Kemal Can yazdı: Kazanacak aday ve kazanılacak seçim

İktidarın (Erdoğan’ın) yirmi senedir kafasından bir an uzaklaştırmadığı, muhalefetin ise her zaman “daha var, gelince bakarız” demekten bir türlü vazgeçmediği seçim süreci, artık başladı. Seçim hattına girildiğini, meydanların hareketlenmesinden veya kampanyaların hız kazanmasından görmüyoruz. İktidarın -özellikle de muhalefete dönük- hamlelerinden, yargıyı ve bütün güçlerini siyasi sonuçlar imal etmek üzere harekete geçirmesinden anlıyoruz. Bu hızlanmanın en çarpıcı örneğini de Ekrem İmamoğlu hakkında verilen mahkumiyet kararı ile idrak ettik. Bunun bir final resmi olmadığını, giderek tırmanacak bir başlangıcı işaret ettiğini, devamında gelen artçı hamleler ve tartışmalar açıkça ortaya koydu. Erdoğan ve Bahçeli’nin -her türden irili ufaklı oligarşinin- eli artık dirseklerine kadar muhalefetin içinde. 

İktidarın seçim yenilgisini engellemek için göze alabileceği fütursuzluklarda bir sınır öngörmek neredeyse imkansız. Her şeyi yapabileceğini, her imkanı kullanabileceğini hatta olmayanları bile yaratabileceğini iyi biliyoruz. “Bunu yaparlarsa dünyayı başlarına yıkarız” denmesine rağmen en akıl almaz şeylere bile “Sandıkta görürsünüz” demekten daha sert cevaplar verilmeyeceğini de artık iyice anlamış durumdayız. İktidar, fütursuzluğuna bu rahatlığı da ekleyerek gündem bükme faaliyetlerine rahatça devam ediyor. İmamoğlu hadisesi, iki tane Saraçhane mitingine rağmen, muhalefetin üzerinden ölü toprağını atmasının vesilesi olmak yerine hızlı biçimde muhalefetin iç gerilimleri ve rekabeti sahasına itilebildi. İktidar bunu çok kolay yaptı belki ama muhalefet de pek ucuza satın aldı.   

Muhalefet ve Altılı Masa, ısrarla umursamaz görünse de adaylık tartışmasının iyice demlenmiş hatta hafif ekşilik tadı verecek kadar mayalanmış olduğu biliniyordu. İmamoğlu kararı sonrasında, yok farz edildiği için yok olmayan bu gerilim ve fay çatlakları iyice açığa çıktı. İktidar, bunun sürpriz bir gelişme olmadığını gayet iyi bildiği için hamleyi, kararın zamanlamasını ve üzerinde tuttuğu belirsizliği özel olarak kurguladı ve gördüğü imkan yüzünden bir süre daha yönetmeye devam etmek istiyor. “Çaresizlikten yapıyor”, “Ön kesmeye çalışıyor” veya “Bu ters teper” şeklindeki değerlendirme ve tepkiler, doğru olsa bile tabloya açıklayıcı hiçbir katkıları yok. İktidar, muhalefetin bütün adayları için bizzat muhalefet seçmeninin içinde olduğu bir dizi tereddüt yaratmış, olanları aktifleştirmiş durumda. 

Kılıçdaroğlu etrafında, bir kısmı samimi endişelerden kaynaklanan, önemli bir kısmı da başka hesaplara dayalı “seçilebilir aday” tartışması zaten aktifti. Mahkumiyet kararı ve yetmezse diye eklenen “terör” soruşturmasıyla İmamoğlu da “riskli aday” konumuna itildi. Mansur Yavaş, hem ne istediğine -ve dediğine- dair işaret vermediği hem de başkalarının onu işaret etmesi yüzünden -Altılı Masa dışı seçmen için- alerjik aday durumunda. “Feragat” ısrarına rağmen giderek artan adaylık baskısına maruz kalan Akşener’i ise “masa deviren” olma tehlikesi ve partisiyle masa arasında kalma sıkıntısı bekliyor. Muhalefet, açıklamayarak korumaya aldığı aday çeşitliliğini, iktidar için baskıya dönüştürmeyi hesaplamıştı ama güncel tablo pek öyle görünmüyor. 

Altılı Masa’da oturan liderler, kimi inanarak ve inandırmak istedikleri için kimi de ahengi bozmamak, bozan etiketi yememek için “Aday önemli değil, önemli olan ortak zemin, zamanı geldiğinde açıklarız” dediler. Kendi ağızlarından ne istediklerini ve neyi istemediklerini açıkça hiç duyamadık ama pozisyonları hakkında çok keskin değerlendirmeler yapılmasına son vermeye de çalışmadılar. Bugün hala birbirleriyle ve bizimle konuşmak yerine medya üzerinden belirsiz imalarda bulunuyorlar. Birbirleriyle yaşadıkları ve yaşatılmak istenen problemleri vekiller aracılığıyla yürütmeyi tercih ediyorlar. İmamoğlu kararı sonrasında bu tablo daha belirgin ve iktidarın istismarına açık bir aleniyet kazandı. 

