Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

İstiklal Caddesi’ndeki terör saldırısını ne çabuk unuttuk!

İstanbul’un Beyoğlu ilçesindeki İstiklal Caddesi’nde 13 Kasım’da düzenlenen bombalı saldırının üzerinden 13 gün geçti. Bombalı saldırıda 80’den fazla kişi yaralandı, altı kişi ise hayatını kaybetti. Saldırının ardından gözaltına alınan Ahlam Albashir’in de aralarında bulunduğu pek çok kişi tutuklandı.

Bombalı saldırıya ilişkin soruşturma henüz bitmemişken, konu Türkiye’nin gündeminden düştü.

Bombalı saldırı neden gündemde uzun süre kalmadı? Türkiye, neden saldırıyı bu kadar kısa bir süre içinde unuttu?

Ruşen Çakır yorumluyor.

Yayına hazırlayan: Gülden Özdemir

Merhaba, iyi günler, iyi hafta sonları. Bundan tam 13 gün önce, yani 13 Kasım’da İstanbul’da Beyoğlu İstiklâl Caddesi’nde bir bomba patladı ve 6 vatandaşımız hayâtını kaybetti. Bu terör saldırısıyla ilgili olarak, bombayı bıraktığı ileri sürülen kadın başta olmak üzere çok kişi gözaltına alındı. İçlerinden büyük bir kısmı tutuklandı. Basına yansıdığı kadarıyla tutuklananların hemen hemen hepsi Suriye vatandaşı, içlerinde Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı yok. Varsa da belki çok önemsiz pozisyonlardaki kişiler. Aradan geçen 13 gün zarfında, bugün geldiğimiz noktada, açıkçası, yayının başlığına da çıkarttığım gibi: Biz bu olayı unuttuk. Neden unuttuk? Çünkü unutmak istiyoruz. Daha önceki olaylarda da, değişik dönemlerde değişik örgütler tarafından yapılan terör saldırılarında da yaşadığımız gibi, kamuoyunun genel refleksi bu tür meseleleri olabildiğince hızlı bir şekilde unutmak, o dehşeti daha fazla yaşamak istememek. Ama unuttuğunuz zaman sâdece dehşetten uzaklaşmıyorsunuz; aynı zamanda bu terör saldırısını gerçekleştirenlerin bir şekilde hedeflediği yere gelmiş oluyorsunuz. O da ne? Edilgen oluyorsunuz. Bir şeyleri sorgulamaktan uzak oluyorsunuz. Bir şeylere îtiraz etmekten uzak oluyorsunuz. Sessiz kaldığınız zaman terörle mücâdele etmiş olmuyorsunuz. Şöyle bir akıl yürütme yapanlar oluyor: Eğer sesimizi çıkartırsak, tepki gösterirsek, bu aslında teröristlerin istediği bir şeydir. Hiç sanmıyorum. Tam tersine terör, zâten ansiklopedik anlamda, sözlük anlamında baktığınız zaman, genellikle insanları sindirmeyi hedefleyen bir şey ve dolayısıyla unutarak aslında bir anlamda terör saldırılarının amacına ulaşmasına yardımcı oluyoruz. Bu tür olaylarda –ki Türkiye’de yaşadığımız olayların çoğunda benzer bir durum oldu–, genellikle ülkeyi yönetenler de bu olayın hızlı bir şekilde unutulmasını istiyorlar. Zîra bir terör saldırısı, gerçekleştiği andan îtibâren bir yönetim zaafını gösterir. Çünkü ülkeyi yönetenler şu ya da bu şekilde ellerindeki sonsuz imkânları kullanarak terör saldırılarını önceden engellemekle yükümlüdür. Yapılan açıklamalarda şu var hep — biliyorsunuz: “Biz çok sayıda saldırıyı önceden engelledik, ama aradan tabiî ki kaçanlar oluyor”. Engellemişler midir gerçekten? Bilemiyoruz. Diyelim ki engellemiş olsunlar; ama sonuçta, son olayda olduğu gibi Beyoğlu’nda, Türkiye’nin en bilinen caddesinde, ilk akla gelen caddesinde bir terör eylemi yaşanıyorsa, burada ülkeyi yönetenlerin, özellikle güvenlik bürokrasisinin ciddî bir zaafı vardır. Dolayısıyla iktidarlar bu tür olayların çok da fazla konuşulmasını istemezler. 

