Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Elif Gökçe Aras yazdı: Adayın dili

Aday kim olacak, masa dağılacak mı, muhalefet bu sefer başarabilecek mi? Daha bu soruların anksiyetesini aşamamışken, uzun zamandır hepimizin kaygıyla beklediği kanlı seçim kehanetleri gerçekleşmeye başladı. Normalimize bakar mısınız? Hepimiz bu olağanüstü hallerin bizi beklediğini kanıksamışız artık. Olan sadece ölene ve sevenlerine oluyor, hepimiz her an bu kanlı menünün mezesi olabiliriz. Hiçbirimizin ne malının, ne canının bir kıymeti harbiyesi yok. Senaryoyu herkes biliyor, kimse yutmuyor ama yapanın yaptığı yanına kâr kalıyor. Bu sefer de oy devşirilebilirler mi? Herkes niyeti bildiğine göre devşirilemez. Ama muhalefetimizde bu dev tuzluk olduktan sonra, onların zayıf iradeleri bir yılgınlık ve nefret oluşturabilir. Altılı Masa paydaşlarının gözümüzün önünde didişmeleri zaten temkinli yükselen özgüvenimizi, yeniden başaramayacağız psikolojisine terk etmeye başladı. Erdoğan rejimine ve muhalefete sağladığımız onca krediye rağmen başaramazlarsa, gerçekten yazık olacak bu ülkeye. Altılı Masa paydaşlarının kimisinin kifayetsizliği, kimisinin pasifliği, kimisinin bencilliği taş koysa da önümüze, biz yine de son deme kadar onları uyarmaya, onlara umut bağlamaya da devam edeceğiz. Muhalefetin icabına seçimden sonra bakarız. Peki, bu seçimde ne yapacağız?

Yüzlerimizde bir İstanbul riyası, bir Kadıköy karası. Herkes her şeyi biliyor, birbirini tanıyor ama bir şeyi bilmiyor. Bu sefer başarabilecek miyiz?

Masa paydaşları, her ne kadar onlardan şikâyet etsek de, elimiz kopsa Erdoğan’a oy vermeyeceğimizi bildiklerinden bizi cepte görüyor ancak almaları gereken oy oranını halen alamadıkları için, gözlerini araftakilere ve Cumhur İttifakı’nın oylarına dikmişler. Erdoğan, kendi seçmen kitlesi hakkında ne derse, vardır bir bildiği diyor ve onun seçmenine, onun diliyle seslenmeye çalışıyorlar. Haliyle işini bilen bir çiftçiden ziyade, çiftçinin tarlayı korumak üzere bıraktığı korkuluk kadar inandırıcı oluyorlar. 

Peki, Cumhur İttifakı kitlesine nasıl ulaşacaklar? Ulaşabilirler mi? Daha önce iki yazımda belirtmiştim. Erdoğan kitlesini kandırmıyor, kitlesi bizatihi Erdoğan ile aynı kişi. Bu fikre nasıl kapıldığımı anlatayım.

Öncelikle bu kitleden kiminle konuşursanız konuşun; eğitimli, eğitimsiz, zengin, fakir, şehirli, taşralı aynı hassasiyetleri ortaya koyar ve aynı cümleler ile Erdoğan’ı savunur. Kimileri ucundan açık eleştirse bile, onların hassasiyetlerini bilip de “temiz siyaset” yapacak “o güçte” başka kimse olmadığı için ona mahkûm olduklarını söyler, kaybetmemesi için içten bir dua eder ve savunmasını bitirir. Zaten halkın çoğunluğu için siyaset pis bir şeydir, siyasete giren kirlenir. Temiz bir siyaset beklemek, bizim aptallığımızdır.

Bir gün aynı kitlenin klonu koyu AKP’li annem ile güncel bir konu üzerine tartışmaya başladık. Konudan konuya, AKP’nin politikaları sonucu ortaya çıkan yıkımdan yıkıma geçiyoruz. Tam hızımı almışım ve onu iyice öfkelendirmişim, artık bunu da reddedecek bir şey söyleyemez dediğimde annem pat diye “Sandık gelsin, göstereceğiz gününüzü” deyiverdi. Kala kaldım. Çünkü onun için saydığım haksızlıkların, beceriksizliklerin, kötülüklerin hiçbir önemi yoktu. Onlar çoktu ve yine kazanacaklardı, başkanına sonuna kadar güveniyordu, bir şekilde başaracaklar, ortak oldukları günahlar için asla hesap vermek zorunda kalmayacaklardı. Bir şekilde. Hani bizim o korktuğumuz seçim arifesi gerçekleşebilecek olaylar, bazıları için bir ümit olabilir.  Ne kutlu davaymış değil mi, onlardan olsa dahi ödenen hiçbir bedel önemli değil. Haksızlık etmeyeyim, bütün kitle aynı körlükte değil, öyle olsa yekvücut olduğunu düşündüğüm bu korkunç yapı çözülemezdi. Ancak çözülenlerin de tamamı vicdan azabına daha fazla dayanamadığı için değil, bu yönetimin kaçacak başka bir köşesi kalmadığını gördüğü için terk ediyor safları. Ve arafta bekliyor. İşte böyle bir karanlıktan nasıl çıkılır? Şokun etkisiyle olay mahallini terk ettim ve oturup enine boyuna düşünmeye başladım. Annemi ne durdurur, tereddüt ettirir, susturur, düşündürür?

