Elif Gökçe Aras yazdı: Memleketin mahalleri

29 Ekim sabahı Cumhuriyet Bayramı kutlama mesajlarını okurken Twitter’da heyecanımı paylaşmak için bir mesaj yazdım. İçinde bulunduğum ironi mesajıma da yansıdı ve şöyle bir şey yazdım:

“Atatürk’e ‘kefere’ denilen, ‘Ölmedi de geberdi’ denilen bir evde büyüyüp Atatürk’ün bu topraklara kazandırdığı Cumhuriyet’in ışığı sayesinde aydınlanmış biri olarak, Cumhuriyet Bayramımız Kutlu Olsun..”

Gelen yorumların çoğu mutluluğumu ve neşemi paylaşırken, tahmin edeceğiniz üzere kimileri lambamı da alıp gitmemi, kimisi ahirette Atatürk ile haşrolacağımı söylüyordu ahirete inandığım peşin hükmüyle. Kimileri Cumhuriyet dönemi ve sonrası kendi mahallelerine yapılan baskılar sebebiyle Atatürk’ü suçluyordu. Bir de tweeti gizlice Atatürk’e hakaret etme maksadıyla attığımı iddia eden birkaç kişi çıktı, şifa dilemekle yetindim.

Bu minik deneyim bana Türkiye botanik bahçesini yeniden resmetti.

Varoluş, türeyiş, göç, beylikler, imparatorluk dönemi, Ermeni tehciri, Kurtuluş Savaşı, Cumhuriyet’in ilanı, Atatürk devrimleri, tek partili dönem, Kürtler’e baskı, çok partili dönem, darbeler, sağ-sol çatışması, terör eylemleri, istikrarsız hükümetler, laik-dindar yaşam çatışması ve sevabıyla günahıyla tüm bu vakıaların nihayetinde, nihayetinde AKP.

AKP de bir vakıa mıdır? Bence vakıadır.

Memleketimizde tüm travmalardan ve bu travmaların artçı sarsıntılarından neşet eden türlü türlü mahalleler, o mahallelerin her birinde yaşanan yıkıcı ve kırıcı olaylardan ötürü de türlü türlü olay mahalleri vardır.

Her bir olay mahallinde ölen, her bir olay mahallinden sağ çıkan insanların ruhları örmüştür bu mahallelerin duvarlarını. Yaralar öyle derin, acılar öyle tazedir ki konuşmak gelmez içimizden. Bu yüzden her bir mahalle kendi içinde konuşur, kendi içinde dertleşir, kendi içinde yaşar hale gelmiştir. Zaten öbür mahalleler anlayamaz onları. Suskunluklarımıza uygun özdeyişler bile türetmişiz.

Baş yarılır börk içinde, kol kırılır yen içinde kalır. 

Bu yüzden “Kan kusup kızılcık şerbeti içtim” deriz. Konuşmayı değil, küsmeyi, laf sokmayı ve söylenmeyi biliriz. Bizim insanımız konuşmaz, şikâyet eder, taş atar, kapısına çarpı koyar, ihbar eder. Konuşmaz, kin güderiz, düşmanlaşırız. Sadece mahalleler arasında değil, evin içinde dahi durum böyledir. Toplumun büyük bir kısmı için konuşmak utanç verici bir şeydir. Aramıza nifak sokmak çocuk oyuncağıdır bu yüzden. Her hangi bir yarayı kaşıyıverirseniz derhal kabuk düşer, kan akmaya başlar. Devlet günahkâr olduğu tüm vakıaları reddettiği için, her yeni gelen hükümet kör, sağır, dilsiz olur. Ne gerek vardır başkalarının işlediği eski günahları üstlenmeye? Böylelikle miras devreder sürekli. Her birimiz sırayla payına düşen acıyı çekince ufak ufak yaklaşmaya başladık birbirimize ama tam olarak değil çünkü yaraları acıtan sadece devlet değil, diğer mahallelerin sakinleriydi aynı zamanda.

İlk on yılında küskünlüklerimizi sonlandırarak barıştırmayı vaat ederek oy aldı AKP. Son on yılında barıştıramadıklarını birbirine bileyerek. Mahalleler arasına yüksek duvarlar, dikenli teller ördü bunun için. Ancak o duvarlar ve teller artık görünür oldukları için görünmez oldukları zamanlardan daha kolay yıkılabilirler. Sonuçta olmayan bir şeyi yıkamazsınız değil mi? Ama olan bir şeyi ortadan kaldırabilirsiniz. Bilmeden bize bir hayrı dokunmuş oldu. AKP her ne kadar siyasi fayda elde etmek için oy devşirme derdiyle dahi olsa her bir yaraya dokunmuş, her birimizi teker teker ameliyat masasına yatırmıştı. Her bir mahalle mevzu oldu ve bu mevzular uzlaşma olsun, olmasın konuşuldu. 