Unutturmanın bir başka yolu da tabiî ki hesap sorma iddiası. Ne oldu? Türkiye Suriye’ye askerî harekât yaptı, hava harekâtı yaptı; birkaç gündür de kara harekâtı gündemde. Böylece hesap sorulduğu, katledilenlerin hesabının sorulduğu söylendi. Ardından, hava harekâtına cevap olarak Suriye’den havan atışları yapıldı ve bunun sonucunda bir çocuk ve bir kadın öğretmen hayâtını kaybetti; onların da bir anlamda teröre kurban olduklarını gördük. Onlara da cevâbı ekleyerek, terör saldırısını değil de buna cevâben yapılanları konuşmamızı isteyen bir siyâsî iktidar var. Ne oluyor? “Şu kadar hedefe saldırı düzenlendi, şu kadar terörist yok edildi, öldürüldü” vs.. Bu tür resmî açıklamalarla yetinmemiz isteniyor. Bu hava saldırılarının ne derece bu terör saldırısına cevap olduğu tartışması bir yana, bir diğer husus da şu: Bu saldırılar, bu tür askerî cevaplar yeni terör saldırılarını engelleyebiliyor mu? Türkiye’nin yakın târihi farklı farklı terör eylemleriyle ve devletin farklı farklı cezâlandırma iddialarıyla geçti. Ama ülkemizdeki terör saldırıları bir türlü bitmedi, biteceğe de benzemiyor. Burada ne yapılması gerekiyordu? Normal şartlarda toplumun bir şekilde devreye sokulması gerekiyordu. Medyascope’ta geçen pazar yazdığım, “Teröre karşı sivil cevap”, bir sivil cevap arayışına girmek gerekiyordu ve iktidârın buna öncülük etmesi söz konusu olamayacaktır, olmak istemeyecektir; ama sivil toplumun kendisinin buna tâlip olması, bu görevi üstlenmesi gerekiyordu. Fakat Türkiye’nin otoriter rejiminde sivil toplum örgütlenmelerinin üzerinde de çok büyük baskılar olduğu için bu çok fazla hayâta geçmedi — hattâ hiç geçmedi. Sonuçta olay çok ilginç ve acı bir şekilde, terör örgütleriyle devlet arasında bir olay oluyor. Ama bunun kurbanları da, en son Beyoğlu’nda yaşadığımız örnekte görüldüğü gibi doğrudan vatandaşlar, sivil insanlar oluyor. Ama o sivil insanların bu kavgada, bu çatışmada bir özne olarak yapacakları hiçbir şey yokmuş gibi davranılıyor ve unutmak da aslında birazcık ondan kaynaklanıyor. Dolayısıyla kendisi dâhil olamayan insan, vatandaş, bu olayı unutmayı tercih ediyor. 

