Kenan Çamurcu yazdı: Hameneî’nin “Direniş Ekseni” menkıbesinin trajik finali

Doğu Konferansı Aydınlar Girişimi’nin, “Yeni Ortadoğu Projesi” ya da “Büyük Ortadoğu Projesi”nin hedefindeki bölge ülkelerine dayanışma amaçlı seyahatleri kapsamında 2003’te Suriye’ye gitmiştik. Irak işgal edilmişti ve sırada Suriye’nin olduğu resmi, gayri resmi mahfillerde çokça tekrarlanıyordu. Suriye’de 60’lardan kalma sıkı markaj Baas (diriliş) rejimine tabii ki karşıydık ve değişimi savunuyorduk ama bunun askeri işgal yoluyla olamayacağını söylüyorduk. Başbakan Erdoğan’ın Şam’la yakınlaşmasından çok memnunduk. Meclis’teki AK Parti grubu içinde etkin iyi insanların bulunduğu, en azından eleştirilerden etkilendikleri ve politikaları değiştirmeye yatkın oldukları, muhakemeyi imha eden trolizm epidemisinin henüz ortaya çıkmadığı güzel günlerdi.

Küllü halin yezul”

İttifak hem devletler hem de devlet dışı aktörlerden oluşuyor

Şam’da Emevî Camii’nin bitişiğindeki Nevfere Kafe’de otururken merhum Roni (Margulies) çok hesaplı satın aldığını söylediği “küllü halin yezul” yazılı camaltı eseri gösterdi mutlulukla. Bu işlerden iyi anlayan koleksiyoner olduğunu orada öğrendim. “Küllü halin yezul”, “her durum yok olur, geçip gider, geçicidir” mealinde bir cümle. Yaşadığı hali ebedi ve kalıcı sanmaya ikaz aslında. Suriye gezisini ve dönemin bölgesel sorunlarını değerlendirdiğim yazıma başlık yapmıştım Roni’nin camaltısını. Yazıyı “Can Havliyle Düşünceler” kitabıma da koydum.

1986’da Cumhuriyet gazetesinin Cağaloğlu’ndaki eski binasında Girişim dergisi için röportaj yaptığım Ufuk Güldemir, söyleşi sonrasında sohbet ederken yaklaşıp, sesini kısarak, “İddia edilenin aksine, hiçbir devlet ilelebet payidar değildir” demişti. Beşar Esad’ın da başkalarının da “küllü halin yezul” hükmünden muaf olmadığı apriori önerme. Hele de takibat ve tahkikat rejimiyle, kapalı ve otokrat siyasî modelle hiç olmayacak iş.

Arap Baharı”nın deviremediği dominoya sezaryen

11 Eylül saldırılarının ardından Afganistan’la açılış yapan işgalle rejim değiştirme sürecine rağmen Suriye’de kapalı rejimin acilen değişmesi gerektiğini hep savunduk ama Bush’un güç kullanarak liberal demokrasi ihracı doktrinine de bu doktrini sadakatla sahaya aktaran Obama’nın politikasına da karşıydık. Türkiye-Suriye ilişkilerindeki yüksek seviyeye rağmen demokratik değişimi savunmak o zamanlar Erdoğancı ve Gülenci taraftar gruplarının fitne çıkarmama yolundaki itirazlarıyla karşılaşıyordu. Erdoğancıların (sonra Davutoğlucu oldular) Baas ajanlarının tahsis ettiği araçlarla Suriye’yi gezdiği, konuk evlerinde keyif yaptığı, el üstünde tutulduğu zamanlardı. Gerçi ilişkiler kötüleşince en hararetli ve hasmane Esad düşmanları da onlar oldu. Taciz, tecavüz, hırsızlık vs. linçlerinde en önde koşanların aslında bu cürümleri işlemiş ya da işlemeye teşne kriminaller olması gibi.

2011’de “Arap Baharı” furyasında Tunus ve Mısır’ın aksine Suriye’de kısa süreli barışçı gösteriler bir anda silahlı şiddete dönüştü. Daha doğrusu nereden çıktıkları anlaşılamayan selefi silahlı gruplar barışçı gösterilerden rol çaldı ve Suriye’yi hızla iç savaş kaosuna soktu. Selefi şiddetin liderlerinden Culanî’nin karşısında, yine bir Culanî (Culanlı/Golanlı), rahmetli Cevdet Said, toplumsal değişimin silahla, zor kullanarak, şiddet ve terörle gerçekleşemeyeceğini, ayrıca bunun İslam’a aykırı olduğunu söyledi. Şam’da küçük bir mescitte tefsir dersi verirken Culanî’nin örgütü Nusra tarafından bombalı suikastla öldürülen büyük âlim Ramazan el-Butî de silahlı şiddet ve terörle yönetimi değiştirmenin Müslümanlığın hiçbir mezhebinde onaylanmadığına, çünkü öyle bir kaos ortamında masumların zarar göreceğine fetva vermişti. Rahmetli Butî’nin korkusu gerçek oldu; savaşan tarafların kayıpları dışında selefi örgütlerin saldırılarında ve ordunun operasyonları sırasında binlerce masum hayatını kaybetti.

Batı başkentlerinin tam destek verdiği IŞİD, Nusra gibi selefi örgütler Suriye rejiminin yıkılması için silahlı şiddetten başka yol olmadığını savunuyor, onları destekleyenler de eylemleri terör görmeyip onlara “muhalifler” diyordu. Davutoğlu biraz daha ileri gitti, empati ve duygudaşlığın zirvesinden “öfkeli gençler” diye seslendi. Acı hikayenin devamı herkesin malumu.

