Seçimlere bir aydan az bir süre kaldı. Kiminin kader seçimleri olarak adlandırdığı bu seçimler, Türkiye siyasi tarihinin en önemli seçimleri olarak tarihe geçecek gibi görünüyor. Seçimleri iktidar da muhalefet de kazansa Türkiye’yi büyük bir değişim bekliyor. İktidarın kazanması halinde birçok açıdan problemli olduğu açığa çıkmış olan cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi, bir seçim dönemini aşmış ve kurumsallık yolunda ilerlemeye başlamış olacak ki bu da tek adam rejiminin, dolayısıyla otokratik bir rejimin güçlenmesi anlamına gelebilir. Muhalefetin kazanması ise ülkenin son 20 yıldır ayrıldığı tarihsel patikaya dönmesi ve hatta muhalefetin farklı grupları aynı anda temsil etmesi nedeniyle kuruluşundan bu yana ülkenin özlemi içerisinde olduğu demokrasinin inşa edilmesi sürecini başlatabilir. Dolayısıyla bu seçimlerde iki seçenek var: Biri varolan cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi ve onun getirdiği otokratik bir rejim diğeri ise güçlendirilmiş parlamenter sistem ve onun vadettiği yeni demokrasi. Diğer bir deyişle bir tarafta tek adam rejimi ve onun kısıtlı çekirdek kadrosu, diğer tarafta toplumun seküler, dindar, milliyetçi, liberal, solcu, sağcı birçok farklı kesimini kapsayan ve ortak aklı benimseyen bir yönetim biçimi. Ne yazık ki 2023 seçimleri cumhurbaşkanlığı seçimleri açısından bu kadar net ve bu iki seçenek dışında kalanların bu seçimlerde neyi temsil ettiği üzerine iyi düşünmek lazım.
Fakat buna rağmen iktidarın büyük uğraşlarla tasarladığı seçim yasası ve cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi bir yandan büyük ortaklıklara zorlayarak kazananın her şeyi kazandığı, kaybedenin ise her şeyi kaybettiği çoğunlukçu bir sistem yaratırken diğer taraftan temsil şansı çok az olan küçük siyasal aktörlerin etkisini artırdı. Küçük siyasal aktörlerin etkisinin artması bu kadar çoğunlukçu bir sistemde aslen temsil şansı olmayan aktörlerin seçimlerin kaderini belirleme gücüne sahip olmasına ya da kendi etki alanlarının çok üstünde yetki kazanmalarına, diğer yandan da kenara itilmiş siyasi görüşlerin kendilerine alan bulmalarına olanak tanıyor. Bu yan etkinin iyi okunması hem seçimleri anlamak ve doğru yaklaşım belirlemek için önemli hem de seçimler sonrası ortaya çıkacak olan yeni tablonun dinamiklerini öngörebilmek için gerekli.
Yeni/küçük partiler ve artan etki
Birincisi Muharrem İnce ve Memleket Partisi örneği. Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi kabul edildiğinden bu yana küçük siyasi aktörlerin etkisinin artacağını öngörüyorduk. 50+1 kuralına dayalı bu sistemlerde 0.5 gibi oy oranı bile çok önem kazanır, dolayısıyla kişisel olarak bir etki alanı elde etmiş siyasi aktörleri kendi partilerini kurmaları yönünde teşvik eder. Çünkü en ufak bir etki alanı bile pazarlık unsuru haline gelebilir ve küçük aktörlerin büyük kazanımlar elde etmesini sağlar. İnce ve Memleket Partisi bu tabloyu okuyarak ortaya çıkmış bir hareket keza Ümit Özdağ ve Zafer Partisi (bu örnekte göçmen karşıtlığı ve konu bazlı mobilizasyon da söz konusu) ya da Ahmet Davutoğlu ve Gelecek Partisi de bu gruba örnek olarak verilebilir. Fakat İnce’nin popülerliği son dönemde artarak neredeyse seçimin kaderini belirleyebilecek bir aktör olmasına yol açtı. Bunun iki sebebi olduğunu düşünüyorum. Birincisi Altılı Masa’nın aday belirleme sürecinde kamuoyu önünde yaşadığı tartışmalar ve bunun sonucunda da adayın ortak karar yerine stratejik planlarla belirlenmiş olması birçok seçmen gözünde Altılı Masa’yı kırılgan ve dağınık gösterdi. Dolayısıyla muhalif seçmenin bir kısmının bu birliktelikten uzaklaşmasına ve alternatif arayışına girmesine yol açtı. İkinci nedeni ise Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın da sürekli gündemde tutmak istediği Kürt siyasal hareketinin aday çıkarmayarak Kılıçdaroğlu’nu desteklemesi ve bunun da özellikle ulusalcı seçmende yarattığı rahatsızlık. Her iki durumda da iktidara ve Erdoğan’a oy vermek istemeyen fakat muhalefete de ikna olmamış seçmen İnce’ye yöneliyor gibi görünüyor. Muhalefetin bir aradalığını daha net göstermesi, ortaklığını koruması ve birbirini bu süreçte destekleyip kampanya sürecini beraber yürütmesi gerekiyor. Bu konuda cumhurbaşkanı yardımcıları olarak lanse edilen ve halkın desteğini kazanmış İmamoğlu ve Yavaş’ın popülerliğinin de kullanılması önemli. Böylece İnce’ye yönelen protesto oyu geri kazanılabilir. Diğer taraftan demokrasi birlikteliğinin önemi ve seçimin iki kutuplu olduğunun iyi aktarılması gerekli. Seçmenin bunun bilincinde olması çok tercihli bir seçimden ziyade iki tercihli bir seçim olduğunu ve cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Türkiye’nin geleceği için herhangi bir üçüncü yolun olmadığını anlamasını sağlamak lazım. Bu da bazı endişelerin ikinci plana atılmasına olanak tanıyabilir.