AKP, bir cenaze için uzaklardan gelip, senelerdir görüşmeyen akrabalar bir araya toplanmışken konuşulmayan tüm eski defterleri açıp, karşılıklı işlenen günahların her birini sayıp döküp, kapıyı vurup çıkan uzaktan akrabamız gibi. Bizi birbirimiz hakkında kurduğumuz gizli saklı cümlelerle baş başa bıraktı gidiyor. Son yirmi yıldır basılmadık düğme, ellenmedik yara, koparılmadık dal, açılmadık sandık kalmadı. Bu lanet misafir her birimizin konuşamamasından aldığı güçle Dostoyevski’nin her romanda adı değişen ancak rolü değişmeyen karakteri gibi her birimizin yüzüne ayıplarını, günahlarını, riyakârlıklarını, yalanlarını, iyi yanlarını, kötü yanlarını sayıp gidiyor. 

Geriye ne kaldı? Her ne kadar şu anki muradı bu olmasa da barışmak : )

Küslüklerden ve kavgalardan sonra zordur barışmak. Hele hele devleti de ardına alarak edilmiş kavgalardan sonra barışmak çok daha sorunlu, çok daha sancılı. Ancak o sancılar son yirmi yılda bir şok halinde yaşandı aslında. Geriye sakinleştirici, ağrı kesici ilaçlar eşliğinde toparlanmak kaldı.

Hadi artık barışalım mı?

Ama devlet eliyle değil. Rica edeceğim devlet bey (evet bey) ellemeyin artık bizi. Başörtüsünün korunmasını garanti altına almayın rica ederim, baş açmayı da. Daha genel şeylere odaklanın siz, özgürlükler gibi mesela. Meydanlarda nasıl davranacağımızın kalıplarını çizmeye kalkmayın, siz meydanı yapın, biz içini doldururuz. Ne pozitif, ne negatif hiçbir kurmaca toplum mühendisliği yapmaya kalkışmayın artık bu ülkede. Sadece AKP döneminde değil, Cumhuriyet’in ilanı sonrasında yapılan devrimler de tam olarak amacına ulaşmadı. Ulaşamaz. Zorla, kanunla olmaz. Zorla yapılan, devlet eliyle yapılan her açılım mutlaka birilerini ya da bir yerleri kıracaktır. Büyük bir savaştan ve savaş öncesi saltanattan miras kalan bakiyelerden bir an evvel kurtulmak hevesiyle yola çıkılarak planlanan devrimler aceleci bir tavırla en doğru şekilde düşünülüp uygulanmamış olabilir. Ve bir yanlış başka yanlışları doğurmuş olabilir.

Bu topraklarda devlet toplumuna güvenmiyor. Müdahaleci ve kontrolcü bir ebeveyn gibi her daim çocuğunun ne yapacağına, ne giyeceğine, nerede nasıl davranması gerektiğine müdahale etmeye, onu terbiye etmeye kalkıyor. Bu kadar çok baskı elbette ebeveyne karşı bir nefret geliştiriyor ve her ne amaç taşırsanız taşıyın asla baskıdan pozitif sonuç alamıyorsunuz. Toplumu dizayn etmeye kalkmayın, bizi kendi halimize bırakın. Kendi işimizi kendimiz görerek öğrenelim, düşelim, kalkalım, rezil olalım, övülelim, taşlanalım, sarılalım, barışalım. Bırakın sadece özgür bir ülkede yaşadığımız için çarşaflı ve Kemalist aynı sınıfta okusun. Belki bir gün laf sokar, aynı ortamda sohbet etmez ama bir gün, beraber oturmaları gerekir. Birinin silgisi yere düşer, öbürü uzatır falan. İnsan göz göze gelmeye görsün, hemen yelkenleri suya indirir.

Bizi bir araya getirecek şeyler yaşamın içinde zaten var. Tiyatrolar, konserler, okullar, camiler, komedyenler, sanatçılar, siyasetçiler, diziler, pazar yerleri, metrolar, otobüsler yaşamın olduğu her yer bizi birbirimize yaklaştırır. “Gerçekten ya” diyeceğimiz an mutlaka gelir. Ön yargılarımız, devletin ortak alanları her hangi bir grubu korumak ya da dışlamak için dizayn etmesiyle değil, birden bire başlayan bir sohbetle ancak yıkılabilir.

AKP ne yaptı? Tüm bu kamusal alanları dizayn etmeye kalktı. Devlet dairelerini, üniversiteleri, okulları, televizyonları, gazeteleri, marketlerin tezgâhlarını, alkolü, sigarayı, kafeleri, barları, restoranları, restoranda masada duran tuzluğu, ekmeğin kalorisini! Kamusal alan yetmedi, evimize kadar girdi. Bi çıkın gidin evimdeki televizyondan, cebimdeki sigaranın üzerindeki resimden, arkadaş devletin yatak odasında ne işi var?

