Kemal Can yazdı: Gözden kaçmasın! Bir de şöyle bir şey var

Seçim sonuçları, nedenleri ve sorumluları açısından siyasetin en hararetli, en iştahlı konuları arasında olmaya devam ediyor. Muhalefet kadar iktidar medyası da meselenin üzerinde. Memleketin yüzde ellisi yanlışından emin olduğu, doğru söylemediğini bildiği birinin arkasından gitmekte sakınca görmedi. Diğer yarısı da hayal kırıklığının sorumlularını arıyor. Karar vericilerin sonuçla ilgili sorumluluk alması; başarısızlığın da başarsa gururunu taşıyacaklara fatura edilmesi gayet anlaşılır. Kimse gönüllü olmadığı hatta biraz fazla vurdumduymaz davrandığı için öfke sivriliyor, “bedel ödetme” en belirleyici mesele olarak kalıyor ve hadise sündürüldükçe iyice düşmüş enerjinin tamamını emiyor. Böyle zamanlar, zaten bozulmuş gerçeğin rahatça eğilip büküldüğü, ölçünün fena halde kaçırılabildiği dönemler aynı zamanda. Bunun çaresi insanları sağduyuya çağırmak olamaz. Zaten onun adı da sağduyu değil. Ancak en sıkıntılı ve öfkenin en haklı sayıldığı zamanlar, “başka şeyleri” hatırda tutmanın, en azından ucunu kaçırmamanın da elzem olduğu dönemler. Kimsenin haklı öfkesine, her ne niyetle olursa olsun “ben demiştim” heyecanına karşılık vermek gerekmiyor. Ama “bir de şunlar var” demekten de geri durmamak lazım. 

Yıllardır sürdürülen yapısal sıkıntılardan, son düzlükte yapılmış stratejik hatalardan, taktik acayipliklerden doğmuş çok katmanlı sorunlar var. Tahminlerin isabetsizliği; zeminin adil, güvenli ve uygun olmaması, araştırmaların/okumaların zaafları ya da aktörlerin basiretsizliği; liste uzadıkça uzuyor. Yaşanan seçim şokunun gerekçeleri ve buradan çıkışın anahtarları konusunda da sayfalarca malzeme üretilebilir ama daha oraya gelinemedi. Ağırlıkları değişse de hayal kırıklığının ortaya çıkmasında hepsinin etkisi olduğu açık. Ancak iktidarın kazanma, muhalefetin kaybetme tablosuna sonuçlar üzerinden bakınca bazı matematik boşluklar görünüyor. (Çok önemli olan seçim güvenliği meselelerini kast etmiyorum) Son günlerde çok kullanılan argümanlardan biri; “Türkiye seçmenin neredeyse 55-60’ı bu iktidarı istemez hale gelmişken, iktidar en zayıf anındayken muhalefet nasıl oldu da yüzde 48’de kaldı”. Aktörlere bağlı yenilgi açıklaması için çok güçlü referans. Ancak bu iddiayı zayıflatan unsur, seçim sonuçlarının iktidardan kopmuş ve kendine yer bulamamış kalabalık bir seçmen öbeği göstermiyor olması. Oysa ilk turda muhalefetten kopanları çok açık biçimde başka bir havuzda görmüştük.  

Çeşitli ve haklı nedenlerle muhalefetin -veya adayın- güven vermediğini, ikna edici olmadığını kabul etsek bile, bir zamanlar iktidardan uzaklaşmış seçmeni, blok olarak Erdoğan’a geri taşıyan dinamiğin hala açıklanmaya muhtaç tarafları var. İlk akla gelen; diğer anket öngörülerinde olduğu gibi araştırmaların yanıltıcı sonuçlar vermesi veya yanlış okunması. Yani muhalefetin kazanma şansı gibi, bu konunun da abartılmış olması. İkincisi, memnuniyet oylaması ile kimlik sayımının, referandum tercihi ile siyasi eğilimin ayrıştırılmasında ciddi zaaf yaşanması veya dünya örneklerinde de görüldüğü gibi seçmenin kendini gizlemesi. Fakat AKP’nin iki seçimdir her seferinde yüzde 7 olmak üzere toplam yüzde 14 oy kaybetmiş olması, potansiyel ölçümünün isabetsiz olduğu ihtimalini zayıflatıyor. Peki o zaman ne oldu? Kendi adıma bu konuda gözden kaçırdığım nokta, Erdoğan’ın hep tazeleyerek iktidarını sürdürdüğü ittifak olanaklarının tükendiğine erken ikna olmuş olmam. Erdoğan’ın, kendisi için çok korunaklı bir alanda, kendisine müttefikler imal etmesinin bu kadar etkili olacağını, bu kadar firesiz bir destek yaratacağını fark edemedik. Yüzde 35’e düşmüş AKP’nin yüzde 10 seviyesinde tutunmasını sağladığı MHP, yüzde 3 civarında YRP ve HÜDA PAR oyu ile 49’u tamamladığı “sürpriz” aritmetik ortada. 

