Şebnem Yardımcı Geyikçi yazdı – Seçimler, partiler ve parti sistemi (II): CHP ve AKP

Geçtiğimiz haftalarda Türkiye’de seçimler, partiler ve parti sistemi üzerine bir yazı dizisine başlamıştım ve küçük/yeni partileri seçim sürecinde ele aldım. Seçimlere çok az bir süre kaldığı için bu hafta CHP ve AKP’yi beraber ele alacağım. Türkiye Cumhuriyeti tarihinin en önemli seçimleri yaklaşırken seçimin iki ana aktörünün de iktidar partisi AKP ve ana muhalefet partisi CHP olduğunu söyleyebiliriz. Seçimlerdeki ana rekabetin bu iki partinin liderlik ettiği iki grup arasında ilerlediğini söylemek de yanlış olmayacaktır. Dolayısıyla daha önce de belirttiğim gibi bu seçim iki kutuplu bir seçim ve özellikle cumhurbaşkanlığı seçimleri açısından tercih de otokrasi ve demokrasi arasında. Bu yazıda iki partinin de seçim stratejileri nedir, kampanya sürecine nasıl yansıyor ve seçim sonrası olası senaryolarda partileri ne tür bir gelecek bekliyor sorularını yanıtlamaya çalışacağım.

İktidar partisi AKP’nin ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın seçim stratejisinde çok bir değişiklik olduğunu söyleyemeyiz. Uzun yıllardır devam eden yukarıdan kutuplaştırma, var olan ayrımları derinleştirme ve bu sayede hem muhalefetin birleşmesini engellemek hem de kendi seçmenini birleştirmek hedefleniyor. Fakat kutuplaşmanın içeriğinin sürekli bir yenilenme ihtiyacı içerisinde olduğunu söyleyebiliriz. Daha önceki dönemlerde seküler-dindar ayrımı üzerinden tanımlanan kutuplaşma muhalefetin çeşitlenmesi ile devlete karşı teröristler gibi kendisini desteklemeyen her aktörü terörle eşitlemeye kadar ilerledi. Devlete karşı terör ayrımı özellikle 2015 seçimleri sonrasında Kürt seçmeni kaybeden Erdoğan’ın çoğunluğu korumasının yolu olarak da görüldü. Dolayısıyla bu seçimlerde de yıllardır terörle ilişkilendirilen Kürt hareketinin cumhurbaşkanı adayı çıkarmaması ve Kılıçdaroğlu’na desteğini açıklaması, iktidar tarafından muhalefeti itibarsızlaştırmak ve terörle ilişkilendirmek için kullanılıyor. Seçimlerdeki militarist vurguları da bunun üzerinden değerlendirmek lazım. İktidar tarafından çizilmek istenen ikilem İHA’ları SİHA’ları ve yerli silahları ile terörle mücadele eden devlet ve bunu yıkmak için dış mihraklarla ve teröristlerle ortaklık kuran muhalefet arasında. Diğer taraftan iktidar, muhalefeti ülkeyi yönetememekle ve yetersiz olmakla suçluyor. Bu çerçevede kendisini hizmet veren bir iktidar olarak tanımlarken muhalefeti de var olan projeleri sürdürememek ve yönetememek ile itham ediyor. Lider Erdoğan figürü hem başkomutanlık vurgusu üzerinden hem de iktidarı yıllardır kontrol etme üzerinden bu iki söylemi birleştiren asli unsur. Özetle Erdoğan ve AKP yukarıdan aşağıya arz temelli tek kişiye dayanan negatif bir kampanya yürütüyor. Tam da bu nedenle partinin varlığını koruyabilmesinin tek koşulu seçimleri kazanmak. Bu seçimlerin kaybedilmesi durumunda AKP’nin kısa zamanda çözüleceğini ve varlığını koruyamayacağını düşünüyorum. Bu uzun zamandır süre gelen kurumsuzlaşmanın, tek adamın elinde gücü toplamanın ve dolayısıyla liyakat yerine sadakat üzerinden oluşan parti kadrolarının da bedeli.

