Yunanistan’ın önde gelen sol partisi SYRIZA’nın lideri Aleksis Çipras’ın aldığı seçim yenilgisi sonucunda parti liderlik koltuğunu bırakma kararı suyun bu tarafında da “ah keşke” nidalarıyla karşılandı. Malum, bir süredir 14-28 Mayıs seçimlerinde alınan “başarısız” sonucun müsebbibi aranmakta, parmaklar da cumhurbaşkanı adayı sıfatını taşıyan Kemal Kılıçdaroğlu’nu göstermekte. Her iki pilavın da fazlasıyla su kaldıracağını söylemekte yarar var. Bu coğrafyada siyaset kadim bir sanat ve bu sanatta da her an her şeyi görebileceğimiz kesin; bir bakarız Çipras yerinde duruyor, Kılıçdaroğlu gitmiş, belli olmaz.
Ancak Çipras’ın yenilgisi meseleyi bir liderlik sorundan ibaret görmeyenler için de ilham verici… Malum, SYRIZA, Yunanistan’ın içinde bulunduğu mali krizde uygulanan “teknokratik” politikalara karşı düzenlenen sokak hareketlerinden çıkmış. 2012’de %17’ye, 2015’te de %36’ya kadar yükselen bir kamuoyu desteğine sahip olan bir parti, dört yıl kadar iktidarda kaldıktan sonra muhalefet görevini üstlenmiş, en son seçimlerin ilk turunda oy kullanan seçmenlerin beşte birinin, yani yaklaşık bir milyon iki yüz bin kişinin teveccühünü kazanmış. Yunanistan seçim sisteminin cilvesi, seçimde bir parti çoğunluğu alamazsa, ikinci tur yapılıyor bu turda da birinci gelen parti eğer %25’i geçerse 20, %40’ı geçerse de 50 milletvekili bonus alıyor. Böylelikle de geçmişte yaşadıkları “hükümet üretememe” krizini parlamenter sistem içerisinde çözmüş oluyorlar. Yan etkisi var mı, var. Seçimin galibi Yeni Demokrasi, geçerli oyların %40’ını almışken, mecliste %52’den fazla sandalyeye sahip, bayağı bir kayrılmış. Zaten seçime de kayıtlı seçmelerin sadece %53’ü katılmış, bu da başka bir mesele.
SYRIZA, ciddi bir iktidar alternatifi olduğu ve sonucunda iktidara geldiği yıllarda çoğu kesimde umut uyandırmış bir siyasî hareket. Siyasî ajandasını ülkenin canına okuyan istikrar tedbirlerine, çürümüş siyasi elite ve bürokrasiye, en önemlisi de yozlaşmış devlete meydan okumak olarak tanımlayan hareket, sol popülizmden medet umanlar için analiz edilebilecek iyi bir vaka olarak ortaya çıktı. Ancak, Ekim 2015’teki seçimlerden sonra bu radikal tavrını bir kenara bırakarak ekonomide acı ilacı içirmeye çalışan AB yetkilileriyle aynı hizaya geldi. Çipras’ın “siyasi gerçekçilik” adı verdiği bu tutum ne yazık ki partiyi iktidardan etti; önce bir grup milletvekili, başta sol iktisatçı Varufakis, ayrılıp başka bir parti oluşturdular; sonra da vatandaş partiyi muhalefete mahkûm etti. Bu süreçte de partinin “sol popülist” niteliğinin kaybolduğu, halk ile bağını kaybettiği ve anaakımlaştığı öne sürülüyor. Ha, anaakımlaşmasa seçimi kazanır mıydı, sanmam.
Sandık çıkış anketleri SYRIZA’nın neden kaybettiği konusunda bir fikir veriyor bize. Bizde de olduğu gibi Yunanistan’da da “Z Kuşağı” muhalefet için umut olarak görülmüş, tıpkı bizde olduğu gibi boşa çıkan bir umut. 17-24 yaş grubundaki gençlerin üçte biri Yeni Demokrasi Partisi’ne oy vermiş, SYRIZA ise oyların %24’ünü almış. Oysa 2019’daki seçimlerde bu oran %38 imiş, neredeyse 15 puanlık bir kayıp. 25-34 yaş grubunda da kayıp benzer oranda. Öğrencilerde oyu %27’ye inmiş, kayıp 12 puan. Parti’nin 2015’ten bu yana yapılan seçimlerin hemen hepsinde gençlerde ve öğrencilerde birinci sırada geldiğini hatırlarsak, bu kaybın anlamı daha fazla… Öte yandan Nisan 2023’te genç işsizliği %27 olarak ölçülmüş, 2013’teki %60 ve 2020’deki %50’lik oranlara kıyaslanırsa düşük sayılır ama yine de yüksek. Yıllık ekonomik büyüme %1, enflasyonsa %3 civarında. Bu rakamlar gençlerin algılarına da yansımış, hükümete güven %33 civarında olsa da, parlamentoya güven %30, partilere güven %16 ve medyaya güven %7. Demokrasiden memnun olanların oranıysa sadece dörtte bir. Gençlerin yoğunlukla hissettikleri duygularsa öfke, utanç ve umutsuzluk… Zaten oy veren gençler de “en sevmedikleri partiden kurtulmak için” oy verdiklerini söylemiş.