Peki unutmak çözüm mü? Daha önceki örneklerde bunu çok acı şekilde yaşadık. Unutmak hiçbir zaman çözüm değil. Birincisi, bu eylemler o kadar dehşet yaratıyor ki kolay kolay unutmak mümkün değil. Ama bir diğer husus da –şu anda bunu yaşamıyoruz, umarım yaşamayız; fakat bu ihtimâli akıldan çıkartmamak lâzım–; terör örgütleri, terör eylemlerini yapanlar, yaptıranlar, birtakım şeylerin unutulmasını istemedikleri için, sürekli gündemi terörize etmek istedikleri için bunları sürdürüyorlar. Böyle de bir acı olay var. Çok iyi hatırlıyorum; Türkiye’de 2003 yılının Kasım ayında El-Kaide’nin İstanbul’da iki terör saldırısı oldu. Sinagoglara yapıldı ve beklenmedik bir şekilde dünyanın her yerinde, özellikle Batı’da El-Kaide’nin saldırıları vardı. Fakat Türkiye’de bu saldırıların olabileceği düşünülmüyordu. Zîra deniyordu ki: “Biz 1 Mart tezkeresini reddettik. Irak’a yönelik operasyona katılmadık. Zâten Müslüman bir ülkeyiz ve ülkeyi yönetenler de zâten İslâmî iddialı ya da İslâmî hareket geçmişine sâhip olan kişiler; Recep Tayyip Erdoğan ve arkadaşları.” Ama buna rağmen bu saldırılar sinagoglara yapıldı. Çok sayıda kişi, mâsum insan katledildi. İki saldırı, canlı bomba saldırısı yapıldı araçlarla ve orada –utanılacak bir şey ama– birçok kişi bu saldırıların sinagoglara yapılmış olması nedeniyle Türkiye’ye yapılmamış gibi davrandılar. Hani sinagoglar sanki İsrail binaları, ibâdet yerleriymiş gibi yaptılar. Halbuki sinagoglar Türkiye’nin çok önemli birer parçasıydılar. Ardından şöyle bir olay yaşandı, çok büyük bir şok yaşandı; ama dediğim gibi öncelikle, “Bunlar sonuçta sinagoglar, dolayısıyla burada Türkiye’ye yönelik değil de Yahudiler’e yönelik bir şey var” dendi ve hiç unutmuyorum o günleri, gözümün önündedir, şu da dendi: “Artık başka saldırı olmaz, biz sıramızı savdık”. Yani sanki bu El-Kaide saldırıları bir trenmiş gibi, istasyonlara uğruyorlarmış gibi düşündü insanlar ve bunu düşünmeyi tercih ettiler. O târihlerde bunun pekâlâ devâmının gelebileceğini söylediğimi hatırlıyorum. Hattâ bir televizyon yayınında, canlı yayında ısrarlı sorular üzerine, bir şey bildiğimden değil akıl yürütmeyle bunun pekâlâ olabileceğini; çünkü bu saldırıyı gerçekleştiren kişilerin mantığını anlamanın öyle kolay mümkün olmadığını, yani bizim mantığımızla onların mantığının aynı olmayabileceğini, pekâlâ yeni saldırılar olabileceğini söylemiştim. Tesâdüf bu ya, 20 Kasım günü –o târihlerde Beyoğlu’nda Metis Yayınları’nda editörlük yapıyordum– bir bomba sesi, çok büyük bir ses geldi, yani bomba denemez ona, bambaşka bir şey. İngiltere Başkonsolosluğu’na araç girdi. Meğer aynı anda ya da bir dakika farkla Levent’teki bir yabancı bankanın, kocaman bir binaydı, oraya da bir canlı bomba saldırısı oldu. Yani 5 gün sonra aynı örgüt iki ayrı intihar eylemcisiyle bunu sürdürdü ve siz istemeseniz de, unutmak isteseniz de, onlar size varlıklarını hatırlattılar. Ondan sonra ne oldu tabiî? Daha sonra tekrar unutmaya geçtik. Yıllar sonra IŞİD eylemlerinde de benzer şeyler oldu. Her eylemin, saldırının ardından, intihar saldırısı ya da bomba –ki çok sayıda insan ayrı ayrı katledildi–; Suruç’ta, Ankara’da tren garında, Atatürk Havalimanı’nda ve Ortaköy’deki gece kulübü Reina’da, birçok yerde IŞİD saldırılarına tanık olduk ve bunların hiçbirisiyle gerçek anlamda yüzleşmedik. Gerçek anlamıyla yüzleşmek dediğim; “Kim neden yaptı? Niye yaptı? Bizden ne istiyorlar? Biz onlara nasıl cevap vermeliyiz?” sorularını hiçbir şekilde sormadık ve sanki bunlar sıradan olaylarmış gibi, tabiî önce dehşete kapıldık, ama sonra hızlı bir şekilde unuttuk. 

