Hiç şüphesiz Türkiye siyasi tarihinin en önemli zamanlarından birini yaşıyoruz. Çarşamba günü İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’na verilen ceza ile Türkiye’de siyasetin gündemi yeniden alevlendi. Öyle ki Süleyman Demirel’in yıllar önce söylediği, “Türkiye siyasetinde 24 saat çok uzun bir süredir” sözünü tekrar hatırladık. Bu karar sonrası kartlar yeniden dağıtılıyor ve bir kez daha içinde bulunduğumuz şartlar altında muhalefet için seçim zaferinin nasılsa kazanılacaktan çok daha karmaşık olduğu gözler önüne serildi. İmamoğlu kararı ve Saraçhane mitingleri sonrası yaşananlar yeni dengeleri ve yeni hesapları beraberinde getiriyor.
Milli irade
İmamoğlu kararının hukuki geçerliliğini tartışmak çok da anlamlı görünmüyor. Kararın siyasi saiklerle verildiği tartışmasız. Dolayısıyla bütün meşruiyetini milli irade söylemine dayandıran bir iktidarın iki farklı seçim kazanarak belediyeyi yönetmeye hak kazanmış bir ismi yargı müdahalesi ile saf dışı bırakma çabası kendi meşruiyetini geçersiz kılıyor. Yıllardır müesses nizama karşı milli irade söylemini kendine şiar edinmiş AKP’nin bugün nasıl müesses nizamın ta kendisine dönüştüğünü ve halkın değil vesayetin aktörü olduğunu da gösteriyor. Dolayısıyla muhalefetin psikolojik ve söylemsel düzeyde çok önemli bir avantaj yakaladığını düşünüyorum. Milli irade söylemi iktidardan muhalefete geçmiş, iktidarın popülist demokrasi vurgusu anlamını yitirmiştir. Bu neden önemli? İktidara geldiğinden bu yana Cumhurbaşkanı Erdoğan ve AKP siyasal kimliğini halkın iradesini engellemeye çalışan vesayet rejime karşı halkın aslı temsilcisi olma üzerine kurdu. Öyle ki attığı her adımda statüko tarafından engellendiğini iddia eden, elitlere karşı halk adına mücadele ettiğini söyleyen ve bütün meşruiyetini de halktan aldığı desteğe dayandıran bir siyaset kurguladı. Cumhurbaşkanını halkın seçmesinden cumhurbaşkanlığı hükümet sistemine geçilmesine kadar atılan bütün adımlar halk iradesinin önemi söylemi üzerine oturtuldu. Bugün ise İstanbul’da halkın çok net bir şekilde iki defa, hatta ikincisinde 806 bin oy farkla seçtiği bir ismi yukarıdan müdahale ile siyasetten menetmeye çalışarak kendi kurguladığı siyasal kimliğini yok ediyor. Dolayısıyla muhalefetin demokrasinin diğer gereklilikleri dışında popülist kısmı milli irade söylemini de sahipleniyor olması önemli bir avantaj.
İktidarın hesapları
Kararın iktidarın lehine mi aleyhine mi sonuç vereceğine dair birçok farklı görüş var. Bunun cevabının çok net olduğunu düşünmüyorum. Bir yandan iktidar elindeki gücü sonuna kadar kullanarak hatta yargıyı araçsallaştırarak da olsa iktidarını korumak için her şeyi yapmaya hazır olduğunu tekrar gösterdi. Yukarıda tartıştığım gibi bunun bedeli bütün meşruiyetini üzerine kurduğu kimliğini kaybetmek bile olsa. Bu adım aslında iktidarın toplumsal desteğinin ne kadar azaldığını, bu nedenle alternatif kanallara yönelmek zorunda kaldığını ve otoriter özelliklerinin giderek arttığını ve artacağını işaret ediyor. Diğer taraftan da rekabetçi otoriter rejimlerde seçimlerin muhalefet için her zaman kazanılması çok zor olan; çaba, birlik ve yoğun toplumsal destek gerektiren süreçler olduğunu gösterdi. Diğer bir deyişle “Muhalefet seçimleri kesin kazanıyor, sonrasına odaklanalım” yaklaşımının da ne kadar problemli olduğunu bir kez daha açığa çıkardı. İktidarın bu adımının muhalefetin aday belirleme sürecine etki etmenin dışında, İstanbul Belediyesi gibi yıllardır iktidara önemli kaynak sağlamış olan bir yapıyı tekrar ele geçirmek ve hatta 2024 yerel seçimlerinin sonucunu da etkilemek gibi sonuçları olabilir. Burada iktidarın bu pratiği ilk defa uygulamadığını, daha önce HDP kontrolündeki birçok belediyeyi de seçimleri kaybetmesine rağmen kayyum atama yoluyla ele geçirdiğini söylemekte fayda var. İstanbul’un farkı hem kaynak açısından hem de etki açısından çok daha büyük sonuçlar doğurabilecek olması ve daha önemlisi belediye başkanının muhalefetin olası en güçlü cumhurbaşkanlığı adaylarından biri olup tüm Türkiye’yi yönetme iddiasında olması.
İstanbul’un kaynakları ve 2024 seçimleri tartışmasını bir kenara bırakırsak bu adımın önümüzdeki seçimlere doğrudan etkisi, iktidarın kendisine en büyük tehdit olarak gördüğü adayın durumunu muğlak bırakarak engellemesi. Şimdiden birçok isim İmamoğlu adaylığının alınamayacak bir risk olduğunu çünkü seçilmesi durumunda dahi mazbata verilemeyeceğini söylemeye başladı. YSK Başkanı’nın da hemen röportaj verip böyle bir durumda adaylığın düşmeyeceği ama seçilse bile mazbatayı alamayacağını belirtmesi ama yine de diğer adayın yüzde 50+1’i almak zorunda olduğunu söylemesi muhalefetin aday belirleme sürecinin nasıl şekillendirilmek istendiğini gösteriyor. Bütün bu tabloda görünen o ki iktidar belki de ilk defa kaybetme olasılığının kazanmaktan çok daha yüksek olduğunun farkında ve toplumsal desteği hiç olmadığı kadar düştüğü için alternatif yollara başvurmak zorunda. Peki iktidarın planladığı bu oyun tutar mı?