Kendi payıma, -üzerine epey yazıp çizmiş olmakla birlikte- yıllardır olup bitenlerin, siyasette ve toplumda yarattığı yapısal dönüşümün derinliğini küçümsemenin yanıltıcı olduğunu söylemem gerek. İddia olunduğu gibi toplumu tanımamak veya bilinen sosyolojinin işlemesini algılamayan bir körlük olduğunu düşünmüyorum. Aksine toplum, bilindiği -hatta ezberlendiği- biçimde işleyen kutuplaştırma dinamiğini hayli değiştirmiş görünüyor. “Seçmene kızılmaz” lafının arkasına sığınmadan, kitabın ortasından söylemek lazım: Yıllardır küresel ve yerel zeminde; siyasetin, sağa, sağın da kendi sağ ucuna doğru ilerlediği bir tablo var. Neredeyse bütün dünya ile birlikte bizim de başımıza bela olmaya devam edecek ve sanıldığından daha bozucu bir dinamik söz konusu. Bu konuda popülist otoriter iktidarların sistemli politikaları kadar, kimlik eksenli kutuplaştırmaya siyasetsizleştirmeye katkı verecek tavizlerle baraj kurmaya çalışan muhalefetlerin de ciddi desteği var. Siyasi alandaki daralmaya, kazanacak seçim taktikleriyle daha da daralarak çare aranmasının sıkıntısı, sanıldığından daha büyük olacak. Bu noktada meselenin son seçimdeki aritmetiğine tekrar dönelim.  

Siyaseti bir tür pazarlama faaliyetine dönüştüren anti-siyaset ve her yerde güçlenen popülist otoriterler, iddia edildiği gibi kendilerini artık hiç tehdit etmeyen “merkez siyasete” karşı pozisyon almıyor, alma ihtiyacı duymuyor. Bütün dünyada ve Türkiye’de, en akıl almaz iddialar, karalama kampanyaları ve açık yalanlarla, zaten iddialarının içini dolduramayan merkezi kolay enterne edebiliyorlar. “Merkez” iddiaları, güvenilmez kararsızlara dönük zayıf ortalamalara sıkıştığından veya son seçimde yaşandığı gibi iç gerilimleri yüzünden fazla kırılgan. Bu zaafları yüzünden, büyük kalabalıkları birleştirdiklerinde bile çoğunluk hissi yaratamıyorlar. Çoğunluk olduğuna ikna olmamış her kalabalığı karşısına alan için, çoğunluk arkasındaymış gibi davranmak daha kolay. Erdoğan erimesini, muhalefet blokundan epey uzakta yedekleyebildiği için zararı minimize edebildi. Bazı markaların daha kalitesiz veya özel tüketici gruplarına hitap edecek alt markalar üreterek pazar payını genişletme veya piyasada tutunma stratejisine benzetebiliriz. Elbette böyle bir komplonun işlediğini, otoriter iktidarların proje partiler ürettiği iddiasını ileri sürmüyorum. 

YRP, HÜDA PAR ve “plana sadık kalan” Sinan Oğan, Erdoğan için tükendiği sanılan ittifak seçenekleri hanesine ışık gibi doğdu ve eksiğini tamamladı. Muhalefetin neden kaybettiğiyle ilgili haklı tartışmalar, Erdoğan’ın ne yapıp kazandığı kısmını gölgeliyor. Seçimi kazandıran, kendi tabanını kemirmesine rağmen palazlandırdığı ve ittifak seçeneği olma iştahını kışkırttığı alandan destek tedarik edebilmesiydi. Rakiplerinin ulaşamayacağı bir ince süzgeç olarak çalışan bu hamle, doğrudan ve firesiz aritmetik etki yarattı. Oysa iktidar ve muhalefet blokları arasında kalan gri alan, seçimin en önemli unsuru sayılıyordu. Şimdi de hala kaybetmenin nedenleri burada daha fazla aranıyor. Ancak iktidar, kararsız alanı çoğunluk tarafına çekmek için, muhalefetten çok uzakta, kendi arkasına biriktirdiği aşırılıkları ittifak ortağı olarak masaya sürdü. Bunun, “merkeze meftun kararsızları” tedirgin edeceği, çaresizlik olarak algılanacağı düşünülürken tam tersi bir sonuç ortaya çıktı. Neye ve niye muhalefet edildiğini anlatmak açısından çok sorunlu bir alan burası. İyice sağa yaslanan sağın, kendi sağında yedek kuvvet biriktirmesi işinin, dünya açısından da ilginç sayılabilecek bir örneğini yaşadık. Seçim yenilgisinin önemli aritmetik nedenlerinden biri olmaktan daha sorunlu bir örnek.  

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.