Sıcaklar bakımından olmasa bile, takvim ve gündem bakımından galiba artık yaz bitti. Adli tatil sona erdi, okullar açıldı, gündem çeşitli alanlarda hareketleniyor. Geçtiğimiz haftanın başlıklarına hızla bir göz atınca durum daha iyi görülüyor. Ağaçlarını koruyan insanlara jandarmanın gözü önünde ateş açtılar, bir köylüyü öldürdüler. Erdoğan’ın dış politikada en iddialı lafları söylediği, iç politikaya doğrudan aktarılan meselesi “Sisi”, konuşulmaz katil olmaktan çıkıp sayın oldu, törenle geldi ve gitti. Yeni bir S-400 krizi çıkarabilecek hadise, BRICS üyeliğine başvurulduğu yabancı basından öğrenildi. Kılıçlar Ayasofya minberinden sonra bir kez daha kınından çıktı, teğmenler yemin ederken birilerini rahatsız etti. Gazeteciler için infaz ihalesi açıldığı video paylaşımlara girdi. Orta vadeli ekonomik programda, matematik kurallarını darmadağın eden hedefler ileri sürüldü. CHP sorun çıkmadan ortak zeminde buluşmuş, tüzük kurultayını yapıyor. Erken seçim etrafındaki tezvirat, çok tuhaf yorum ve çıkarımlar eşliğinde hızlandı. Çifti ve işçi eylemleri kendi yağında kavrulmaya ama bir taraftan da yayılmaya devam ediyor. Fazlası var eksiği yok.
Ancak bu memlekette gündemin hareketlenmesi, her zaman değişimin kapıyı çalmaya başladığını göstermiyor veya önemli sonuçlar yaratacak bir başlangıcı hiç işaret etmiyor. Aksine gündemin fazla hareketlenmesi, çoğunlukla sıcak paranın ekonomiye yaptığı gibi kalıcı sonuç doğurmayacak hatta hayal kırıklıklarına bile yol açan, sahte çalkantılar yaratıyor. Kimileri bunun “gündem değiştirme” amacıyla özellikle yapıldığı kanaatinde ama benim fikrim, meselenin yapısal bir sıkıntıyla ilgili tarafı da olduğu. Gündem her ne olursa olsun, iddia edildiği gibi “gerçek gündem” -ekonomi dahil en yakıcı sorunlarda bile- ele alınış biçimi ve dahil olan aktörlerin tavırları nedeniyle, herhangi bir sonuç üretmeyecek veya mümkünse durumu değiştirmeyecek bir etkisizlik duvarına tosluyor. Daha doğrusu, ya neden-sonuç ilişkisi çok yavaş işliyor ya da hiçbir etki ortaya çıkmıyor. Ekonomik, toplumsal alandan gelen “sahici” ve sarsıcı tazyik veya her türden hukuksal, idari krizde benzer durumu görüyoruz. Bunun, iktidarın elinde bulunan araçlar ve başvurduğu siyasi mühendislikle başarılmış tarafları var ama daha kolektif bir “katkının” veya yanlış çalışan siyasal işleyişin payı da az değil.
Ümit Akçay’ın kaleme aldığı “Krizin gölgesinde En Uzun Beş Yıl” kitabı, 2018-2023 arasında yürütülen ekonomi politikası ve tamamen irrasyonel görünen sert dönüşleri; sadece liyakat, iş bilmezlik, ideolojik körlük gibi kavramlarla ele almanın hatta alaya alınıp geçiştirmenin eksikliğine değiniyor. Başka bir rasyonelin görülmesini sağlayacak tartışma malzemesi sunuyor. (Okuyunuz) Ancak hem söz konusu dönem hem de şimdi Şimşek politikasıyla ilgili tartışmalarda, hala yüzeyselliğin ve en önemlisi de yaşananların gerçek nedenlerinden uzağa kaçışın devam ettiği görülüyor. Alternatif olduğu veya iktidara yürüdüğü iddia edilen muhalefetin temel tercih farkları, kamuoyu ve seçmen nezdinde hâlâ belirsiz. Dış politika ve diplomasi konularında da tutarlılık ve “u dönüşler”, iç serinletici sataşmalara imkan verdiği için sık kullanılıyor ama muhalefet televizyonlarındaki “sopalı yorumcularda” eleştirel bir derinlikten bahsetmek zor. Yargı bürokrasi veya ordu gibi kritik devlet meselelerinde de durum aynı. Kutuplaştırmanın tarafı olmaktan kaçınmakla, kutuplaşmanın en tavizsiz ve en sert biçimde doğrudan karşıtı olmak arasındaki fark bir türlü anlaşılamıyor. “Bir yapmaya kalkın bak ne olacak… Memleket ayağa kalkar” veya “cesedimi çiğnemeniz gerekir” gibi retorik sertlikler, tribün memnuniyetinden başka işe yaramıyor. Çünkü kimsenin sizi çiğnemesi gerekmiyor, yanınızdan geçip gittiklerinde hiçbir şey olmayacağından o kadar eminler ki…
