Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Elif Gökçe Aras yazdı: Muhafazakârın pişkini

Bir video dönüyor. Sokak röportajı yapan bir genç, karşısında her soruya karşılık Erdoğan’ı savunan kişiye en sonunda dayanamayıp Ensar Vakfı’na ait yurtta tecavüze uğrayan 45 çocuğu soruyor. Ve pişkin muhafazakâr bu korkunç olay karşısında bir an dahi tereddüt etmeden yapıştırıyor cevabı:

“Başında mıydın, saydın mı?”

Etrafındakilere bakıyorum. Onun yüzündeki pişkinlikten utanıyorlar mı diye. Muhtemelen eşi ya da akrabası olan bir kadın gülümsüyor. Videonun başından sonuna kadar gülümsüyor. Neye gülümsüyor? Sanki televizyonda bir reality show izliyor. Bu diyaloğun gerçekliğinin dahi farkında değil sanki. Çünkü onu yıllardır her türlü acıya duyarsızlaştırmış, her vahametle dalga geçmiş bir yapıyla suç ortağı. O kadar çok şeyin üzerine kulaklarını örtüp yattılar ki safa yatmaktan başka çaresi yok. Her şeye gülümsemekten başka çaresi yok. Hani çok büyük bir trajedinin ardından aklını kaybeden biri antidepresanların etkisiyle ağlamak yerine hayatta kalmasının günahını üzerine alarak gülümser ya, işte öyle gülümsüyor.

Bu uyku halini siz çevrenizde ne kadar yaşıyorsunuz bilmiyorum ama muhafazakâr ve koyu AKP’li bir aile ile yaşadığım için bu benim hayatımın bir parçası. Onları uyandırmayı denemedim mi hiç? Denemez olur muyum? Çok denedim. Ama sonra onların bu saf hallerinin bilmemekten ileri gelen bir yanılgı olmadığını, kandırılmadıklarını, bilerek tercih ettikleri bir yöntem olduğunu fark ettim. Bile isteye kötü, bile isteye vicdansız, bile isteye günahkârlardı. Sorumluluğunu almak istemedikleri her günahı başlarını öbür tarafa çevirerek savuşturuyorlardı. Düşünmeleri ve karar vermeleri gereken her durumda kararı başkasına havale ediyorlardı. Şeyhe, genel başkana, ailenin reisine vs. Böylece düşünmek ve sorumluluk almak günahından kaçıyorlardı çünkü kazara bir defa hakikate temas edecek olurlarsa, arkada dağ gibi günahlar onları bekliyordu. Başından beri suç ortağı oldukları bu yapı ile her gün yavaş yavaş doz arttırarak öyle büyük günahlara ortak olmuşlardı ki bu günahlarla yüzleşmektense saf saf gülümsüyorlar ve umutla bekliyorlardı, yeniden kazanmayı, ohh olmasını.

Geçen hafta Kemal Kılıçdaroğlu tarafından başörtüsü çıkışı yapılınca ısrarla Millet İttifakı içerisindeki muhafazakâr parti genel başkanlarını etiketleyip “Tabağı boş göndermeyin” dedim. Malum bizim kültürümüzde komşu size bir ikram gönderirse tabağı boş göndermek ayıptır. Evde taze pişen güzel bir şey olduğu an, siz de gelen tabağı doldurup öyle tabağını komşuya geri verirsiniz. Ancak muhafazakâr partilerin hiçbiri başörtüsü hamlesi karşısında teşekkür etmek haricinde bir karşı cömertlikte bulunmadılar. Kime söylüyordum ki? Ülkelerinde özgürlük için savaştıkları düşünülen başörtülü kadınların eylemlerine gelen insanları aralarına aldılar da, onlar başka bir eylemde yerlerde sürüklenirken “Hop!! Durun bakalım. Burası dağ başı değil!” demediler. Sadece aldılar ve bir daha dönüp bakmadılar. Dikkatinizi celbederim, hak, hukuk deyince kelle koltukta ortaya atılan bir avuç samimi dindardan değil, dindar görünen muhafazakâr günahkârlardan bahsediyorum. Başörtüsü çıkışının ardından onlardan bir açılım geleceğini de zannetmiyorum. Ne bir Boğaziçi savunusuna destek olurlar, ne bir işçi eylemine, ne İran’da yaşamları pahasına özgürlüklerini savunan kadınlara. Muhafazakârlar sadece alırlar.

Ancak onlar bu ülkenin gerçeği. Çok değiller ama varlar. Ve yirmi yıl önce mikrofonu ellerine aldıklarından beri çok sesleri çıkıyor. Onlar ailem.