CHP’ye gelince, seçimlerin iki kutuplu olması gibi partinin seçimlerdeki konumu da AKP’nin tam ötekisi olarak ortaya çıkıyor. Korku siyaseti izleyen, kendini devletin sahibi olarak konumlandıran Erdoğan’a karşı umut siyaseti ve topluma cevap vermeyi önceleyen bir yaklaşım izleniyor. 2023 seçimlerinde partinin iki ayaklı bir strateji izlediği söylenebilir. Bu stratejinin asli ayağını cumhurbaşkanlığı seçimlerini kazanmak oluşturuyor. Kendi liderinin adaylığını Altılı Masa’nın kurgusu ve işleyişi ile sağlarken, bu seçimleri demokrasi-otokrasi arasında seçim ya da cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi ve güçlendirilmiş parlamenter sistem arasındaki seçim olarak tanımlayarak sıradan bir seçim yerine rejim seçimi olarak algılanması sağlandı. Bu yolla hem toplumu bölen ayrımlar ikinci plana atılmış oluyor hem de Millet İttifakı’nın dışındaki adaylar tablonun dışına atılabiliyor. Cumhurbaşkanlığını kazanma hedefi yanlış bir strateji değil çünkü son tahlilde cumhurbaşkanlığı kazanılmadığı sürece Meclis çoğunluğu elde edilmesi anlamlı değil. Böyle bir durumda parlamentonun işlevini neredeyse tamamen yitirdiği cumhurbaşkanlığı merkezli bir yönetim söz konusu olabilir. Diğer taraftan parlamento seçimlerinde farklı fakat cumhurbaşkanlığı seçimlerinde izlenen stratejinin doğrudan belirlediği bir yaklaşım izleniyor. Öncelikle DEVA, Gelecek ve Saadet partilerinin kendi listelerinden parlamentoya girmesini sağlayarak hem CHP’nin cumhurbaşkanı adayını belirlemesinin yolu açıldı hem de ortaklık zemini geniş tutularak seçimleri iki kutuplu demokrasi-otokrasi ikilemine taşımak mümkün oldu. Dolayısıyla parlamento seçimlerinde sandalye kaybetmeyi göze alarak partinin cumhurbaşkanlığı seçimlerinde adayı belirlemeyi ve cumhurbaşkanlığını kazanmayı hedeflediğini söyleyebiliriz. Bu da içinde bulunduğumuz durumda ödenmesi gerekli bir bedel çünkü karar verici olmanın ve demokratik patikaya yeniden dönmenin tek yolu cumhurbaşkanlığını kazanmak. Yine de bu stratejinin risklerini de belirlemekte fayda var. Birincisi partinin oyun planı tamamen seçimleri kazanmak üzerine kurgulanmış durumda. Herhangi bir partinin herhangi seçimde hedefi budur diye düşünülebilir fakat bu her zaman öyle değildir. Listelerde muhafazakâr adaylara yer açan CHP, kendi tabanının bir kısmını alternatif aktörlere kaybedebilir. Dolayısıyla özellikle cumhurbaşkanlığı seçimlerinin kaybedilmesi durumunda parti daha az sandalye sayısına sahip olarak ve sandalyeleri de muhafazakâr aktörlere bırakarak kendi pozisyonunu zayıflatmış olabilir. Diğer taraftan cumhurbaşkanlığı seçimlerinin kazanılması durumunda Meclis’te birçok partinin temsil ediliyor olması ve büyük çoğunluğun sağ aktörlere verilmesi yine kendini sosyal demokrat tanımlayan bir parti için bazı konularda sorun yaratabilir. Çünkü cumhurbaşkanlığının kazanılması durumunda bugünkünden farklı bir yönetim sözü veriliyor. Dolayısıyla sistemin getirdiği güçlere dayanarak karar almak sistemsel olarak mümkün olsa da etik açısından doğru olmayacaktır. Bu kararlar alınırken dengelerin sağ temsil üzerine kurulması hem partiyi zorlayabilir hem de temsil ettiği değerleri zedeleyebilir

Bunlara rağmen şu an için bu strateji doğru görünüyor. Çünkü parti, seçim anlatısını Türkiye’nin geleceğinin çağdaş medeniyetler arasında olması gerekliliği üzerinden kurguluyor ve bu da tam olarak cumhuriyetin mimarı olan bir partinin sahiplenmesi gereken bir yaklaşım. Bütün bunları da ülkenin gerçek bir demokrasi olmasının önündeki en güçlü engellerden olan kimlik siyasetini yıkarak yapmak bu amacı çok daha değerli kılıyor.

Partinin ve Millet İttifakı’nın kampanyası da bu stratejinin birebir yansıması. Kılıçdaroğlu’nun kampanyasının temel amacı ülkeyi uzun yıllardır bölen, kutuplaştıran toplumsal ayrımları bertaraf etmek ve bunu da doğrudan Alevi olduğunu söyleyerek ya da Kürtler’e yönelik özel bir video çekerek yapmak. Böylece yıllardır Erdoğan’ı ve AKP’yi iktidarda tutan ayrımlar anlamsızlaştırılıyor. Yukarıdan aşağıya kutuplaştırmaya karşı farklı kesimleri bir araya getiren sorunları ortaya döken ve çözüm sunan aşağıdan yukarıya talep siyaseti benimseniyor. Ki içinde bulunduğumuz sosyal ve ekonomik kriz, talep siyasetini belirleyici kılıyor. Somut vaatlerle işsiz gençleri hedeflemek, son yıllarda fakirleşen maaşlı çalışanları hedeflemek, derin yoksullukla boğuşan ailelere konuşmak, depremde devleti beklerken ölen, liyakatsizlik yüzünden hayatını kaybeden insanlara liyakat, iyi yönetim sözü vermek talep siyasetine cevap veriyor. Kampanyanın diğer bir ayağını ise yönetebilecek olduğunu hâlihazırda İstanbul ve Ankara’yı başarıyla yöneten iki popüler ismi yanına alarak gösteriyor. İmamoğlu ve Yavaş’ın kampanya surecine verdiği destek hem yönetebilirliğin gösterilmesi hem de popülerliğin sağlanması ve topluma mesajların iletilebilmesi açısından çok önemli ve kampanyayı tamamlıyor.  

Özetle elinde sadece korku siyaseti kalan iktidara karşı bu seçimlerde ilk defa gündemi belirleyen, umut veren ve iktidara hazır bir muhalefet var. Bu tablonun tamamı iktidar için mükemmel bir fırtına yaratıyor öyle ki muhalefetin kazanma ihtimali ilk defa iktidarınkinden çok daha yüksek. Sonuçta, Türkiye Cumhuriyeti’nin yüzüncü yılında kurucu partisi CHP’nin demokrasi için bir ortaklık kurmuş olması ve bu ortaklığın toplumun her kesimini – Türk, Kürt, Alevi, Sünni, seküler, sağ ve sol- kapsıyor olması çok değerli. Muvaffak olunduğu taktirde Türkiye yeniden demokratikleşme yoluna seçimler yoluyla girmiş bir örnek olarak dünya çapında ön plana çıkacaktır.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.