Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Burak Bilgehan Özpek yazdı: Peygambercilikler birbirine benzer

Geçtiğimiz sene Aralık ayında bir yazı yazmış ve önümüzdeki dönem asıl ayrışmanın siyaset sahnesine peygamber çağıranlarla siyasi rekabetin kendisini bütün pragmatizmi ile makbul kabul edenler arasında olacağını iddia etmiştim. Peygamber yanlılarının, seçimlerin kazanılmasını tali bir mesele olarak gördüklerini ve seçimlerden sonra kurulacak yeni düzene odaklandıklarını söylemiştim. Dolayısıyla onlar, muhalefetin cumhurbaşkanı adayı olarak seçim sonrasına dair kendilerini ahlaki açıdan en fazla doyuma ulaştıran adayı destekleme eğiliminde olacaklardı. Haliyle, siyasi karizması ve popülaritesi yüksek olan ve iktidarı eline aldığı zaman idealist bir şekilde yeni bir norm inşa etmek yerine kendi siyasi geleceğini öncülleyen bir adaya mesafeli davranacaklardı. Öte yandan, pragmatik ekol ise seçimleri kazanmanın sanıldığı kadar kolay olmadığını, bunun için siyasi enerjisi yüksek adaylara ihtiyaç olduğunu ve Erdoğan sonrası dönemde oluşacak siyasi rekabetin koşullarına göre şekilleneceğini söyleyeceklerdi. Zira, Erdoğan’ın yönetemediği sistem kısa zamanda kendi dinamiklerine dönecek ve rekabet kendi içinde zaten gerekli kurumları ve üretecekti. 

Nitekim geldiğimiz noktada bu tartışmayı izliyoruz. Bir tarafta, Kemal Kılıçdaroğlu’nun başkan adaylığını destekleyenler var ve onun Erdoğan sonrası dönem için bir kopuşu simgeleyeceğini düşünüyorlar. Onlar için, Kemal Bey dışında herhangi birinin adaylığı her şeyin olduğu gibi devam edeceği bir döneme işaret ediyor. Diğer tarafta da Kılıçdaroğlu’nun adaylığını seçilme şansı üzerinden değerlendirenler var. Onlar Kılıçdaroğlu’nun aday olmak için büründüğü nebevi, peygambervari tavrın içerdiği ahlakiliğin muhalefeti böleceğini düşünüyorlar. Zira, helalleşme söylemi, başörtüsü çıkışı, HDP ile girilen diyalog gibi konular, üzerlerinde yapılan tartışmaların haklılığından haksızlığından bağımsız olarak muhalefeti kendi içinde bölen meseleler olarak görülüyor. Günün sonunda, beklenen peygamber her ne kadar cennet vaat etse de bütün insanların onu takip etmesi de beklenemez. Hatta peygamberlerde birleştirici olmaktan çok ayrıştırıcı olmak gibi bir özellik daha çok göze çarpar. 

Peygambercilik, kaçınılmaz olarak dışlayıcı ve bölücü olmak zorundadır. Ahlaki olarak biricikleştirilmiş bir kişi veya bir mesaj kendini hızlı şekilde müzakereye kapatır. Onunla mukayese edilen her kişi, her görüş hemen yaftalanır, aşağılanır ve diri diri gömülür. Bu yüzden, Kılıçdaroğlu’na rakip olabilecek herhangi birisi Erdoğan’dan farksız, eski rejimi devam ettirecek bir şahsiyet olarak öne sürülüyor. Bu da haliyle bir Kılıçdaroğlu dayatmasına dönüşüyor. Zira, onun adaylığına karşı çıkmak sırasıyla neo-liberal paradigmaya hizmet etmekle, faşizmle ve başörtüsü düşmanlığıyla suçlanmayı göze almak demek çünkü bütün bu netameli konularda en “ahlaki” tavır bizzat Kılıçdaroğlu tarafından alındı. Artık Kılıçdaroğlu sadece Erdoğan’a değil, aynı zamanda sömürüye, faşist ve agresif seküler zihniyete de savaş açmış bir karaktere dönüştü. Yani, Erdoğan mağlup edilince sadece Erdoğan mağlup edilmeyecek, aynı zamanda büyük bir değişim, kopuş ve yeniden inşa süreci de başlayacak. 

Kemal Bey’in adaylığını destekleyenlerin en büyük hatası, ahlakı objektif sanmaları ve kendi değer sistemlerine bir üstünlük atfetmeleri. Halbuki, farklı gruplar farklı ahlaki üstünlük iddialarına girişebilir ve kendi peygamberlerini ortaya çıkarabilirler. Mesela, bir Marksist, pekala köklü ve radikal bir değişim programı vaat etmeyen adayların tamamını neo-liberalizmin kuklası olarak görebilir. Bu açıdan bakıldığında, Erdoğan ile İmamoğlu, Gökçek ile Yavaş, Albayrak ile Babacan arasında hiçbir fark kalmaz. Hepsi aynı tezgahın ürünüdür. Ha birisi seçilmiştir ha ötekisi. Neticede kasa kazanır, yani neo-liberal sistem yoluna devam eder. 