Peki bu karadeliğe düşmeden nasıl onlarla birlikte yaşarsınız?

Oyunda sabırla uygulamanız gereken tek bir kural var. Onlara onlardanmış gibi görünmeyin. Gittikçe daha fazla “mış gibi yapmaya” başlamaktan başka hiçbir işe yaramaz onlar gibi görünmek. Onlar değil, siz asimile olursunuz. Daha doğrusu siz de asimile olmazsınız da onlar sizin onlara dönüşmeye başlamanızın verdiği rahatlıkla daha fazla talepte bulunur ve siz bir defa bulaştığınız bu balçıktan çıkmaya çalıştıkça daha da dibe çekilirsiniz. O yüzden iyisi mi siz kibarlığı elden bırakmadan kendi yolunuzdan ayrılmayın ama onlarla da çatışmayın. Tecrübe konuşuyor burada.

Dini okuyup derinlemesine araştırdıktan sonra gittikçe dinden uzaklaşmaya başladım. Ancak doğduğumdan beri din propagandası yapılan bir evde büyümüştüm ve o evde dinden nasıl uzak durulur bilmiyordum. O kadar tahammülsüzlerdi ki onlara başka türlü bir yaşamın mümkün olduğunu anlatmaktansa numara yapmak daha kolay, daha konforluydu. Bu yüzden yıllarımı kaybettim beyhude bir ümitle ancak en sonunda cesurca dik durmadıkça ne onları alıştırabileceğimi ne kendimi kurtarabileceğimi gördüm. Bütün dünya değişir ama içeriye bir yabancı madde girmedikçe muhafazakâr evi değişmez. Bunu çok iyi bildikleri için hiçbir şeyin değişmemesi için var güçleriyle birlik olurlar. Bir ilmek söküldü mü gerisi gelir çünkü.

Ailem bir cemaate bağlıydı ve babam çocuklarını terbiye etmek için evi adeta bir Nazi kampına çevirmişti. Sesli konuşmak, gülmek, fikrini söylemek yasaktır. Yasağı delerseniz öyle bir öfkeyle karşılaşırsınız ve yalnız kalırsınız ki bunu denediğinize pişman olursunuz. Peki ya ısrarla bütün korkularınıza rağmen devam ederseniz? Babam bizi terbiye etmek için evin bütün odalarına bir hoparlör yerleştirmişti. Evdeki çocuklar büyüyüp genç olduktan, salondan odalarına çekilmeye başladıktan sonra onlara şeyhinin sohbetini ulaştırabilmek için sohbet başladığı an bütün odalarda yayınını dinlemek zorunda kalırdınız. Uzun yıllar buna tahammül ettim. Sevmeye çalıştım. Namaz kılmadığım halde hakarete ve aşağılamaya maruz kalmamak için abdest alıyor, namaz kılıyor gibi yaptım. Namaz elbiselerimi giyip seccadede oturdum. Bazen inandırıcı olsun diye rükûda durdum. Ama o sabah namazlarına kaldırılmak yok mu, nasıl numara yapabilirsiniz ki uyandırıldıktan sonra? (Ahh Enes. Zavallı çocuk.) Üniversiteye hazırlanırken ders çalışıyorum bahanesiyle odamdaki hoparlörün kablosunu çıkardım. Babam bunu görür görmez derhal kabloyu tamir etti. Bir daha çıkardım. Baktı ki iş ciddi, bir daha ellemedi. Çünkü devam ederse ve isyan edersem isyan ateşi yan odalara sıçrar. O yüzden her muhafazakârın yaptığı gibi ehveni şerre göz yumdu. Ancak o kadar çok psikolojimi bozuyordu ki en sonunda onu unutmak için benimle birlikte üniversiteye hazırlanan kuzenimle ders çalışma bahanesiyle halamda kalmaya başladım. Sınava yirmi gün kala bulduğum bu çözüm beni epey rahatlatmıştı. Ta ki sınavdan hemen önceki güne kadar. Başörtüsü sorunu artık çözülebilirdi, yasak birçok yerde fiili olarak uygulanmıyordu ancak AKP çoğunluk elinde olmasına rağmen sırf birkaç seçim daha sömürmek uğruna başörtüsü yasağını kaldırmayı ertelediği için kanun-nizam sevdalıları bu yasak sebebiyle sorun çıkarabiliyordu. Sorun yaşanan her olay AKP’nin bu mevzuyu tavında dövmesine yarıyordu. Bu yüzden aslında okumamı hiç istemeyen babam sınavdan bir gün önce arayıp bana bir mesaj göndermişti:

“Aman ha, sınavda başını aç derlerse sakın açma, hiçbir tahsil başörtünden önemli değil tamam mı kızım! Sen bunu zaten çok iyi biliyorsun.”

