Burak Bilgehan Özpek yazdı: Altılı Masa’da gerçekten altı parti mi var?

AKP’nin 20 yıllık iktidarı aslında birtakım siyasi mühendisliklere dayanıyor. HDP’yi muhalefetten uzak tutmak veya merkez sağda alternatif bir partinin çıkmasını engellemek gibi hamleler ile muhalefeti güçsüz bırakmayı başardı Erdoğan. Bunun iki istisnası oldu. Birincisi 7 Haziran 2015 seçimlerinde yaşandı. AKP’nin HDP’den beklediği, çözüm sürecinin devam etmesi karşılığında seçimlere bağımsız adaylar ile gitmesi ve kampanya sürecinde AKP’yi çok fazla yıpratmamasıydı. Demirtaş’ın “Seni başkan yaptırmayacağız” çıkışı ile birlikte, HDP ile diğer muhalefet partileri birbirlerine yaklaştılar. Üstelik bu dönem MHP’nin uyguladığı politikayı da incelemek gerekiyor. Bahçeli açık şekilde çözüm sürecine karşı olmasına rağmen, birçok noktada HDP’yi karşısına alarak siyaset yapmadı. Bu iki parti, AKP tarafından sunulan iç güvenlik yasa tasarısına karşı birlikte, omuz omuza mücadele etmekten gocunmadılar. Ve 7 Haziran seçimleri öncesi MHP, seçim söylemini çözüm süreci karşıtlığı yerine yoksulluk, yolsuzluk, kayırmacılık ve adaletsizlik eleştirisi üzerine kurdu. AKP’nin yüzde 40 aldığı 7 Haziran seçimleri HDP ve MHP’nin umulandan farklı bir rol oynaması sayesinde bir hezimete döndü. Akabinde yaşanan gelişmeler ise AKP’nin iktidar mühendisliğine geri dönüşü ile mümkün oldu. Kriminalize edilen HDP fiili olarak muhalefet partilerinden, hatta toplumdan uzaklaştırıldı ve MHP’de muhalif kanadın kongre talebi yerel mahkemelere müdahale edilerek engellendi. Böylece, muhalefet ile bağlantısı kesilmiş bir HDP ve merkez seçmeni kendisine çekmeyi başarabilen bir MHP hikayesi sona ermiş oldu. AKP’nin 7 Haziran günü can çekişmekte olan iktidarı bu matematiğin tekrar kurulması sayesinde hayata döndü.

İkinci istisna ise yerel seçimlerde, özellikle İstanbul’da yaşandı. İlk başlarda pek kimsenin ciddiye almadığı, dolayısıyla tehdit algılamadığı Ekrem İmamoğlu’nun, hem Kürtler’in hem de milliyetçilerin oyunu almayı başaran bir strateji izlemesi ve seçim sandıklarına sahip çıkmayı başarması AKP için mağlubiyeti getirdi. Bu sayede, İstanbul’daki 25 yıllık Erdoğan hakimiyeti sona erdi ve bütün muhalif gruplar için değişimin mümkün olabileceği düşünüldü. 

Bu iki gelişme, 2023 seçimleri önce muhalif kamuoyu ve muhalif siyasi partiler için bir arada durmanın önemini vurgulayan dersler ile doluydu. Türkiye’de parçalı bir muhalefet vardı fakat bu ittifak kurmaya engel değildi. Başkanlık seçimleri için bir araya gelmek ve ortak aday göstermek, halihazırda ekonomiyi batırmış bir Erdoğan karşısında seçimleri kazanmak için gayet mantıklı bir strateji olarak görüldü. Dolayısıyla muhalif partilerin bir araya gelmesi, birlikte hareket etmesi toplumun desteklediği, en azından kategorik olarak karşı olmadığı bir hamleydi. 2019 seçimleri sonrası AKP’den ayrılan DEVA ve Gelecek partilerine karşı ontolojik bir öfke duyan kesim bile pragmatik olarak bir iktidar değişiminde oynayabilecekleri rolü göz ardı edemediler.

Altılı Masa’ya bu misyon yüklendi ama ilk gününden itibaren kendi kimliğini ve işlevini izah etmekte zorlanan bir yapı olarak kaldı. Bunun sebebi, kurulan mekanizmanın siyasileşmemesi ve seçimi kazanmayı tali, önemsiz bir mesele gibi görmesi. Bu yüzden, sıklıkla vurgu yapılan demokratik değerlerin ve baştan çıkartıcı sözlerle tarif edilen Erdoğan sonrası gelecek projelerinin hangi siyasi yöntemlerle başarılacağı tartışılmadı. Mesela, parlamenter sisteme geçiş önerisi hazırlandı ancak bu öneriyi hayata geçirecek sayıda milletvekili oranına nasıl ulaşılacağı gündeme gelmedi. Benzer şekilde başkan adayının sadece ismi son ana kadar gizlenmedi, aynı zamanda başkan adayının kim olacağının önemsiz olduğu vurgulandı. Kabinenin hangi partilerden, ne oranda besleneceği de konuşulmadı. Seçim güvenliği konusunda söylenenler ise muhalif seçmenin her seçimden önce duyduğundan farksız laflar. Bunun yerine, yeni seçilecek başkanın altı lider tarafından önerilen programa uygun şekilde davranması için gerekli önlemler tartışılıyor. Ve altı lider, kendilerine bahşedilen ortak aday belirleme hakkına ek olarak bir de seçimden sonra cumhurbaşkanı yetkilerine ortak olacaklarını düşünüyorlar. 