Sistemin küçük partiler için yarattığı ikinci etki ise etkilerinin çok ötesinde yetki/güç kazanma olasılıklarıdır. Tabii Türkiye örneğinde burada sadece yapısal faktörler değil aynı zamanda aday belirleme sürecinde verilen sözlerin de etkili olduğunu belirtmekte fayda var. Bu duruma en güzel örnek Demokrasi ve Atılım Partisi (DEVA) fakat onun dışında da Gelecek Partisi (GP) ve Demokrat Parti (DP) de bu örneğe uyuyor. Bu partilerin tamamı ittifak içinde olarak sadece cumhurbaşkanlığı yardımcılığı değil aynı zamanda kazabileceklerinin çok üstünde milletvekili elde etmeyi garantilediler ve bunları da ortaklığa ve adayın belirlenmesine sundukları katkı ile henüz seçim sürecinde verecekleri katkı netleşmeden elde ettiler. Özellikle DEVA ve GP’nin seçmen nezdinde karşılığının ne olduğunu henüz kamuoyu yoklamaları dışında bilmiyoruz. Dolayısıyla bu siyasi aktörler gerçek temsil gücünün bilgisine sahip olmadan önemli kazanımlar elde etti ve bir sonraki dönemde parlamentoda kilit roller oynayabilecekler. Bu açıdan seçimler henüz gerçekleşmeden seçimlerin kazanan aktörlerinden olduklarını söylemek yanlış olmayacaktır. Tabii bu partilerin ödediği bedel ise henüz kimlikleri oluşmadan CHP’nin kanadı altına girmiş gibi görünmeleri ki bu da kendi olası tabanları açısından sorun yaratabilir. Bu sorunları aşmak ve kimlik inşa etmek için de parlamentoda CHP’nin ön ayak olacağı konularda muhalif pozisyon alabilirler. Dolayısıyla bu partilere etkilerinin üstünde güç verilmesi önümüzdeki dönemde de pazarlık güçlerini artırmalarına neden olacak.
İttifak yasası bir yandan da Türkiye’nin bugün içine sıkıştığı ikili siyasetin dışında kalan aktörlerin kendilerine yer kazanmalarına olanak tanıdı. Bunun örnekleri sol siyaset için Türkiye İşçi Partisi (TİP) iken sağ siyaset için Yeniden Refah Partisi. Her iki parti de ittifaklara dahil olarak baraj engelini aşmış durumdalar. Dolayısıyla güçlü oldukları bölgelerde özellikle büyük şehirlerde vekil çıkarma olasılığını artırdılar. TİP’in bu avantajı daha etkin kullanmak istediğini gözlemliyoruz. Popüler isimleri aday göstererek ve baskın anaakım siyasetin dışına çıkarak kendilerine yer arayan ve temsil edilmediğini hisseden bir kitleyi özellikle gençleri hedefliyor ve büyükşehirlerde vekil çıkarma şansı yüksek. Burada CHP gibi kendisini merkez solda tanımlayan bir partinin ortaklık için sağ adayları kendi listelerinde göstermesi bu seçmenin TİP’e yönelmesini sağlayabilir. Yine de d’hondt sisteminde oyların kümülatif birikmesinin önemli olduğunu dolayısıyla küçük şehirlerde verilecek TİP oylarının o şehirlerde baskın olan siyasi aktöre yarayacağını belirtmekte fayda var. Fakat son tahlilde bu sistemin siyaseti daralttığı ve ikili seçeneğe kısıtladığı bir dönemde TİP gibi örnekler sayesinde alternatif aktörlerin temsil edilmesi mümkün olacak.
Bölünmüş parlamento ve çoğulculuk
Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi yürütme açısından çoğunlukçu bir sistem yaratmış olsa da kurulduğundan bu yana büyük partileri ortaklığa zorlayarak hem iktidar partisi AKP’nin hem de ana muhalefet partisi CHP’nin stratejilerini değiştirmelerine yol açtı. AKP için bu Kürt seçmeni kaybetmesi ile birlikte %50+1’i elde etmek için daha milliyetçi daha radikal sağ aktörlerle ortaklık anlamına gelirken CHP’nin daha çok merkez siyasete yönelmesine ortaklığı genişletebilmek için özellikle dindar seçmeni temsil etme iddiasında olan aktörlere alan açmasına neden oldu. Dolayısıyla AKP’nin kendi tasarladığı sistem onun siyaset alanını daraltırken CHP’nin ve muhalefetin siyaset alanını genişletti. Seçimlerden sonra karşımıza çıkacak olan tabloda parti sayısının artması nedeniyle çok daha bölünmüş bir parlamento görebiliriz. Bu bölünmüşlük çeşitliliği artırabilir fakat Cumhurbaşkanlığı seçimlerini Erdoğan’ın kazanması halinde bu çeşitliliğin siyaseten bir çoğulculuk yaratamayacağını belirtmekte fayda var. Çünkü cumhurbaşkanlığı hükümet sisteminde yürütme tamamen cumhurbaşkanının kontrolu altında ve parlamentonun yani yasamanın gücü çok kısıtlı. Ama cumhurbaşkanlığı seçimlerinin kazanılması ve demokrasi kampında olan aktörlerin parlamentoda çoğunluğu elde etmesi halinde bu bölünmüşlük hem oydaşma zeminlerinin kurulması açısından hem de temsil açısından bugünkü tablodan çok daha çoğulcu bir parlamento yaratacaktır.