Bu tip tartışmalarda daha önce defalarca hissettiğim üzere karşımdaki insan sanki annem, kuzenim ya da herhangi bir AKP’li değil, Erdoğan’dı. Mikrofonu Erdoğan’ın elinden alın, herhangi birisinin eline verin, aynı olayı aynı argümanlarla savunur ve zerre kadar vicdan azabı hissetmez. O yüzden ben de cevabı bulmak için annemi, babamı ne ile ikna ederim diye değil, karşımda Erdoğan olsa onu nasıl etkilerdim diye düşünmeye başladım. Ne söylerdim de Erdoğan tereddüt ederdi, yanlış yaptığını anlardı? Siz olsanız ne derdiniz?

Cevabı bulabilmek için önce şunu belirlemeliydim. Nasıl olmuştu da milyonlarca insan aynı insana dönüşmüştü? Onları seri üretim bir figüre, ilkesizce, ahlaksızca, sadece başarmanın motive ettiği zihin yapısına dönüştüren şey neydi? 

Dinleri, büyük oranda onları tektipleştirmek için yeterliydi. Dinin bazı hükümleri onları yüksek bir ideale inandırıyor, dahası verilen ödünler o ideal uğruna normal karşılanıyordu. Mesela şehitlik. Bir kimse vatanı için şehit oluyorsa mekânı cennet oluyordu. Dindarlar dünyayı bir sürgün yeri ve cenneti sonsuz ve mutlu yaşam kaynağı olarak gördükleri için şehitlik onlar için yüce, özenilesi bir makamdı. Bu yüzden sorgulanmadan yüceltilirdi. Peki, devleti için çalışan bir işçinin ölümü de onlara aynı şeyi hatırlatır mı? İmgelerle oynamayı iyi biliyorsanız, evet.

Başka bir hüküm, kişi anneye, babaya ve dindarsa hükümdara ihanet edemez. Ne kadar da konforlu bir alan değil mi? Peki bunun kıstası ne? Hz. Ömer veya Hz. Ali gibi figürlerin bu konuya düştükleri şerhler herkes tarafından kutsanır ama kabul görmez. Her daim haktan ve adaletten yana Hz. Ali ve ailesinin başına gelenleri hepimiz biliyoruz.

Mesela savaş hükümleri. Savaşta ganimet helâldir, düşmanın eşini bile cariye yapabilirsiniz. Düşman kim? : ) O hükümlerden bir diğeri yalan söyleyebilme ruhsatı. Normalde yalan büyük günahtır. Sadece savaşta, canınız tehdit altındayken ve karı-koca arasında sulh sağlarken yalan söyleyebilirsiniz. Dileyen, bu hükümleri nasıl da kullandı gözünüzün önüne geldi mi? Gibi gibi. İşte bu tarz genel hükümler bir anlayış, bir düşünme biçimi geliştiriyor ve bu gibi muğlak onlarca ifadeyle becerikli biri çok güzel sonuçlar alabiliyor. Aldı. Bu sadece bizim halkımıza özgü değil. Ama bizim halkımıza özgü bir huy bu alanı besledi. Halkımızın çoğunluğu hükümdara isyan etmez. İslamiyet’ten önce de bu topraklarda hükümdar ulu hakandı. Birbirini besleyen çok alan var şu an elimizi kolumuzu bağlayan.

Ancak tek başına dinle açıklamak yeterli değil. Daha AKP kurulurken Erbakan’ın onları ne kadar tehlikeli bulduğunu, cansiperane dindarları uyardığını unutmayın. AKP ile başından beri asla yan yana gelmemiş, dahası onu düşman olarak görmüş çeşit çeşit dindar gruplar var. Dindar kesimin içerisinde ölmediği müddetçe AKP’nin adını dahi anamadığı mütefekkirler var. Genel olarak dini iyi bilen ve üzerine düşünen biri için geçerli değildi bu kıstas yani ama dini kıt kaynaklarla ve kişilerin anlatıları üzerinden yüzeysel olarak bilenler, dinlerinin öğretilerindeki muğlak ifadeler sayesinde ortaya konan fikirlere sorgusuzca kapılıyorlar. Bu muğlak ifadelerle, her konuda yapılan yüzeysel açıklamalar, çelişkili olsa dahi hayatlarında düşünme eylemine yer vermedikleri için onları tatmin ediyor. Bu muğlaklıklar sayesinde dünyanın en haklı dinine sahip olmalarına rağmen, geri plana atılmış olmaları onları bir şekilde elde ettikleri iktidarda kalmış olmak için motive etmeye yetti.