Sözün özü, SYRIZA “umutsuzların umudu, sessizlerin sesi” olmayı başaramamış, üstüne “kaybedenler” nezdinde geçmiş sahip olduğu itibarı da kaybetmiş. Bu başarısızlıkta sorumluluk ne kadar Çipras’ın, ne kadarı partiyi “çürütmeyi” başarmış müesses nizamın; tartışılır. Sol da olsalar popülist partilerin iktidara geldiklerinde sıradanlaştıklarını ve halk ile bağlarını kopardıklarını iddia edenler şu andaki durumun kendilerini haklı çıkarttığını düşünüyorlar. Daha başarılı bir popülist stratejinin, yani halktaki öfke ve hıncı kullanabilecek bir söylemin daha iyi sonuç alacağını söyleyenler de var, ancak böyle iddiaları görgül olarak test etmek pek mümkün değil. Yaşanmamış bir alternatif dünya hayal etmek gerekiyor, çok zor. Bir de tanım gereği içinde “biz-onlar” ayrımı bulunduran popülizmin sol ile “uyumlu” olmadığını ve “mavi ekran” verdireceğini söyleyenler de var; bu iddiayı da gözden uzak tutmamak lazım.
Komşumuz Yunanistan’daki seçimlerden alınacak çok dersler var tabii, mesela gençlerin ruh haline seslenmekte bizim ana akım partilerimizin çok başarılı olamadığını biliyoruz, Ege’nin her iki yakasında benzer duyguların hüküm sürdüğünü de. Öte yandan, Yunanistan’ın siyasi geçmişinin kendisini neredeyse benzersiz kılan bazı özellikleri var. AB üyesi olmasından başlayalım, geçmişteki iç savaşların ve diktatörlüklerin acılarını hâlâ hatırlıyorlar. Nazi işgali sırasında ölen 300 bin kişiye, İç Savaş’ta yaşamını kaybeden 150 bin kişiyi de eklemek gerek. Cunta yıllarında da eziyet çeken binlerce kişiden bahsediliyor. Yunanistan, Soğuk Savaş sürecinde bile ayakta durabilen bir Komünist Parti’ye sahip ender ülkelerden, bedelini ödeyerek. Bununla birlikte ülkede başbakanların neredeyse hepsinin siyasi ailelerden gelmesi -Venizelos ve Miçotakis aileleri sağda, Papandreu ailesi solda-, siyasi elitin ve bürokrasinin neredeyse elle tutulur yozlaşması ve hatta din adamlarının bile 2008’e giden yolda finansal spekülasyonlara karışması da yarımadadan yükselen çürümüşlük kokusunu büyük ölçekte açıklıyor. Her ne kadar “bir sıcak deniz kıyılarında birbirinden güzel(!) iki milletiz” diyenler olsa da, o kadar benzemediğimizi akılda tutarak bu dersleri çıkarmamız gerek.
Yine de insan evladıyız, umut etmek istiyoruz her zaman. Komşumuzun başarısızlıklarından olduğu kadar güzel hareketlerinden de ders almak istersek, alırız. Bununla birlikte bizim sorularımız komşumuz için de geçerli, Çipras gidince her şey güllük gülistanlık mı olacak, yoksa SYRIZA’nın gençleri cezbedememesine yol açan huyu, aynı mı kalacak? Keza, anladığım kadarıyla biz daha Çipras bir lider arıyoruz, Macron-Iglesias tarzı; SYRIZA’cılar ne yapacaklar o zaman, Çipras’tan daha Çipras mı arayacaklar? Zor.
Aynı tartışmaya dönüyoruz işte, fail mi, yapı mı? Aktörleri değiştirsek dahi oyun aynı mı kalır, yoksa başka aktörler başka oyunlar mı sergilerler bize? Yapı dediğimiz şey sahneyi süsleyen dekordan öte, davranışlarımızı biçimliyor, bizi ve tabii ki komşuyu bu hale getiren yapı aynı kaldıkça, aktörler değişse de kaderimiz hep aynı kalıyor, aynı patikalardan yürürüz. O zaman belki de çare başka denizler değil, başka patikalar hayal etmekle işe girişmek olabilir, nasıl olsa şehir arkamızdan gelir.