Muhalefetin olanakları
Bu oyunun tutup tutmaması yüksek oranda muhalefetin yapacaklarına bağlı. Eğer ki bu engeli kabullenip en güçlü adayını geri çeker ve iktidarın çizdiği sınırlarda hareket etmeyi kabullenirse iktidarın başarı şansı hala mevcut. Hatta bu geri çekilmenin bedeli İstanbul’u da kaybetmekle sonuçlanır. Bugüne kadar iktidarın hukuksuz yollarla çizdiği her sınırı kabul etmenin bedeli siyasal rejimin giderek otoriterleşmesi olduğunu uzun zamandır deneyimliyoruz. Bir kez daha toplumsal muhalefete rağmen, toplumun desteğine rağmen siyasal elitler geri adım atmayı kabul ederse, bunun sonucu her geçen gün yapacaklarının listesi uzayan bir otoriter rejimin konsolidasyonu olur. Peki muhalefet ne yapabilir?
Muhalefetin iyi bir oyun kurması gerekiyor. İktidarın hesapları boşa çıkarılabilir ve demokrasinin diğer gereklilikleri ile milli irade söyleminin muhalefetin eline geçmesi Türk siyasal hayatında muhalefet için görülmemiş bir alan yaratıyor. Diğer bir deyişle siyaset biliminin önemli bir kavramı olan muhalefet lehine “beklenmedik olay” etkisi gösterebilir, eğer bu beklenmedik olay doğru kullanılabilirse. Saraçhane mitingleri buna güzel bir örnek. İmamoğlu hemen herkesi aynı gün içerisinde Saraçhane’ye çağırarak iktidarın hesaplamadığı ve beklemediği önemli bir sinerji yarattı. İlk günkü miting olumlu bir toplumsal etki yaratmış olacak ki iktidar kanadından iktidar eliyle verilen karara yönelik “Daha karar kesinleşmedi”, “Şov yapıyorlar”, “Bu bir oyun” gibi tepkiler geldi. Dolayısıyla iktidarın kendi oyunlarının nasıl aleyhlerine çevrilebileceğini örnekledi. Ertesi günkü miting ne kadar ilk günkü etkiyi yaratmasa da bütün liderlerin bir arada olması ve önemli mesajlar vermesi seçim startı işlevi de gördü. Yani iktidarın hesaplamadığı şekilde muhalefetin lehine bir dinamizm yakalandı. Aynı şekilde iktidarın hesaplarını boşa çıkaracak olan, hemen acil bir şekilde bu dinamizmi de arkaya alarak muhalefetin önemli isimlerinden İmamoğlu’nu cezalandırmak yolunu seçerek bütün muhalefeti cezalandırmayı hedefleyen iktidara karşı muhalefetin bu ismin arkasında duruyoruz mesajını çok net vermesidir. Hatta kendisini aday göstermek hem iktidarın oyununu bozacak hem de iktidarı zor bir ikilemde bırakacaktır. Bu şartlar altında iktidarın bütün toplumsal tepkiyi hatta uluslararası tepkiyi göze alarak İmamoğlu’nu cezalandırması, maliyeti çok yüksek bir adım olacaktır. Ben bu riski almasının çok düşük bir ihtimal olduğunu düşünüyorum. Ama alsa bile -ki bu imkânsız değil- bunun sonuçları iktidar lehine hiçbir şekilde sonuç vermeyecektir. Ulusal ve uluslararası meşruiyetini kaybeden iktidar seçimleri yenilemek durumunda kalacaktır. Bu da iktidar için ikinci İstanbul seçimlerinden çok daha hazin sonuçlar doğuracaktır.
İmamoğlu’nun aday olarak seçilmesi durumunda hemen seçim startı vererek kampanyanın başlaması gerekir. Bütün diğer avantajlar dışında yukarıda belirttiğim, demokrasinin hem milli irade hem hukukun üstünlüğü, temel hak ve özgürlükler, bağımsız medya gibi özelliklerini aynı anda sahiplenecek bir söylemi en iyi kullanacak ismin de İmamoğlu olduğunu düşünüyorum. Aday belirleme süresi dolana kadar karar çıkarsa -olumlu veya olumsuz- ona göre bir adım atılır. Unutmamak lazım ki otoriter rejimlerde risk almadan bir değişim düşünüldüğü kadar kolay değil.
Medyascope'un günlük e-bülteni
Andaç'a abone olun
Editörlerimizin derlediği öngörüler, analizler, Türkiye’yi ve dünyayı şekillendiren haberler, Medyascope’un e-bülteni Andaç‘la her gün mail kutunuzda.
Sonuç itibariyle şu anda bu olay hiç olmamış gibi davranıp “Aday belirleme sürecini etkilemez” yaklaşımının olumsuz olacağını kanaatindeyim. Her türlü, bütün seçim süreci bir şekilde İmamoğlu’nun katılımı ve desteği ile yürütülmeli. İmamoğlu’nu rakip olarak görüp yok saymanın, yaşadığı şeyin sıradanlaştırılmasının ve yalnız bırakılmasının bedelini bütün muhalefet öder. Umarım gelecekte bu günler, yaşanan her şeye rağmen siyasal elitlerin ve toplumsal muhalefetin demokrasiye sahip çıktığı zamanlar olarak anılır.