Uzun süredir siyaset tarlasının üzerinde dönüp dolaşan “belirsizlik bulutları” dağılmış değil ve daha zorluları ufukta. Ancak geçtiğimiz hafta gündeme giren olası seçim tarihi, en azından takvim konusunda geçici bir netleşme sağlar gibi oldu ve sanki görüş alanını biraz açtı. Söylentiler, kulisler derken bizzat Erdoğan’ın ağzından nihayet açık bir tarih duyuldu: 14 Mayıs. Bahçeli, bu tarihi teyit etti. Muhalefet de bütün hukuki tartışmalara rağmen bu tarihi, hevesle kabul etmiş görünüyor. 14 Mayıs, artık siyasi konuşmalara hatta sloganlara bile yerleşti. Bahse konu tarihe dört aydan daha kısa bir süre var. “Zamanı gelince” yapılacağı söylenen şeylerin yapılma vakti geldi demek. Ancak açılan görüş alanında beliren tam olarak ne?
2018 seçiminden itibaren ama özellikle 2019 yerel seçim yenilgisi ve ekonomik kriz konjonktürüyle birlikte, sık sık erken seçim dedikoduları gündeme gelmişti. Bu iddialar, çoğunlukla iktidarın zorlandığı için buna mecbur kalacağıyla gerekçelendiriliyordu. Zaman zaman fazla alevlenen bu tartışmalarda, tarihler ve gerekçeler muhtelifti ama herkesin birleştiği nokta, iktidarın kendisi için en uygun zamanda seçimi yapacağıydı. Eğer bu ortak kanaati değiştirecek makul bir neden yoksa, iktidarın 14 Mayıs tarihi için böyle öngörüsü olduğu varsayılabilir. Bu avantaj beklentisinin mevcut durumdan mı yoksa yaratılacak yeni durumlardan mı kaynaklandığını yakın bir vadede anlarız umarım.
Muhalefet liderleri, seçmene 14 Mayıs için zafer randevusu vermeye başladılar bile. Bazı siyasi iletişimciler, uzun süren tek parti iktidarını sonlandıran “Yeter Söz Milletin” sloganının sembol olarak muhalefete yarayacağını ileri sürerek Erdoğan’ın hata yaptığını söylüyor. Muhalefet seçim tarihini satın almakla birlikte, seçim takvimi açıklanana kadar ertelenen kararlar konusunda “kesinleşmeme” kartını kullanmaya devam edecek gibi görünüyor. En azından, “Seçim tarihi açıklansın, bir hafta içinde adayımızı açıklarız” iddiasının gereğini yapacak gibi durmuyorlar. Düello tarihini kabul etmekle birlikte silah tercihini biraz daha bekleteceklerini hesaplıyorlar anlaşılan.
Seçim tarihinin tek taraflı olarak ilan (işaret) edilmesi, iktidarın çeşitli avantaj hesaplarının yanı sıra, kontrolün kimde olduğunu göstermesi açısından da simgesel. İktidarın usulen bile muhalefetle görüşme gereği duymadığı bir tarihi açıklaması, açıklarken de yetkinin -ve yetkiye konu olan düzenlemeyi yorumlama tekelinin (hukuk-guguk)- sadece kendisinde olduğunu söylemesi, girilen süreci iyi özetliyor. Erdoğan’ın aday olup olamayacağı, söz konusu tarihte hangi seçim kanununun geçerli olacağı gibi hukuki tartışmalar, iktidarın “kullanma” olasılığı yüzünden peşinen geriye çekilmiş durumda. Yani yol, güzergah, yol üzerindeki kural işaretleri ve zabıta dahil bütün kontrolü elinde olan iktidar, “Aman bize bir şey demesin” diye serbest bırakılıyor.
Bir başka kontrol hamlesi, seçim takvimine eklemlenecek başörtüsü referandumu meselesinde karşımıza çıktı. Olmayan bir sorunun, yeniden siyasal istismar için seçim atmosferine taşınmasına neden olacak iktidar hamlesi, ilk anda zayıf bahanelerle de olsa muhalefet partileri tarafından geri çevrilmişti. Açıkçası ilk reaksiyonlar da muhalefet seçmeninin memnuniyetini gösteriyordu. Fakat aksi bir kamuoyu baskısına tanık olunmamasına rağmen, HDP dışındaki muhalefet partileri, teklifin komisyon görüşmelerine katılma kararı aldılar. Gerekçeyi de iktidara istismar imkanı vermemek olarak açıkladılar. Ancak bu tavırlarıyla, iktidara istismar imkanını referandumdan çok önce kullandırmış ve onun belirlediği önceliklere göre pozisyon almaya rıza göstermiş oldular.
