Sevilay Çelenk yazdı: Nereye “bay bay” oluyormuş Bay Kemal?

Ortak Politikalar Mutabakat Metni günlerdir bilgisayarımın masaüstünde bekliyor. Ahşap çalışma masamın sağ tarafındaki kitap yığınının en üstünde ise Jolien Janzing’in Charlotte Brontë’nin Gizli Aşkı kitabı var. Okumaya içim gidiyor. Fakat anlaşılan o ki onu okumak da ancak yine bir İstanbul treninde kısmet olacak. Kitap Güldünya Yayınları’ndan çıktı. Feminist bir kolektif olarak kurulmuş bir yayınevi. Şu web sayfasının ve kitaplarının güzelliğine bir bakın.

Başka kim bu ikisini birbirine karşı konumlar bilmiyorum ama benim için durum bu. İçimde yaprak kımıldatmayan Altılı Masa’nın mutabakat metnine karşı, Charlotte Brontë’nin gizli aşkı! Aşk dedim de ortak mutabakat metninde “Aşk” sözcüğü hiç geçmiyor… Kadın sözcüğü de 240 sayfada toplam 23 kez geçiyor. Aslında bu kadar geçiyor göründüğüne de bakmayın. “Kadın” yazarak yaptığım taramaya yakalanan ifadelerden biri “korumak adına.” Burada söz konusu olan bir ulamadan başka bir şey değil yani. Gerçi kadın sözcüğünün geçtiği her yerde zaten bir korumaktır da gidiyor. Aileler ve çocuklarla birlikte kadınları korumak ve güçlendirmek. O kadar saçma bir şey ki aslında… Toplumun en güçlü kesimi kadınlar zaten. Olanların kadınların gücüyle ne ilgisi var? Kışkırtılmış erkeklik ve erkek şiddeti dünyasında kadınların hepsi kickboxçı olsa ne yazar? Bıçakla, tüfekle, tabancayla, bombayla öldürülüyor kadınlar. Yüksek binaların pencere ve balkonlarından aşağı atılıyorlar. Mesele kadınların “gücü” meselesi değil. Şiddet eğilimli, sümsük ve asalak erkeklerin dünyasında fiziki güç koruyamadığı gibi, ekonomik güç de koruyamıyor kadınları, sosyal ya da psikolojik güç de. Asıl bu erkeklerin içinde hakiki bir özgüven olsa, diğer bir deyişle yüreklerinin bir gücü olsa, bu zavallı şiddetten de o gün kurtuluruz.

Ortak mutabakat metninde en bayıldığım ifade, “kuşların göç yollarının dikkate alınmasını sağlayacağız” ifadesi oldu. Peki kuşlardan insana hüzün veren bir güzellikle söz etmişler madem, “Bütün aşkların dikkate alınmasını sağlayacağız” manasına bir şey de deseler olmaz mıydı? Hayır yani aşıkların onlara ihtiyacı olduğundan değil, esas, mutabakat metninin buna ihtiyacı var. Metnin havası, suyu ve ruhu değişirdi. Üstelik adını anamadıkları onca mesele varken, bir kısmını böyle dillendirme fırsatı bulmuş olurlardı.

Tabii bardağın dolu tarafını es geçmemek lazım. Selahattin Demirtaş, Cüneyt Özdemir’in mutabakat metni hakkındaki sorularını yanıtlamış; bardağın boş tarafını da dolu tarafını da o kadar iyi ifade etmiş ki o kadar olur. Sakın atlamayın bak. Söylüyorum. Şuracıktan bir okuyuverin. Cüneyt Özdemir dedim de Selo Başkan sayesinde ömrümde ilk kez bir Cüneyt Özdemir programını baştan sona izledim, yanında Erol Taş’la yaptığı program. Ay yoksa Kenan Taş mıydı? Öyleydi galiba. Bir saati aşkın programı öyle oturdum ve seyrettim. Bana iyi geldi vallahi. Sakin sakin konuşuyor, kendi yaptığı esprilere kendi kendine kararında gülüyor filan. Kenan Taş’la paslaşmaları keyifli. Üstelik mutabakat metninden bir umutlu ki bu umut sana da geçiyor. Mesela mutabakat metninde, AİHM’in hükmettiği tazminat cezalarını, söz konusu kararı veren hakimlere ödetmek gibi bir plan yer alıyormuş… Gerçekten dahiyane. Bakalım altı yıl evvel haksız ve hukuksuz biçimde ihraç edilen barış akademisyenlerini AYM kararına rağmen göreve iade etmeyen OHAL komisyon üyeleri (onları da kapsamalı) ve idare mahkemelerindeki hakimler, AİHM’in muhtemelen hükmedeceği tazminatları nasıl ödeyecek? Dediğim gibi metni tamamen okumadım. Cüneyt Özdemir’in yalancısıyım. Kendisiyle, hatırladığım kadarıylan en son 27 sene evvel filan Cebeci Kampüsü yakınındaki bir banka şubesinde kuyrukta karşılaşmıştım. Henüz numaratör yoktu, sıra bekliyorduk. Ey gidi, o derece…