Benzer şekilde, ultra-milliyetçi bir ulusalcı için, Ümit Özdağ dışındaki bütün siyasetçiler aslında irade yoksunu ve uluslararası sistemin önemli aktörlerine hoş gözükmek için hayati meselelerde seslerini çıkartamayan işbirlikçilerdir. Mesela, bu insanların peygamberi de Özdağ, ahlaki çıtaları ise onun tanımladığı milliyetçiliktir. 

Geçtiğimiz hafta Etyen Mahçupyan da benzer bir noktada durduğunu beyan etti. Onun için değişmesi gereken sistem ne Marksistler’in iddia ettiği gibi neo-liberal bir sömürü ne de Özdağcılar’ın öne sürdüğü gibi uluslararası sisteme gönüllü kulluk eden bir işbirlikçilik. Onun için hakim sistem İttihatçılık’tır. Dolayısıyla, eğer bir peygamber zuhur etmezse, devam edecek olan sistem de yine İttihatçılık olacaktır. Bu yüzden Kemal Bey dışındaki adaylar, Erdoğan’ı mağlup etseler bile sistemi değiştiremeyeceklerdir. Her şey olduğu gibi devam edecektir.

Birbirlerinden çok farklı ideolojik pozisyonları temsil etseler de aslında bu insanların ortak bir noktası var: Hepsi peygamberci ve hepsi için Erdoğan bir fail değil. Yani süre giden, kulların iradesinin üzerinde bir yapının olduğuna iman ediyor ve Erdoğan’ı sadece bu yapının esiri olmuş, onun eline düşmüş sıradan bir fani olarak görüyorlar. O yüzden, muhalefet yaparken Erdoğan’ı değil onun arkasındaki daha büyük sistemi veyahut paradigmayı hedef alıyorlar. Onlar için Erdoğan küçük bir ayrıntı.

Halbuki Erdoğan’ı mağlup etmek için onu ve kurduğu sistemi iyi anlamak gerekiyor. Üzgünüm ama Erdoğan’ın sistemi neo-liberal paradigmaya uymuyor. Resmi istatistik verilerinin şaibeli, Merkez Bankası Başkanı’nın partizan ve piyasadaki döviz dahil hemen hemen her malın fiyatının devlet tarafından belirlendiği bir sistem neo-liberalizm ile açıklanamaz. Neo-liberal ekonomiyi destekleyebilir veya eleştirebilirsiniz. Mesele burada o değil. Mesele, Erdoğan’ın kurduğu ekonomi sisteminin diğer neo-liberal ekonomiler ile, mesela İngiltere, Japonya, Kanada gibi ülkelerle aynı sistem olduğunu savunamazsınız. Bunu yaparsanız, Erdoğan neo-liberalizmin ocağına düşmüş, ona kul köle olmuş bir siyasetçi olmaktan bu şekilde çıkar. Ekonomiyi atadan miras kalmış bir bakkal dükkanı gibi keyfi şekilde idare eden bir Orta Asya otokratına dönüşür. Ve mücadelenizi sisteme değil kişiye yöneltirsiniz. Ya da Erdoğan İttihatçılığa, derin devlete esir düşmüş bir zavallı değildir. Son 20 yılda ekonomiden, dış politikaya, Ergenekon-Balyoz ve 15 Temmuz davalarından, üniversitelere kadar hayatın birçok alanına bizzat müdahil olmuş, bu süreçleri ve kurumları denetleyen, düzenleyen ve bunu bile isteye yapan bir siyasetçidir. Hatta, bırakın derin devletin elinde rehine olmayı, resmi ve derin olmayan devletten geriye ne kaldıysa bunları ortadan kaldırmış ve partizanlaştırmıştır. Eğer bu şekilde değerlendirirseniz, bizzat Erdoğan’ı mağlup etmenin bile ne denli büyük bir başarı olduğunu, ilerlemeci bir duruma işaret ettiğini görebilirsiniz. Son olarak, Erdoğan’ı dış güçlerin kuklası olarak görmek de insafsız bir yaklaşımdır. Erdoğan dış güçlere boyun eğmiş, çaresiz iradesiz bir lider değildir. Aksine, ülkenin sınır ve göç politikasını dış güçlerden daha fazla menfaat temin etmek için bilinçli şekilde tasarlayan ve bunun da bedelini yine bilinçli şekilde vatandaşlara ödeten bir liderdir. Uygulanan akıldışı politikanın bir zorunluluk değil bir tercih olduğunu anladığınız zaman Erdoğan’ın yerine mutlaka Özdağ gibi bir peygamber değil aklı başında herhangi bir insanın gelmesi durumunda bu politikanın değişeceğini görebilirsiniz. 

Seçimlere çok az kaldı ve neyse ki muhalefetin tutulduğu bu ahlakilik nöbetine yine Erdoğan son verecek gibi duruyor. Onun siyasi arayışları ve hamleleri hiç bitmeyecek. Peygamberlerin cirit attığı muhalefet bölündükçe daha da arzulu şekilde iktidara asılacak. Zira, muhalefetin savaşı, Mekkeli kervan sahiplerine değil Romalı bir kumandana karşı. 

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.