Şimdi Beyoğlu’na tekrar dönecek olursak, yakalanınca çok ürkmüş olduğu görülen bir kadın ve bundan hareketle, “Bu kadından terörist mi olur?” gibi birtakım lâflarla geçen bir süreç yaşadık. Devlet hızlı bir şekilde açıklama yaptı. Bu olayı YPG’ye ve PKK’ya bağladı. Önce PKK, ardından YPG bunları net bir şekilde reddettiler ve şu hâliyle bakıldığı zaman, resmî anlamda fâil belli; ama kamuoyunun tam bu konuda kafası net değil. En son eski Emniyet Müdürü Hanefi Avcı ile yaptığım yayında, Hanefi Bey de elimizdeki verilerle PKK demek için henüz erken olduğunu söyledi — ki kendisi çok deneyimli bir istihbâratçı ve terörle mücâdele uzmanı. Her hâlükârda, PKK ya da değil, orada söylediğinde şöyle bir noktada anlaştık: Eğer devletin yaptığı açıklama doğru çıkarsa olay aydınlanır; ama devletin ilk yaptığı açıklamayı tekzip eden bir sonuca varılırsa, bunun hiçbir şekilde dile getirildiğine tanık olmayacağız. Zâten yapılan resmî açıklamanın üzerinden, yani “YPG ve PKK yaptı” açıklaması üzerinden, devlet cevaplarını vermeye başladı. Önce hava saldırısı, belki de ardından kara harekâtıyla sürecek bir şey. Dolayısıyla belli bir aşamadan sonra artık bu olayın PKK-YPG tarafından yapılmama ihtimâli resmî olarak kalmadı gibi bir durumla karşı karşıyayız. Ama hâlâ meselâ, “Neden böyle bir târihte, böyle bir terör saldırısını yapmışlardır? Maksatları nedir?” Maksatları şu ya da bu, “Peki bizlerin ne yapması gerekir?” konularında tam bir sessizlik var, suskunluk var ve kabulleniş var. Buna karşılık ayrıca ne var? Bir yandan Valiliğin İstiklâl Caddesi’nde yürüme dışında her şeyi yasaklayan genelgesi var; sokak çalgıcıları, sokak satıcıları yasak, hanutçuluk yasak, şu yasak bu yasak, her şey yasak. Yani tam da aslında teröristlerin isteyebileceği bir şey. Tam bir korku ve panik göstergesi. Yani burada engelleyemediği şeyi engelleyebilmek için, önce biliyorsunuz ağaçları ve bankları kaldırmışlardı. Şimdi her türlü şeyi yasaklayarak İstiklâl Caddesi’nde yeni bir terör saldırısı olmasının önünü kesmeye niyetliler. Ama 1) Türkiye’de saldırılacak tek yer İstiklâl Caddesi değil, 2) eğer gerçekten birileri bir saldırı yapmak istiyorsa –ki son olayda bunu gördük– pekâlâ yine de yapmaları ihtimal dâhilinde. Bir yönüyle bu var, bir diğer yönüyle de tabiî ki Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın söylediği; bu kişilerin, “Teröristlerin sandıkta da cezâlandırılması”. Yani öldürülenlerin hesabının sandıkta da sorulması. Sanki bu terör saldırılarını yapanlar, AKP ve MHP’nin, yani Cumhur İttifâkı’nın rakibi partilerdeymiş gibi olayın hızlı bir şekilde politize edilmesi ve seçim malzemesine dönüştürülmesi olayı da var.

Sonuçta ne oluyor? Maalesef ölen öldüğüyle kalıyor. Tekrar bütün hayâtını kaybedenlere rahmet diliyorum. Orada ana-kız, baba-kız, karı-koca ya da Gaziantep’te Karkamış’ta bir kadın öğretmen, bir çocuk, bütün bunlar hayatlarını kaybettiler. Hiçbir şeyden haberleri yok. Hiçbir günahları yok ve bunun üzerinde toplumun, onların yaşadıkları bu acıyı, âilelerinin yaşadığı bu trajediyi dindirmek için yapabileceği tek şey, sanki devlet adına, devlet eliyle, zanlı oldukları ileri sürülen birilerinin cezâlandırılması — yani tekrar dişe diş. Buna indirgenmiş bir terörle mücâdele anlayışımız var. Yıllardır bu yapılıyor. Hiçbir sonuç alınamadı. Bugün yapılandan da herhangi bir sonuç alınması mümkün değil. Çok da fazla lâfı uzatmamak lâzım. Ama terörle mücâdele böyle edilmez. Terörle mücâdeleyi böyle etmeye çalıştığınız zamân, bir müddet belki bir şeylerin üstünü örtersiniz; ama bir başka gün başka birileri, belki aynı örgüt belki başka örgüt belki de bambaşka çevreler, yine size bu yöntemle, terör yöntemiyle diz çöktürmeye çalışabilirler. Sonuçta bu mücâdele adına yapılan şeylerin hiçbirisinin terörle mücâdele etmek, toplumu bu konuda bilinçlendirmek ve onu bir özne kılmak yolunda herhangi bir katkısı olduğunu düşünmüyorum. Çünkü bundan önceki olayların hepsinde benzer şeyleri yaşadık. Acı bir kısır döngü olarak Türkiye’nin önünde bir terör realitesi var. Umarım bir şekilde daha fazla bu tür saldırılara ülke olarak mâruz kalmayız. Evet, söyleyeceklerim bu kadar, iyi günler.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.