Bütün bu bankalardaki numaratörler filan dahil olmak üzere, teknolojik gelişmeler tabii ki AKP’nin eseri değil. Üçüncü havalimanını da sevmiyorum ayrıca. Devasa mekanları genel olarak sevmem zaten. Fazıl Say, “THY hâlâ en iyi havayolları arasında” demiş ki buna da artık pek katılmıyorum. Yurtdışından gelirken, Saat 13.00’te, en fazla zayıf bir kahvaltı yaparak binmiş olduğun dört saatlik bir uçuşta, bir adet sandviç ikram ediyorlar sadece. Oysa aynı gün evine varman 19.30’u filan buluyor. Tüm gün o sandviçle duruyorsun. Yanında da birtakım meşrubat. Başka da ne çay ne kahve. Benim denk geldiğim uçuşta anladığım kadarıyla bunların satışı, yani parasını ödeyerek alınması da söz konusu değildi. İyi ki bir pandemi yaşandı, hızlı treninden uçağına bir sıcak içecek servisi hayal oldu gitti. Havayollarının iyiliğini başka nereden ölçüyor bu iştahsız insanlar bilmiyorum. Beni aç açına ve kahvesiz uçuran hiçbir havayoluna iyi demem.

Numaratörlerden söz ediyordum değil mi? AKP’de her türlü numara var, numaratör de onların döneminde geldi. Hayatı bankada, postanede veya hastanede çok kolaylaştıran bir şey. Fakat numaratörün onlara denk gelmesi kendi marifetleri değil, teknolojinin doğal gelişimi. Yani zamanın nimetleri. Zaman geçti ve dünya teknolojik gelişmelerinin bir kısmı da AKP dönemine rastladı. 21 sene, dile kolay. Ülkenin başında ben olsam bana denk gelirdi. Vallahi Allah’ın lütuflarının da elvermesiylen, Türkiye’yi çiçek gibi yapardım. Dünya ölçeğinde on numara beş yıldız bir ülke. Çiçek gibi deyince en başta memleketi Edirne’den Ardahan’a karbonatlı su ve sirke ile temizletirdim. Hatta paçalarımı çemirir bizzat kendim bu işe girişirdim. Bu “çemirme” lafını bilmeyenler de var. Bilgisayar da yanlış diye altını kırmızıylan çiziyor. Kendisi de ne zaman evde köpüklü ellerimi uzatıp “şu bluzumun kollarını bir yukarı çemirsene” desem, nerden çıkarıyorsun bu lafları diyor. “Çemirmek” ya da “çemirlemek” diye bir söz olduğuna ikna olmamak için TDK’ya bile bakmıyor. Bakmasın bakalım.

Sirkeli karbonatlı temizlikten sonra, memleketin önünü sanattı, hayattı, konfordu her manada açardım. Heyhat ki zamanında akıl edip siyasete atılmadım. Şimdi şaşkınlıklar içinde görüyorum ki bu millet, Melek Mızrak Subaşı gibi karizma sahibi, alımlı ve esprili bir kadın gördü mü, paçalarını çemirip peşinden gidiyor. Tamam güzel bir sarışın olması başlı başına bir avantaj ama mizaha yatkınlığımla olay dengelenirdi belki.

Mutabakat metninde İstanbul Sözleşmesi geçmiyor, Kürt geçmiyor, Alevi geçmiyor, LGBTİ+ geçmiyor… Yoksullar geçiyor (6 defa), çocuklar geçiyor (16), işçiler geçiyor (3)… Beyin göçü ve kuş göçü de dahil olmak üzere göç ve göçmen kelimesi de 16 kez geçiyor. Metinde hayvan sözcüğü 6 kez geçiyor. Orman 22, su 8, sanat kelimesi çoğu “esnaf ve sanatkar” bağlamında olmak üzere 11 kez geçiyor. Sayının bir önemi yok, mutabakat metninde adlı adınca yer almak her şekilde iyidir deyip geçersek, örneğin kadınlarla ilişkili perspektifin sıkıntılarını da konuşamıyor olacağız. Devlet 37 kez ve yurttaş sadece 5 kez geçiyor. Demokrasi ve demokratik 14, özgür, özgürlük ve özgürlükçü toplam 19 kez geçiyor. Oysa “denetim” sözcüğü tam 49 kez geçiyor… Saymaya bir başlayınca kendini durduramıyorsun. Dediğim gibi, sayılar çok önemli değil ama tümden önemsiz asla değil.

