Gökhan Bacık yazdı | Mitolojiye dönen gerçek: Yeşil Kuşak

Türkiye’de İslami hareketi açıklamak için bir kesimin kullandığı tezlerden birisi ‘Yeşil Kuşak’. Buna göre ABD, Türkiye’yi de içine alan bir ‘Yeşil Kuşak’ meydana getirerek, komünizmi durdurma siyasetini takip etmiş ve sonuçta Türkiye’de İslami hareket güçlenmiştir.

Bu tez, belirli ölçülerde doğru ve İslami hareketinin evrimini anlamak için faydalıdır. Ancak tezin ele alınmasında iki yöntem sorunu bulunuyor: Birincisi, ‘Yeşil Kuşak’ bağlamsız ele alınıyor, böylece hakikat bundan ibaret gibi bir algıya hizmet ediyor. İkincisi, sözü edilen tez neredeyse İslami hareketin kök nedeni gibi bir algıya yol açacak biçimde kullanılıyor. Halbuki, bir şey doğrudan biçimde sadece bir şeyi açıklamalı diğer şeyleri ise dolaylı olarak açıklamalıdır. Popper’e atfedilen aforizmanın dediği üzere ‘her şeyi açıklayan hiçbir şeyi açıklamaz’.

İlk olarak şunu hatırlamak gerekiyor: Türkiye’nin Batı düzenine (ve NATO’ya) eklemlenmesi Cumhuriyetçi (yani seküler) aktörlerin tercihiyle olmuştur. NATO’ya giriş sürecinin baş aktörleri Celal Bayar gibi klasik Kemalist dönemde rol almış kişilerdir. Bayar, bir konuşmasında meseleyi İsmet Paşa ile konuştuğunu ve O’nun da NATO’ya girilmesini desteklediğini ifade etmiştir. Nitekim, NATO’ya girişin hazırlık devresi CHP döneminde gerçekleşmiştir. 1940’ların sonunda Türkiye’nin önemli bir gündemi Batı desteği aramaktı. Aynı dönemde IMF’ye girmek, ABD ile yakın ilişkiler kurmak için gerekli ön hazırlıklar CHP tarafından yapıldı. Türkiye, IMF’ye 1947 yılında üye olmuştur. İsmet İnönü’nün “Amerikan gemileri bize ne kadar yakın olursa o kadar iyi olur” sözü akademik literatüre girmiştir. Yine, Türkiye’nin ABD ile müttefikliğinin alt yapısı –örneğin Marshall yardımı için gerekli politik ve hukuki adımlar– CHP döneminde sağlanmıştır.

Benzer biçimde Türkiye Avrupa Ekonomik Topluluğu’na 1959 yılında yani DP döneminde başvurmuştur. Ancak bu süreçte, Türkiye ve Avrupa arasında hukuksal çerçeveyi de oluşturduğu için en önemli anlaşma olan, 1963 Ankara Anlaşması’nın arkasında İsmet İnönü hükümeti vardır.

Buradan ‘bağlam’ konusuna dönersek, ‘Yeşil Kuşak’ denildiği gibi anlaşılsa bile bir boşlukta gerçekleşmemiştir. ‘Yeşil Kuşak’ nasıl İslami yahut sağ aktörler üzerinde etkiliyse, dönemin Sovyet dış siyaseti de (ve elbette ona mündemiç Rus emperyalizminin) sol hareketler üzerinde etkilidir. Dolayısıyla ‘Yeşil Kuşak’ konusunu ‘karşı taraftan’ ayrı yani bağlamsız ele almak eksik bir izahtır. “Türkiye’de nasıl olurda bir muhafazakâr ABD’yi tercih edebilir” şeklindeki şaşkınlık sorusunun eşleniği “Yemen’de bir Müslüman nasıl komünist olur?” biçiminde tercüme edilebilir. Bu tip soruların cevabı bizi ancak moral değerlendirmelere götürür. Bir sosyalist için Yemenli bir Müslümanın sosyalist olması “doğaldır” ama bu yaklaşım ideolojik ve sübjektiftir. Bu öznellik tutarlıdır ama açıklayıcı değildir. Çünkü bir Yemenlinin sosyalist olmasının doğal bir şey olduğunu iddia edecek elimizde bir bilimsel yöntem yoktur. Dolayısıyla bir sosyalist için “Said Nursi’nin NATO üyeliğini desteklemesi” garip bir durum iken bir Nurcu için de “bir Yemenlinin Stalinist olması” aynı şekilde tuhaftır. (Burada Nursi’nin Bayar’ın ve İnönü’nün NATO üyeliğinde uzlaştığının altını çizelim.)

