaptıkları konuşmaların duygu yansıtmayan basit dökümünü bana iletiyor; ben de her birini blog’umda yayımlıyordum. Blog’un takipçi sayısı hızla artmaya başladı. Öyle ki bir aşamada yetkililerin dikkatini çekti ve kapattılar. 

Aynı günlerde Almanya’nın Münih kentinde bir sergi açmam bekleniyordu. Ben de “Hatırlamak” adıyla bir enstalasyon kurguladım. Müzenin –Hitler’in estetik anlayışıyla inşa edilmiş Haus der Kunst binasının- ön cephesini renkli sırt çantaları ile kapladım. Canlı renkler kullandım. Ve o renkleri Çince tek bir cümle yazacak şekilde kullandım: ‘Tek istediğim, evladımın –depremde ölene dek- yedi yıl boyunca mutlu yaşadığının bilinmesi’.

Kızını depremde kaybeden annelerden birinin blog’umuzdan haberdar olunca yolladığı mektuptaki cümleydi bu! O da dünyanın herhangi bir yerindeki herhangi bir kız çocuğu gibi oyun oynamayı, dans edip, şarkı söylemeyi seviyordu. Ancak devletin ihmalkarlığı ve iktidar mensuplarını doğru dürüst bina inşa etmekten alıkoyacak boyuta varmış yolsuzluk ağı nedeniyle ölmüştü. Ve kimse sorduğumuz sorulara yanıt vermiyordu.

Otoriter devletler, sorularınızı yanıtlamazlar. Yanıtlamazlar çünkü tek bir yanıt dahi, hakikati gizlemek için inşa ettikleri ‘hakikati’ yıkmaya yeter.  

Ve işte o günden sonra beni devlet düşmanı ve vatan haini ilan ettiler (Ai Weiwei, 2011’de bir dizi blogger, insan hakları savunucusu, avukat, yazar ve aktiviste yönelik eşzamanlı operasyonlar sırasında gözaltına alındı ve 81 gün herhangi bir suçlama yöneltilmeksizin hapiste tutuldu. Nihayet hakim karşısına çıkarıldığında vergi usülsüzlüğü yapmakla suçlandı.  Pasaportuna el kondu. 2015’te pasaportuna kavuştuktan sonra ailesiyle birlikte Almanya’ya gitti. Halen İngiltere ile Portekiz arasında mekik dokuyarak yaşıyor). Bu durum da beni hem uluslararası tanınan bir ‘sanatçı’ haline getirdi hem de kaçınılmaz olarak ülke içinde ve sonra dışında, bir ‘insan hakları aktivisti’ne dönüştürdü. 

Siçuan depremiyle ilgili başka eserler de ürettim. Ancak sosyal-politik meselelere dair bende gerçek bir sorgulama başlatan; beni susmak ile haykırmak arasında seçim yapmaya zorlayan; sanatım, eserlerimle insanlık durumu ve insan haklarına dair duygu ve düşüncelerimi kompartımanlara ayıramaz hale getiren bir süreç oldu. Değiştim. Hayatınızı belki bir ağaç gibi düşünebilirsiniz. Kesip içine baktığınızda her bir yaşın, deneyimin izini, halkalar halinde kesit kesit görebilirsiniz. Bir de ağacın yüzeyinde iz bırakan şeyler vardır. ‘Hatırlamak’ projesi, bu süreç, bende böyle, derin bir iz bıraktı”.  

AI WEIWEI

Çinli güncel sanatçı ve insan hakları aktivisti. Muhalif şair Ai Qing’in oğlu. 28 Ağustos 1957’de Pekin’de doğdu. Babası Çin Komünist Partisi tarafından cezalandırılınca, 1959’da ailesiyle birlikte gönderildiği “yeniden eğitim” kampında büyüdü. 1981’de ABD’ye gitti, sanat eğitimi aldı. ABD’de Marcel Duchamp ve Andy Warhol gibi figürlerin sanatıyla tanışması çağdaş sanata yaklaşımını önemli ölçüde etkiledi. 1993’te Çin’e döndüğünde geleneksel objeler ve el sanatlarıyla yaptığı deneyler, ona eski ve yeni Çin arasında köprüler kurma imkanlarını sundu. 2008 Siçuan depreminden başlayarak, Pekin yönetiminin demokrasi ve insan hakları konusundaki duruşunu açıkça eleştirdi. 2015’te Çin’den ayrılmasına izin verildikten sonra, ailesiyle birlikte Almanya’nın Berlin kentine yerleşti. 2019’dan beri ise İngiltere ve Portekiz’de yaşıyor.

2009’da Münih’teki Haus der Kunst Müzesi’nin ön cephesi 9 bin sırt çantası ve bir annenin kaybettiği evladı ardından söylediği tek bir cümle ile kaplandı: “Tek istediğim, evladımın yedi yıl boyunca mutlu yaşadığının bilinmesi”. (Fotoğraf: Ai Weiwei)

*Ai Weiwei’nin podcastte anlattıklarını ilk olarak şubat ayında Karar Gazetesi için hazırladığım sekiz bölümlük “Cesur Yeni Dünya” başlıklı yazı dizisi için Türkçe’ye çevirmiştim.  

**Osman Kavala’nın sanat üretimine katkılarını öğrenmek ve anlamak için bu söyleşiyi okumanızı salık veririm.

***Kapak fotoğrafı, Bienal kapsamında Depo İstanbul’da izleyebileceğiniz “Mis(s)Placed Women” adlı retrospektif sergiden alınmıştır.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.