Çık dışarı, çık çık çık çık!!

Gümm!!

Devlet kendisini ve kendisine ait kurumları denetlesin rica ediyorum, devletin kurumları kişisel menfaat kurumlarına dönüşemesin. Devlet bu yüzden kurumlarındaki memurlarını denetlesin, harama el uzatamasın, devletin imkânlarını ödül veya sopa olarak kullanamasın. Devlet çocuklarını korusun, karnı tok mu, sırtı pek mi, taciz ediliyor mu? Şehrin göbeğinde müziği susturan devlet, yalın ayak gezen, yarı aç ders dinleyen, karanlıkta yollara düşen çocuğun varlığından habersiz. Daha da kötüsü umurunda değil!!

AKP devletinde vatandaş devletin bir uzantısı oldu. İnsanlar devlet dairesindeki memurun yüzüne kızmıyor da arkasından e-devletten şikâyet ediyor. Devlet o kadar çok şeyi çözmek için hukuku sopa olarak kullandı ki vatandaş da komşusuyla arasındaki sorunu çözmek yerine dava etmeyi tercih ediyor. Hukuku sopa olarak kullanmak istiyor. Adliyelerdeki dava patlaması hukuka güvenden mi ileri geliyor, kendimize ve birbirimize güvensizlikten mi?

Bilimi temel alan bir eğitim, özgür bir sosyal hayat, sağlıkta, eğitimde fırsat eşitliği, yaşanabilir bir ekonomik düzen ve halkın güvenliğini sağlamanız haricinde planlanması gereken neredeyse hiçbir şey yok!

Özgür ve özerk üniversiteler, aktif sivil toplum örgütleri ve konuşan bir Türkiye neleri başarmaz, neleri dönüştürmez. Aslında AKP hepimizi birden karşısına alarak toplumun farklı kesimlerini büyük ölçüde bir araya getirmiş oldu. Her bir mahalleye attığı dayağın ardından tüm farklı mahalleleri AKP karşıtlığı konusunda bir araya getirmiş oldu. Bugün yaşanan çözülmenin boyutları, gürültülü nefret üretme makinesi kapandığında daha iyi anlaşılacak. Önce bir sessizlik ardından ufak ufak konuşmalarla birleşmeye evirileceğiz.

Bir anekdotla bitireyim. Gezi zamanı, o zamanlar benim de olduğum gibi başörtülü olan arkadaşım ile parktan ayrılıp Beşiktaş’a geçtik. Sahile karşı bir bankta oturmuşuz, yaşadığımız maceranın heyecanıyla olan biteni anlamaya çalışarak Gezi’yi analiz ediyoruz. O sırada bizden en az on yaş küçük oldukları belli olan gotik tarzda giyinmiş iki kız yanımızdaki banka oturdu ve bize duyurmaya çalışarak yüksek sesle Gezi’de neler yaptıklarını konuşmaya başladı. Aynı yerden gelmiş iki farklı mahallenin çocuklarından biri, diğerini sadece başı örtülü diye savaştığı AKP ile eşliyor ve bize laf sokuyordu. Belki de oradan gelmiyorlardı bile çünkü Gezi’de olsalar o bahçede herhangi bir dini, milli, siyasi görüşün ön planda olmadığını, herkesin sadece AKP bencilliği ve gaddarlığı karşısında birleştiğini görürlerdi. Arkadaşımla sadece birbirimize bakıp güldük ve izah etme gereği hissetmedik. Muhtemelen biRkaç saat sonra aynı noktada buluşacaktık.

Diyeceğim o ki hayat sürprizlerle doludur, öngörülemezdir, birbirimize şans vermeliyiz.

Cumhuriyet devrimleriyle bir mahalle, AKP düşmanlığıyla başka bir mahalle oluştu. Bu iki devir arasında devlet ne zaman, kime müdahale etmeye kalktıysa bir o kadar daha mahalle oluştu. Hakkını teslim edelim, AKP’nin müdahaleleri sadece karşı mahalleyi değil, kendi mahallesini de yaşanmaz hale getirdi. Kendi mahallesindeki insanları kendi eliyle ötekileştirdi, karikatürize etti. Seçimden bir ay önce AKP’nin kendi kitlesine neler ettiğini yazacağım ve bence çoktan ölmüş AKP’nin cenaze namazında, tabuta dirseğimi koyarak kendi kitlesinden helallik isteyeceğim. Cenazeyi kaldıracak bir ekip de artık kendini belli etse hiç fena olmaz. Kokar bu şimdi.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.