Burada konunun ideolojik ve sübjektif olması kadar önemli bir mesele de kimin emperyalist olduğudur. İslam dünyasında yeryüzünde tek emperyalist devletin ABD (yahut İngiltere vb.) olduğu düşünülür. Burada eksik olan Sovyetlerin/Rusların da emperyalist oldukları ve Türkiye’de sol ve sağ gibi akımları ele alırken bu noktanın eşit biçimde hesaba katılması gerektiğidir. 1955 yılında toplanan Bandung Konferansı’na Sovyetlerin de bir tür emperyalizm olup olmadığı tartışması damgasını vurmuş ve bunu da ima edecek biçimde “her biçimde sömürgecilik” reddedilmiştir. Nitekim, konferansta Sovyetler Birliği’nde yaşayan bir grup Müslüman, kendilerinin sömürülen haklar olarak tanınması talebini dile getirmiştir. Türkiye’de ‘kimin emperyalist olduğu’ tartışması hâlâ devam ediyor. Bunun bir yansıması şudur: Suriye’de bütün insan haklarını ihlal etmiş (geçmişte insanları gaz ile öldürmek dahil) Esad rejiminin ayakta kalmasının arkasında Rus emperyal çıkarları olduğu halde bu ciddi bir entelektüel sorguya bile konu olmuyor. Benzer duruma başka bir örnek, bazı Türk solcularının Ukrayna konusundaki tutumunun Avrupa faşist partileri ile aynı olması. Buradan gelmek istediğim nokta şu: Türk sağının evriminde Amerikan emperyal çıkarlarının etkisi kadar Türk solunun evriminde Rus/Sovyet emperyal çıkarlarının etkisi tartışılmalıdır. Türk sağını ABD ile olan ilişkisinden dolayı eleştirmek tutarlıdır ve gereklidir. Ama Türk sağcısını emperyalizmin kurbanı yahut işbirlikçisi olarak hayal edip, Türk solunun geçmişten bugüne Rus/Sovyet (ve bugün ayrıca Çin) emperyalist siyaseti ile ilişkisini doğal ve ideal bir duygudaşlık olarak tanımlamak ideolojik ve biraz da şiirsel bir ifadedir.

Nihayet, ‘Yeşil Kuşak’ önermesi Türkiye’de İslami hareketin yükselmesi için abartılacak bir dinamik değildir. Hatta Türkiye’de İslami hareketi ‘Yeşil Kuşak’ sonucu oluşmuş düşünmek sadece yanlış politik stratejiler üretmeye yarar. Bu proje olmasa da İslami hareket etkin olacaktı. Nitekim, İran’da İslami hareket ABD’ye rağmen dinsel bir rejim kurmuştur. Türkiye’de İslami hareketi daha çok kendi dinamikleri ile açıklamak gerekiyor. İslami hareket, Nakşibendilik gibi Anadolu’da neredeyse 500 yıllık geçmişi olan yerel dinamiklere dayanıyor. Kültür izafidir. Ancak sosyal bilimin yöntemleri ile –sıklık analizi, söylem analizi vb.– bir yerde sık yani baskın davranış biçimlerini ve kültürel sembolleri tespit edebiliriz. Bu açıdan Türkiye’yi analiz edersek burada baskın (yani sık) motifler din, camii, hacca gitmek, kurban kesmek, erkek çocuğu sünnet etmek gibi bir semboller kümesine işaret eder. Dolayısı ile Türkiye’de sıklık ve uzun süreklilik bakımından İslami hareket hem liberal hem sosyalist düşüncelere göre mukayese edilmeyecek kadar yerlidir. Aynı yerden bakınca komünizm seyrek bir şeydir. Nitekim, bunun bir yansıması olarak, Türkiye’de komünist partiler başarılı olamıyor. O yüzden, sosyalistler için etkili siyaset yapmanın adresi CHP’dir. CHP’nin de “dine saygılı laiklik” yahut “Türk tasavvufunun olumlu tarafları” söylemleri ile bilinen Ecevit yahut bugün mihraba cebinden çıkardığı takkesini giyip oturan ve Kur’an okuyan İmamoğlu ile başarılı olduğu ‘korelasyonunu’ gözden kaçırmamak gerekiyor. Zaten, CHP’nin teorik olarak ne kadar sosyalist/solcu olduğu da tartışmaya açıktır. Anayasada milliyetçilik ilkesinin bekçisi bir partinin kuramsal olarak evrensel sol düşünceyle aynı yerde olup olmadığı meşru bir sorudur. Nihayet, CHP (tıpkı AKP gibi) NATO’cu bir partidir ve parti programında yazdığı üzere CHP, “NATO örgütüyle ilişkilerimizin güçlendirilerek devam etmesini” istemektedir.

Sonuç olarak, ‘Yeşil Kuşak’ gibi tezleri abartmak, Türkiye’de İslam’ın siyaset ile olan ilişkisini anlamayı zorlaştıran siyaset biçimlerine katkı sağlayabilir ki bu hiç kimse için hayırlı bir durum değildir.

  • Gökhan Bacık’ın diğer yazılarını okuyun.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.