Nasıl da tepe taklak etmişti yirmi günde zar zor toparladığım psikolojimi bir dakika içinde. Ellerim titredi, nefesim kesildi ve saatlerce ağladım. Sınava başım açık olarak girdim. Ancak aileme yalan söyledim. Zaten gerçeği bilmeyi hak etmiyorlardı. Gerçek onlara lazım değildi, onlara istediklerini verdim. Ancak hiç bitmiyordu o denetim mekanizması. Ben her yıl, her ay, her gün değişiyordum. Onlar hep aynıydılar. Anladım ki, ben değiştiğimi söylemedikçe onlar beni aynı sanmaya devam edecekler ve aynı kalan bana kendi yaşamlarını dayatacaklar. Hayır, o yaşta elde edemedim o zaferi. Evlenirken de dindar gibi davrandım, ateist ama dindar isimli damatlarını onlara kabul ettirirken. Ne zaman onları dönüştüremediğim halde kendimi onlara kabul ettirebileceğimi fark ettim biliyor musunuz? Kızımı büyütmek için evlerine geri dönmek zorunda kaldığımda. Eğer hala numara yapmaya devam etseydim, kızım da numara yapmayı öğrenecekti. Ona bunu yapmaya hakkım yoktu. Ve bir anda onlarla nasıl mücadele edeceğimi deneyerek öğrendim.

Kendi evimden getirdiğim bir resmi odamın duvarına asmak için babamdan duvara çivi çakmasını isteyince çiviyi çakıp “Ne asacaksın?” dedi. Resmi astım. Babam dudağını bükerek “Bu ne şimdi?” dedi. Resimde ayın önünde bir kayanın üzerinde elinde mızrağı, sırtında okları ve upuzun kuyruğuyla şapkasını yüzüne indirmiş bir fantastik kahraman vardı. Bir nevi kurt adam. Yapayalnız bir savaşçı. O an önce resmi onun muhafazakâr hassasiyetlerine göre savunmayı düşündüm. “Ama yüzü görünmüyor ki, haram değil” diye. Sonra içimden, “Kime anlatmaya çalışıyorum ki” dedim ve “Bu ne şimdi?” sorusuna “Sanat” dedim. Sanatçının neyi anlatmaya çalıştığını anlatmaya falan kalkmadım. O kadarı da küstahlık olurdu. “Sanat. Sanatmış, pehh” deyip gitti. Namaz kılıyor numarası yapmadım, oruç tutuyor zannı uyandırmadım. Tüm bunlarla onlar baş etmenin çarelerini buldular. Ama onları kışkırtmadım da. Gözlerinin içine sokmadım, kendi hayatımı dayatmadım ama hayatlarını dayatmaya her kalktıklarında “hayır” demekle yetindim. Böylece gözlerinin önünde onlar gibi olmayan ama onlara ait biriyle yaşamayı öğrendiler. Muhafazakâr karadeliğe düşmeden yaşamayı başarıp başaramadığımı şu gün öğrendim.

Bir gün o zamanlar 4 yaşında olan kızım bana “Annecik Allah ne?” dedi. Ben güldüm, belli ki bugün evde biri ona Allah’tan bahsetmiş. Ancak o an aynı zamanda şunu da fark ettim. 4 yaşına gelene kadar bir kez olsun, hiçbir şeyi açıklamak için tanrıdan bahsetmek zorunda kalmamışım. Ve o evde büyüdüğü halde aslında onlar da bahsetmemişler. Benim yaşadığım mutluluk bir başka duyguyla bugün onlarda çınlamış. Gözlerinin önünde onlardan ama onlar gibi olmayan biri daha. Üstelik de çok saf, çok temiz, çok sevimli. Lanet olsun.