Yerel seçimden kısa bir süre sonra başlayan ve birkaç hafta önceye kadar süren siyasi hava, iki rota üzerinde şekilleniyordu. Birincisi normalleşme; ikincisi çeşitli sembol davalardaki gelişmeler üzerinden gerekçelendirilen ve her şeyi değiştireceği iddia edilen iktidar içi (AKP-MHP) gerilimler. Her iki rota, sıkışmış iktidarın (Erdoğan’ın) yeni bir yol tutmak zorunda olduğu fikrinden besleniyordu. Ancak geçen kısa sürede bu iki yolun da bir yere çıkmadığı, bir yere götürmediği, aynı yerde dönüp durmaya yaradığı anlaşıldı. Bu iki alanda ortaya atılmış bütün yüksek iddialar, hiç söylenmemiş gibi toplanıp tekrar bavula kaldırıldı. Bunları söyleyenler de, taşıyıcısı olanlar da, bunlar hiç olmamış gibi şimdi başka şeyler söylemeye devam ediyorlar. Şimdi yeni bir su havanı çalışıyor: “Çiftçiler, emekliler, teğmenler, Dilrubalar, isyan içinde ve yeterince baskı yaparlarsa, erken seçim zorunlu olacak”. “Yapın baskıyı gelsin sandık, biz buradayız”. O olmazsa, tekrar seçilmek isteyen Erdoğan, aday olmasının yolunu açacak erken seçime ikna edilebilir ya da ikna olmazsa “seçimden kaçan” sayılır. Yani yine tuhaf mühendislikler, acayip taktik “uyanıklıklar”, “Zihni Sinir” imalatı siyasal iletişim manevraları devrede. Bu gidişattan memnun iktidarın Orta Vadeli Planı da, dipten döndüklerine inanan ve geçici toparlanmayı kullanma niyetini fazla açık ediyor.
AKP (Erdoğan) iktidarı -özellikle üçte ikilik son kısmında- çok sarsıcı sorunlar yaşadı, badireler geçirdi. Bunların çok büyük kısmı, birkaç iktidar devirecek cüsseye sahipti. Fakat siyasal süreç ve iktidarın arkasında tutabildiği destek açısından durum, “olması gerektiği” veya beklendiği gibi gelişmedi. Bunu sağlayan pek çok neden var ama hem belirleyici hem de hala geçerli görünen birkaç tanesi şöyle sıralanabilir. En başa çeşitli koalisyonlar halinde ve değişen ittifaklarla devam eden, “hakim blok” (Devlet, Sermaye, “Dış”) açısından -bazı sıkıntı ve çatışmalara rağmen- daha iyi bir alternatifte mutabık kalınamaması veya mevcuttan nispi memnuniyet. İkincisi iktidarın temel sorunlar ve giderek bariz halde hissedilen sıkıntıların siyasi süreçlere dönüşmesini engellemede uzmanlaşmış basit mühendislik faaliyetleri. Üçüncüsü, -tüm dünyada olduğu gibi- iktisadi ve toplumsal dinamiklerin büyük kalabalıkların çıkar ve talepleri doğrultusunda örgütlenmesi ve ifadesinde yaşanan derin zaaf. (Toplumların bu konudaki reflekslerini kaybetmesi ve nedensellik zemininde yaşanan zihni bulanıklık) Dördüncüsü bütün siyasi aktörlerin bu toplumsal-siyasi vasatı değiştirmek iddiası yerine, kullanılacak veya teslim olunacak zemin olarak görmesi, ikna edilmesi. Yeniden tedavüle sokulan, “anketler çok iyi” gazı dışında, -AKP erimesi ile iktidar değişimi ilişkisi hala muğlak- bu noktalardan hangilerinde -kendiliğinden olmayan- bir değişim ya da kararlı bir değiştirme iradesi görüyoruz. Bu sorunun cevabı, değişimin neresinde olduğumuzu veya ne kadar yakında olabileceğini gösteriyor. Eğer şimdiye kadar olduğu gibi iktidarın kendi kriziyle gideceği hesabı yapılıyorsa bir şey değişmemiş demektir.