Kılıçdaroğlu’nun adaylığını güçlendirmek için kullanılan en yaygın argüman, muhalefetin adayı kim olursa olsun kazanır şeklinde. Elbette bu yaklaşımın tam karşısına yerleştirilen ve açık bir itiraz yerine nötr bir gerekçe kalkanı koyan “seçilecek aday” tartışmaları,  Kılıçdaroğlu’nun adaylığına örtülü itirazın sembol cümlesi. Ancak her iki yaklaşımın ikinci plana ittiği çok önemli başka bir hakikat var: “Kazanılabilecek seçim”. Biri önemsiz sayarak diğeri asıl mesele haline getirerek “seçilecek aday” sorununu temel problem olarak seçmenin önüne bırakıyor. Oysa kazanabilir aday bulmak veya her adayının kazanabilir olması, muhalefetin bütün sorununu çözmüyor. Çünkü “Atı alıp Üsküdar’ı geçmek” iktidara -yine- yetecekken, muhalefetin seçimi kazanmış sayılabilmesi için daha fazlasına ihtiyaç var. Aslında öyle değilmiş gibi davranan veya söyleyen herkes bunun gayet farkında olduğu için sert bir mücadele yaşanıyor. Kazanacak aday tartışması üzerinden, seçimin kazanılabilir olması tehlikeye atılıyor. 

Selahattin Demirtaş’ın Murat Sabuncu’ya verdiği cevaplarda çizdiği çerçeve tam bu noktayı işaret ediyor. Muhalefetin, iktidarın kışkırtmasıyla derinleşen ve adaylar üzerinde yaratılmış kazanma tereddüdünü kaldırabilmenin yolunu bulması gerek. Demirtaş, bu mutabakatın oluşturulabileceğini, asıl kazanma yolunun da kazanılabilir seçim inancı olduğunu söylüyor. Potansiyel olarak yüzde 60’ların üzerini hedefleyebilecek muhalefetin, senelerdir azınlıkta olan iktidarı yenememe olasılığı, sadece uygun aktörü bulamaması veya çıkaramamasıyla ilgili değil. Eğer iktidar, şimdi başladığı hamlelerle muhalefetin bütün aday seçeneklerini birer birer risk çukuruna sürükleyebilirse seçmen bu dar ve çıkmaz sokağa girmekte çok istekli olmayabilir. Bu genel tehlike, adayların tek tek oluşan risklerinden daha büyük. Kazanabilir adayı bile kaybettirecek kadar. 

“Kazanılabilir seçimi” kazanabilir adaydan daha önemli hale getiren başka noktalar da var. Birincisi iktidarın yapabileceklerinin sınırının olmaması ve bu çerçevede seçim güvenliği sorununun, “Islak imzaları toplarsak sorun yok” diyerek fazla hafife alınması. İkincisi sistem (anayasa) değişikliğini, hala muhtemel iktidarının ortak paydası olarak sunmakta ısrarlı muhalefetin, Meclis’te nitelikli çoğunluk yakalama ihtiyacı. Muhalefet açısından en iyimser olan araştırmalar bile mevcut sayısal tablonun Meclis çoğunluğu garantisi vermediğini gösteriyor. Adaylık tartışmalarının biraz daha derinleşmesi veya kısa sürede “tama yakın” bir mutabakatla sonuçlanmamasının muhalefet seçmeni için katılım hevesini düşürmesi ciddi bir olasılık. 

“Meclis’in artık hiçbir önemi yok, yeni sisteme göre güçlü bir adayla alınacak sonuçla kazanmak yeterli” önermesi, sadece parlamenter sistemin geri gelip gelmeyeceğiyle ilgili soyut bir sorun değil. Meclis çoğunluğunu alamayan ve galibiyet hedefi dışında sağlam bir program ortaklığına dayanmayan bir adayla kazanılan seçim, beklenmedik hızda gelecek artçı yenilgi tehlikesiyle karşı karşıya. “Otoriter yönetimleri yenmenin sihirli yolu” olarak sunulan pek çok denemenin başarısızlıkla sonuçlanması yanında, başardı denilenlerin çok kısa ömürlü olması unutulmamalı. Bu riski büyüten bir ihtimal de iktidar partilerinin tek liste halinde seçime girmesinin sürpriz olmaması. Adaylık tartışmaları ve muhalefet içindeki sert rekabet nedeniyle ortak liste ihtimalleri giderek küçülen muhalefet partileri karşısında iktidarın bu yolla çok ciddi bir üstünlük sağlaması mümkün. Yapılan bazı projeksiyonlar, yüzde kırkın üzerindeki oy seviyesinde Cumhur İttifakı’nın Meclis çoğunluğu almasını olası görüyor. “Kazanacak aday” konusunda yüksek duyarlılık gösterenlerin samimiyet testi, kazanılabilir seçim konusunda gösterecekleri hassasiyetle ölçülecek. 

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.