Diyeceğim o ki, muhafazakârlara muhafazakâr gibi görünerek hiçbir şey kazanamazsınız. Sadece onlara daha fazla alan açarsınız. Daha fazla baskı için zemin hazırlarsınız. Başörtüsü açılımını zamansız ve yersiz buluyorum. Keşke başlı başına onun için bir açıklama yapılmasaydı da birkaç maddeden oluşan özgürlükler paketinin içindeki maddelerden bir madde olsaydı. Bu onu daha anlamlı kılardı üstelik. Böylece başörtüsü konusunda size gol attığı için kahkaha atan biri peyda olamazdı. Yine de ona “Biz özgürlükler için savaşıyoruz, başörtüsü bahanesine sığınarak başkalarının hayatını ipotek altına almanıza izin vermeyeceğiz” diyebilirsiniz. Merak etmeyin, onlar zaten ne derseniz deyin memnun olmaz, kendilerinin klonu kitleleri de. Ama sizinle yaşamaya alışabilirler. O kadar. Başörtüsü mağdurlarının haklarını savunurken, aynı ailelerin baskıları altında başını açmak isteyen ya da o kadar dindar olmak istemeyen başörtülü kızların ezilmesine önayak olmayın.

İşyerimde asgari ücrete istediği zammı alamayan samimi dindar bir mücahit kardeşim, “Bak CHP’li belediyelere, nasıl da zam yaptılar. Bir de haktan hukuktan bahsedip onları beğenmezler” deyip bir daha AKP’ye asla oy vermeyeceğini söyledi. Birçok kişiden duyuyorum ama ondan ummazdım. Hepimizin ortak dertleri varken ve en çok ekonomi can yakıyorken, herkesin dertlerini çözmeyi vaat ederseniz, yönetebilme ve refahı sağlayabilme konusunda güven verebilirseniz, onlar sizin yanınızda yer almak için kendi bahanelerini kendileri üretirler.

Asla elde edemeyeceğiniz bir kitle var, öncelikle bunu kabul edin. Hatta o kitleden ödün verin. İnanın bu kadar günahkâr bir kitleden size hayır gelmez. Bozulan ekonomi, erişilemeyen ilaçlar, ulaşılamayan sağlık sistemi, alınamayan nitelikli eğitim, mafya hukuku hepimizin evinde bambaşka hikâyelerle onların aleyhine propaganda yaparken, siz onların suyuna gitmeyin. Kendi kuyunuzu kendiniz kazmayın.

Dezenformasyon yasasının gösterdikleri

Şu an “Dezenformasyon Yasası” görüşülüyor ve güzide muhalefetimiz tıpkı seçim yasası Meclis’ten geçirilirken yaptığı gibi eli böğründe olan bitenleri seyrediyor. Siyaseti sadece esnafa kafa sallama sporu olarak gören bir zihniyet iktidarı hak eder mi? İktidarı hak etmeniz lazım. O kadar çok istemeniz lazım, o kadar çok istemeniz lazım ki sabah-akşam planlar yapıp onları hayata geçirmek için bildiğiniz bütün yolları denemelisiniz. Ha onlar kadar aşağılık olmanıza gerek yok, daha ahlaklı olabilirsiniz elbette ama bu kadar pasifseniz kusura bakmayın, siz iktidar olursanız her şeyin üstesinden gelebileceğiniz güvenini sağlayamıyorsunuz.

Düşünüyorum da Erdoğan iktidarda değil de muhalefette olsa ne yapardı acaba böyle bir durumda. Eli kolu bağlı, seçime kadar bunları çekeceğiz, seçimden sonra icabına bakarız diye bekler miydi? Sadece bir RTÜK üyeliği için milletvekili transfer eden Erdoğan hani. Sadece “Arazisi de ne güzelmiş” diye dünyanın sayılı üniversitelerinden Boğaziçi Üniversitesi’nin içini boşaltan kişi hani. Erdoğan olsa canını dişine takar, “Gelecek benim iktidarımda, bunlar gidici görüyorsunuz” diyerek gider iktidar partilerinden kimi yanına çekebiliyorsa ikna eder, kimine makam, kimine para, kimine haysiyet, ne bileyim kim hangi dilden anlıyorsa onları vaat eder ve vekil transferi ile oyçokluğuyla dilediğini yapan iktidarı bozguna uğratırdı. Böylece seçime giderken hem diledikleri yasayı geçiremez hale gelirlerdi hem de moral üstünlüklerini kaybederlerdi. İYİP neden MHP’yi didiklemez, DEVA, Gelecek ve Saadet neden AKP’yi didiklemez aklım almıyor. Siyaset dediğimiz şey sadece söylem ve politika üretmek değil, aynı zamanda taktiklerin konuştuğu bir zekâ oyunudur. Başarı kadar başarısızlık da tesadüf değildir.

Önümüzdeki hafta sansür yasasına uygun olarak yazmaya başlayacağım. Mecburen köşe yazısı değil, daha çok hikâye yazacağız seçime kadar.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.