Cumhuriyet döneminde ötelenmiş, sonrasında geriliğin müsebbibi olarak görülmüş, halkın bir kısmı tarafından hilafeti savunduğu için saltanatla birlikte gericilik ve ihanetle suçlanmış, davranış biçimleri cehaletle eşitlenmiş bu grup, iyiden iyiye seküler yaşama ve laikliğe bilenmişti. Bu yüzden yeni düzende toplum içinde var olabilmek için tıpkı dinlerinin başlangıç zamanında olduğu gibi mazlum ve hoşgörülü bir dil geliştirmeye başladılar. Hem zulme uğruyor hem hoş görülü davranıyor ama yine de beğenilmiyorlardı. Hem sosyal hayatta hor görülüyor hem devlette temsil edilemiyorlardı. Dahası, devlet toplum dışına itilen ve kendi içinde gruplaşmalarla var olmaya çalışan bu kesimi kontrol altına almaya ve baskılamaya çalıştıkça alternatif çözümler bulmaya, cemaatler aracılığı ile organize olarak devlette var olmaya çalışıyorlardı.

Devlet erklerindeki her bir grup yönetimdeki sırasını beceriksizce savınca, toplumun faydacı kesimi hoşgörünün üzerine eklenen liberal dil sayesinde onlardan olan bir gruba şans verdi sonunda. Kaybedecek ne kalmıştı ki? Ve işte o zaman sıra onlara gelmişti ancak kazanmaları yetmezdi ve kaybetmemeleri için elde etmeleri gereken şey sadece iktidar koltuğu değildi. İkna etmeleri, aşmaları gereken birçok engel onları bekliyordu. Karanlıklar prensi onlar için kendini feda ediyor, her daim karşısına çıkan her bir gruba duymak istedikleri sözleri söylüyor, kitlesi bu sözlerin mutlak zafer için söylenmiş yalanlar olduğunu biliyor, bu yalanlardan hiç rahatsız olmuyorlardı. Çünkü aslında ne ve kim olduğunu çok iyi biliyorlardı. Bu yüzden muhalefetin “Zamanında öyle demişti, şimdi böyle diyor” cümleleri onları sarsmıyor. Çünkü onlar hiç hayal kırıklığına uğramadı ki, onlar o cümlelerin amaca giden yolda verilmiş minik ödünler olduğunu biliyorlardı. 

Ülkedeki bütün cemaatlerin ortak nefret öznesi olan FETÖ ile geçici işbirliği bile bu ödünlerden biriydi. Herkes onlardan nefret ediyordu ancak onun bir bildiği vardı. Onları, ele geçirdikleri devlet kademelerini lehine çevirene kadar kullanacak ve sonunda sistemin dışına atacaktı. Bütün FETÖ sürecini sabırla, bu motivasyonla izlediler ve yanılmadılar. Bu yüzden 17/25 Aralık’ta ortaya saçılan ses kayıtları umurlarında bile olmadı. Bu yüzden FETÖ’nün ortaya çıkardığı günahların onların gözünde hiçbir değeri yoktu. Düşmanları değil miydi? Elbette saldıracaklardı, tüm sözleri yalandı. Dahası, velev ki yalan olmasın, önemli değildi. Önemli olan tek şey onların iktidarda olması, iktidarda kalmasıydı. Başlarda ufak ufak kabullendikleri minik günahlar, ideallerine giden yol çetinleştikçe çirkinleşmiş, dönüşü olmayan bu yol zamanla büyük günahlara göz yummaya mecbur bırakmış, hepsini duygusuz ve ruhsuz insanlara dönüştürmüştü. 

Ona güvenerek komşularıyla, çocuklarıyla, akrabalarıyla kavga etmiş, onun sayesinde cumhuriyet elitleri yüzünden asla elde edemeyecekleri belli kadrolara gelmiş, ona güvenerek “geçici” günahlara girmişlerdi. Onun kaybetmesi demek, onların da yeniden kaybetmesi demekti. Toplumda yeniden dışlanmak, hor görülmek demekti. Olay sadece kaybetmek değil, aynı zamanda rezil olmak. Neyse ki o, onların adına herkese verilmesi gereken cevabı yetiştiriyordu. Her seferinde minareye yepyeni bir kılıf dikiyordu.