Ekrem İmamoğlu ile ilgili verilen karar sonrasında, iktidarın muhalefetin adayını belirleme süreci konusundaki etkisi hakkında çokça konuşuldu. Bu alanda oluşan yargı belirsizliğinin anahtarlarının bir kısmı hala iktidarın kancasında asılı. Ayrıca bu hamle yüzünden muhalefet cephesinde açılan bazı tartışmalar, kilitlenme hatta kriz sınırına doğru sürükleniyor. Özellikle adaylık tartışmasının merkezinde yer alan “kazanacak aday” kavramı, sınırlarını iktidarın çizdiği siyasi alanın bütün baskısını muhalefetin üzerine çekmeye aday gibi görünüyor. “Erdoğan’ı kim yenebilir?” sorusuna bindirilmiş tartışma, kaçınılmaz olarak onun vasıflarını ve sistemin (mimarinin) gereklerini tek geçerli referans haline getiriyor.
“Kazanacak aday” kavramı, muhalefet seçmeninin çok haklı endişelerine cevap veren makul bir talep olarak ortaya atıldı. Arkasındaki asıl tercihleri saklayabilecek nötr bir tınısı da vardı. Ancak bugün, yargı engelleri ve kutuplaşmanın sınırları dolayısıyla daha çok kazanamama ihtimallerini hatırlatan bir içerik kazandı. “Kazanacak aday” tartışması, asıl olarak kazanamayacakları tarif ediyor. “Kazanabilir” olarak işaret edenlerin önüne engel çıkartıldığında veya diğer seçenekler öne çıktığında, kaybetme ihtimalini baştan kabul etme riski doğuyor. İktidar, kazanacak aday bulamayan (seçemeyen) veya kazanabilir adayının önü kesilen muhalefeti, kaybetmeye mecbur gibi göstermekte zorlanmıyor.
İktidarın -giderek daha fazla- kontrol edebildiği bir başka alan, duygu siyaseti bölgesi. Muhalefeti eleştirenlere son derece çok sert tepki gösterip bozgunculukla suçlayan muhalefet seçmeni, iddialarının aksine ve siyaset profesyonellerinin telkinlerine rağmen hiç de rahat değil. TEAM Toplumsal Etki Araştırmaları Merkezi’nin son araştırmasına göre yüzde 70’lerin üzerinde (https://twitter.com/etkiarastirma/status/1616710491178409984?s=20&t=bXa_WTiKaK8harF6mH6XOQ muhalefet seçmeninin baskın duygusu, kaygı. Bu araştırma sonuçlarına göre, geçtiğimiz iki yıl boyunca çok tekrarlanan, iktidar tabanının güçlü kaybetme kaygısıyla panik içinde olduğu fikri pek doğru görünmüyor. En azından duygu kontrolünü iktidarın yeniden ele geçirdiği anlaşılıyor. Seçime yaklaşıldıkça atmosferdeki duygu kontrolü, diğer faktörlerden daha belirleyici hale gelebilir.
Erdoğan’ın açıkladığı ve hukuksal olarak her tarafı dökülen ve iç içe geçmiş onlarca teknik sorunu olan seçim tarihi artık önümüzde duruyor. Bütün başlıklarda (hatta seçim güvenliğinde bile) hazır olduğunu iddia eden muhalefet partileri, bu hazırlıklarını kendi seçmenlerine açıklamada pek acele etmiyor. İktidara, “Bize seçimi yap yeter, her şeye razıyız” diyor gibiler. Böylesi özgüven sahibi olunması çok güzel. Fakat bu özgüvenin güvenilir kaynağını seçmenleriyle paylaşmadan -bırakın heyecanı- bir rahatlatma yaratmaları bile zor. İstismar imkanlarından, kendi tercih zenginliğine kadar pek çok şeyi iktidarın kontrolüne bırakarak – en azından onun kontrolü dışına taşımadan- bunu yapmaları kolay değil. İktidar, seçimden önce bu kontrolü istiyor, almaya yakın duruyor ve umarım muhalefet vermekte bu kadar hevesli olmaz.
Medyascope'un günlük e-bülteni
Andaç'a abone olun
Editörlerimizin derlediği öngörüler, analizler, Türkiye’yi ve dünyayı şekillendiren haberler, Medyascope’un e-bülteni Andaç‘la her gün mail kutunuzda.