Bu akıl tutulmasının ilk halkası elbette ki oy oranlarına bakmaksızın, çokseslilik ve çeşitlilik gibi argümanlarla savunulan eşit oy prensibi. Bu noktayı sorgulamadan aslında Altılı Masa’nın alacağı hiçbir kararın bir hükmü yok. Birçok yazar, oy oranlarının önemsiz olduğunu ve altı farklı siyasi partinin biraradalığının başlı başına kıymetli olduğu görüşünde. Bu kıymet ise partilerin seçim sonuçlarına yapacağı etkiden çok demokratik bir zeminde meşrulaştırılıyor. Ancak masadaki partilere verilen eşit müdahale ve söz hakkı, onların müstakil siyasi partiler olarak kabul edilmesine dayanıyor. Halbuki, bu dört siyasi partinin Meclis’e girebilmesi için CHP veya İYİ Parti’nin kendi listelerinde bu partilere mensup adaylara yer vermesi gerekiyor. Şimdiye kadar sadece DEVA Partisi, kendi logosuyla seçime gireceğini açıkladı. Bununla birlikte, bir başarısızlık ihtimaline karşı diğer partilerin listelerinde de DEVA Partili isimleri görme ihtimalini göz önünde bulundurmak gerekiyor. Zira, benzer bir durum Saadet Partili iki adayın, kendi partileri yerine, CHP listelerinden vekil olmalarıyla yaşanmıştı. Yani, iddialı bir şekilde, seçilecek cumhurbaşkanının yönetim sürecinde etkili olmak isteyen dört siyasi partinin Meclis’te temsil edilmesi CHP veya İYİ Parti’nin buna izin vermesiyle mümkün olabiliyor.

Siyasetin güç ve çıkar ile alakalı bir doğası olduğunu düşünürsek, küçük partilere verilecek olan vekillik sandalyelerinin bu hamiyeti gösteren partiye sadakat ile sonuçlanacağını görmek şaşırtıcı olmayacaktır. Daha önce BTP’yi masaya getirme teklifi reddedilen ve özellikle İmamoğlu’na getirilen siyasi yasak sonrası aldığı tavır ile diğer masa üyelerinden ayrışan Akşener’in böyle bir işbirliği içinde olmadığı anlaşılıyor. Gelecek, DEVA, Saadet ve Demokrat Parti’nin bu durumda kapısını çalması gereken, hatta çalmış olması muhtemel parti ise CHP olarak kalıyor. Yani, bu partilerin yönetici eliti eğer Meclis’e girmek istiyorsa bu CHP yönetiminin rızasıyla gerçekleşecek ve bu bir bağımlılık ilişkisini de beraberinde getirecek.

Bu noktada iki ihtimal var. Yüzde 30’a yaklaşan oy oranına rağmen kendisini yüzde 2’nin altında oy alan partilerle eşitleyen ve iktidarını hem seçimden önce hem seçimden sonra onlarla paylaşmayı kabul eden, bununla yetinmeyip bu partileri kendi teşkilatlarının payından keserek Meclis’e sokan CHP gerçekten bir hayır kurumu olabilir. Ya da masada aslında altı aktör değil sadece iki aktör oturuyor. Dolayısıyla, müstakil altı aktörün, eşit söz hakkıyla katıldığı süreç aslında CHP’nin yönlendirdiği ve kendi kararlarını bütün muhalefetin ortak kararıymış gibi sunduğu bir organizasyonu andırıyor. Bu organizasyonun Kemal Kılıçdaroğlu’nun adaylığıyla sonuçlanacak bir amacının olduğu ise bu resmi tamamlıyor. 

Bu durum, masanın niçin başından bu yana bir türlü seçim ile alakalı işleri gözlerden kaçırdığını ve siyasi bir amaca ulaşmak için pragmatik davranmayı utanç verici ve gayri ahlaki bir tutum olarak nitelendirdiğini açıklıyor. Peki bu nereye kadar sürdürülebilir? Kurulan bu bağımlılık mekanizması İYİ Parti’ye, CHP teşkilatlarına ve seçmenine kaybettirirken, küçük partilere ve onlarla hiyerarşik bir ilişki tesis eden CHP yönetimine kazandırıyor. Geçtiğimiz perşembe, İmamoğlu’na gelen yasak sonrası yaşananlara, bir anda patlayan toplumsal tepkiye bir de bu açıdan bakmak lazım. Mesele İmamoğlu veya Kılıçdaroğlu’nun adaylığı meselesi olmayabilir. Yeni bir iktidar kurulurken herkes pastadaki payını olabildiğince büyütmek istiyor. Ancak bu, kaybedenlere ahlak ve demokrasi öğütleyerek kazananların ise ayaklarına iktidarı sererek olacak bir iş değil.

Büyük demokrasi söylevleriyle iktidara talip olan Altılı Masa’nın bu yüzden, vatandaşlara olan etik sorumluluğu gereği, ortak aday listeleriyle seçime gidip gitmeyeceklerini, eğer gidecekler ise hangi partinin kaç milletvekili ile bu listelerde olacağını açıklaması gerekiyor. Bunu yapmaları gerekiyor ki masada gerçekten müstakil karar alabilen, altı parti olduğuna inanabilelim. Aksi takdirde, kendi seçmeninden son ana kadar süreci kaçıran ve onların Erdoğan alerjisini istismar ederek kendine mahkum etmeyi planlayan bir strateji güttüklerine her geçen gün daha fazla insan inanmaya başlayacak. 

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.