Yandaş medya kanallarını izledikleri için bir türlü gerçeği öğrenemediklerini düşünüyorsunuz değil mi? Oysa yandaş medya kanallarını izlerkenki halleri bana hep şunu düşündürüyor: Hâlâ onları savunacak birileri var, hâlâ foyaları ortaya çıkmadı. Üstelik bakın, sadece birkaç kişi dahi olsa düşman saflardan insanlar bile var liderlerine hak veren. Demek ki henüz zamanı değil, hayır hâlâ iktidardalar. Yayınlardaki kuklalar yalandan özeleştiri yapmaya kalktığında bir anda koltuklarında dikleşiyor ve o korkunç virajı nasıl alacağını kaygıyla izliyorlar. Zaman zaman aslanlarının arasına atılan ceylanlar aslanlarına karşı diklendiğinde öfkeyle “Lanet olasıca ceylan, gebereceksin, boşuna uğraşma, geber işte” diyerek ceylanın kazanma ihtimaline dahi tahammül edemiyor, kanalı değiştiriyorlar. Küçük bir doz hakikate dahi histerik tepkiler veriyorlar. Her daim onları sakinleştirecek, kaygılarını dindirecek, kaybetmeyeceklerini fısıldayacak bir sese bağımlılar ve neyse ki bu ses onları hiç yalnız bırakmıyor.

Peki, böyle bir güruha seslenecek olan aday ne söylemeli, hangi argümanlarla onların karşısına çıkmalı? Bu öyle zor, öyle çetin bir şey ki formülün çetinliği yüzünden çözümü onları komple yok saymakta bulmuştum ben. Bir nesil böyleydi ama onların altındaki nesil yakından tanık oldukları bu delirme halinin vardığı kötülüğün farkındaydı ve verecekleri başka ödünleri kalmadığını, güvendikleri kaynakların sonsuz olmadığını görüyordu. Sonsuz kaynak, sonsuz kadro diye bir şey olamazdı ve gördükleri zehirlenme üzerine anlamışlardı ki olmamalıydı da. Hiçbir ideal bu kadar günahı sırtlanacak kadar kutsal olamazdı. 

Peki, hem o kitleleri hem nereye gideceğine karar veremeyen, maalesef ülkemizde en geniş tabana sahip olan klasik faydacı seçmeni etkilemek hem de zaten elinde bulunan seçmeni korumak isteyen bir siyasetçi hangi dili kullanmalı?

Sahi siz Cumhur İttifakı seçmeninin, dini ve milli duygularının ne kadar sahici olduğunu düşünüyorsunuz? Hani artık iktidarı kaybetme korkusu haricinde hiçbir şeyin gözünden bir damla yaş akıtamadığı o hırçın kitlenin.

Konuyla hiç alakası yok ama size bir şey soracağım. Bir dolandırıcı, dolandırdığı insanlara saygı duyar mı? Onun yalanlarına ondan daha çok inanan biri, dolandırıcının gözünde aptaldır ve her türlü cezayı hak etmiştir. Bu yüzden kendisinden daha yüce bir ideali maske edinmiş insanların repliklerini onlara sıralamak sizi sadece alay konusu yapar. Ne aptalsınızdır, özünde onların dahi inanmadıkları bir hikâyeye nasıl da inanmışsınızdır. İşte bir dolandırıcının gözündeki siz.

Bana göre aday kesinlikle ama kesinlikle din ve milliyet söylemlerine bulaşmamalı. Kan ve semâdan uzak durmalı. Yeryüzünde, ayakları üzerinde sağlam bir şekilde durmalı. Seçim, adı üzerinde bir tercih yapacağız. Bu yüzden aday duygusal değil, son derece rasyonel olmalı. Ama onlar yapmıştı ve kazanmıştı demeyin. Peçelerin ve takkelerin altında hep imkânlar ve ederi konuşuldu. Onlar işbirliği halinde pazarlık etti ve birbirlerini kandırmadı. Açık açık pazarlık yaptılar. Hangi cemaat neyin karşılığında ne kadar oy verecek konuşuldu. Ve toplumun geri kalanı da onların çocukları da bütün bu hikâyeye tanık oldu. Sadece bir şekilde ele geçirdikleri anahtarı sizin bulamayacağınız bir yere sakladılar, o kadar. Artık bu ülkede hamaset çalışmaz ve bu zamana kadar en çok hamasetin çalıştığı o evde yaşayan küçük, yaramaz bir kız çocuğu size anahtarın yerini söylüyor.

Aday dürüst, seküler bir dile sahip, kendine, ekibine ve politikalarına inanan biri olmalı. Kim bilir, bu tavrıyla yaşatacağı Stockholm Sendromu size umulmadık reyler bile bahşedebilir.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.