İsmi hiç anılmayanlar var kısacası. “Ama bunları tek tek ifade edemezlerdi ki” diyecek bir durum da yok üstelik. Kürtlerin ezici bir çoğunluğunun siyasi temsil ve katılma hakkı ellerinden fiilen gidiyor! Bu anlamda gerçek bir darbe söz konusu. Kaldırılan dokunulmazlıklar, seçilmiş vekiller ve belediye başkanlarının yıllardır süren hapis cezaları, kayyumlar, hazine yardımına bloke koyulması ve son adım olarak parti kapatma. Bunlar hakkında tek bir cümle etmeden ortak mutabakat kurulabiliyorsa varsın kurulsun. Ben mutabık filan olmuyorum. Charlotte Brontë’nin Gizli Aşkı’nı okur, oyumu da canım nasıl istiyorsa öyle kullanırım.

Kısacası mutabakat metnini istatistiki olarak çalıştım. Ama 240 sayfayı, içinde aşk bile geçmiyorken baştan sona okuyacak halim yoktu. Okumadım. Ömrüm okumakla geçti de ne oldu? İçim sıkılıyor zaten… Benim için Altılı Masa olayı anlaşılmıştır. Kılıçdaroğlu’nu aday gösterirlerse, oyumu basar geçerim. Ona oy verdiğim için hiç huzursuz filan da olmam. Bu ülkede Selahattin Demirtaş’tan sonraki en muzip siyasetçi, ahlaklı, dürüst. Dev büyüteçlen hayatının bütün gözeneklerine 21 yıl boyunca baktılar, bula bula buldukları baştan aşağı yalan dolandan ibaret bir SSK’yı batırma hikayesi. Yahu ülkeyi batırdınız… Her SSK ve Bay Kemal dediklerinde “Şükür başka bir numarası hâlâ çıkmadı demek ki” diyorum. Bu bir itiraf gibi geliyor bana, Kemal Bey’in başka hiçbir defosunun olmadığının itirafı. Fakat, olur da bu süreçte HDP bir aday çıkarırsa, yanlış bir aday çıkaracağına zerre ihtimal vermediğimden, oyum şimdiden söyleyeyim, tabii ki HDP’ye.

Ortada deve hörgücü gibi yüzlerce mesele var. İktidar partisi yirmi yıldır iktidardayım demiyor, bu sorunları bile muhalefete fatura ediyor. Altılı Masa ise deve hörgücü gibi meseleleri hiçbir yere fatura edemiyor… Yine de dediğim gibi, HDP’nin aday çıkarmadığı durumda oyum Bay Kemal’e.

Bay Kemal dedim de, Cumhurbaşkanı Erdoğan bu sefer de “Bay bay Kemal” dedi. Bunu söylerken de bir tarafıyla kürsüye doğru çöktü. Bu çökme çok şey söylüyor da ben yazamıyorum. Avanesi memnun. Çok güzel slogan filan diyorlar. Desinler tabii. Fakat bu da nasıl bir tersine çevirmedir yahu. Yani arkadaş yirmi yıldır bu ülkeyi bizzat kendileri yönetmiyormuş gibi, umutlarını seçim sonucunda muhalefete “Bay bay” demeye bağlamışlar. Oysa ne istediniz de vermedi bu muhalefet?

Tabii yemek-içmek, talan-tertibat onlarda, suyun başını onlar tutuyor. Fakat hiçbir şeyden de sorumlu değiller. Cumhurbaşkanının sorumsuzluğu konusunu geniş yorumluyorlar. Sorumsuzluğu yargıydı, yasamaydı veya yürütmeydi demeyip her alana yaydılar. Tek adam rejimi, haliyle… İşte böylece külliye(n) sorumsuz bir iktidarla karşı karşıya kaldık. Onun için de çıkıp gerine gerine muhalefete “Yeter!” diyorlar. “Bay bay Kemal” bile diyorlar. Nereye bay bayıyor Bay Kemal? Memleketi Bay Kemal mi yönetiyordu?

Neyse, yüreğime de çökülmüş gibi geliyor bazen. Gideyim de Charlotte Brontë kitabımı okumaya başlayayım ben.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.