Hamas’ın, Hameneî’den çok yönlü destek almış 7 Ekim saldırısının laneti Heniye, Sinvar, Nasrallah ve diğerlerinden sonra, Suriye’yi bu işlere üs yapan Esad’a da ulaştı. İsyancıların lideri Culanî, Emevi Camii’sinde toplanan taraftarlarına “Kardeşlerim, bu büyük zaferin ardından tüm bölgede yeni bir tarih yazılıyor” derken, o ana dek öldürmekten başka işle uğraşmamış, eğitimsiz, vasıfsız, mesleksiz taraftarlarına yeni bir sorumluluk yükleme kaygısı taşıyor olabilir. Ama söylediği doğru değil; bölgede yeni tarihi yazan Netanyahu’nun yönetimindeki İsrail. Hameneî’nin “Direniş Ekseni” mitini birkaç ayda imha ederek yaptı bunu.

Nusracıların hafif silahlarla Şam’a kadar neredeyse eskortlarla yürümesine izin verilmesinde tarihî bir taraf yok. İran ve Hizbullah tecrübesinden ders çıkardıkları düşünülüyordur. Eğer çevrelendikleri çitlerin dışına çıkmaya yeltenirlerse aynı akıbete uğramalarının süresi gün doğumundan batımına kadardır.

Netanyahu, Esad’ın iktidarı bırakıp ülkeden ayrılmasının, İsrail’in İran ve Hizbullah’a yönelik saldırılarının sonucu olduğunu söylerken bir sırrı ifşa etmiyordu. Kazandığı zaferin bir parça tadını çıkarmak için yapmıştır mutlaka ama çok daha önemli bir neden var: Suriye’nin yeni egemenlerinin görev emrini tebellüğ ettiklerinden emin olmak istiyor: Hameneî’yi ya da halefini Suriye’den uzak tutmak yetmez, boşalttığı alan da doldurulmayacak.

Netanyahu’nun tasvirine Şam’daki sükut ikrar manasına geldiği için “Filistin davası”na veda zamanıdır. Tehran’ın da havlu attığı koşulda bundan böyle Hamas’ın halefi olmaya parmak kaldıracak bir alternatif çıkamayacak herhalde. Çıksa da ne Suriye gibi İsrail’in burnunun dibinde üs bölgesi bulabilir ne de yüksek meblağlı finans. Bu vesileyle yan sanayi insani yardım kuruluşları da Filistin endüstrisinden elde ettikleri hesaba sığmaz kazançtan mahrum kalacak.

Tekrarlanan örneklerden gayet iyi bildiğimiz gibi, Müslümanlıkların gücün mesajını almada üstüne yoktur. Trump, başkan seçilirse antisemitik protestolara sert müdahale edileceğini söylemişti hani, başkan seçildiği andan itibaren Amerika’da başını Hamasçı Arapların çektiği, vandalizmde hayli cüretkâr protesto gösterileri aniden kesildi. Hükümetlerin olaya el koymaya başlamasından sonra Avrupa’da da. TRT World Forum’da İsrail’e giden ticari gemilerle ilgili Erdoğan’ı protesto etmişlerdi de Erdoğan da “Siyonistlerin ağzı dili olmayın” diyerek azarlamıştı hani, işte o antisemitik protestocular da ânında mesajı tebellüğ ettiler ve ortadan kayboldular. Mesajın alt metni şuydu muhtemelen: “Buna devam ederseniz yabancı devletin stratejik çıkarına hizmet casusluğu ile itham edilir ve çıkmamacasına hapse atılırsınız.” Hamasçı ve antisemitik mücadele de bir yere kadar kuşkusuz. Yahudilere ait diye kimi zincir restoranlara ve kafelere saldıran, fare toplayıp içeriye salan, mülke zarar veren, çoluk çocuğu korkutan göstericiler de sanki hiç ortaya çıkmamışçasına kayıplara karışıverdi.

Rejimin teatral düşüşü”

Aradan geçen on küsur yıl sonra bir sabah Nusra, birleştiği başka örgütlerle HTŞ tabelası altında birkaç bin kişilik militan grubuyla ve hafif silahlarla saldırı başlattı ve hiçbir direnişle karşılaşmadan bir haftada Şam’a ulaştı. Arap medyasında bu kısa metrajlı gelişmeler kuşkuyla karşılandı ve “rejimin teatral düşüşü”nün ardında kamuoyuna açıklanmayan bir gizli anlaşma, uzlaşma, mutabakat olabileceği yazıldı.

Öyleyse haber diline rötuş yapalım: Suriye’de devrilen rejim değil, Esad cumhurbaşkanlığından ayrıldı sadece. Hükümet, bakanlıklar, bürokrasi, ordu, kurumlar yerli yerinde duruyordu. Bu kurumların hiçbir düzeyinde görevliler ülkeyi terketme gereği duymadı. Görevinin başındaki Başbakan Celali, “Şu anda bizi ilgilendiren, Suriyelilere hizmetin devam etmesi” dedi. Sokaklardaki sayısı belli göstericiler büyük ölçüde HTŞ’nin taraftarları. Bir de yeni durumun belirsizliği nedeniyle tedbiren sokaklarda fotoğraflara girmeye çalışan devlet memurları, esnaf falan var. Yoksa terör bölgelerinden iç göçle birlikte Şam’da şu anki nüfus aşağı yukarı 3 milyon. Şam’ın merkezindeki Merce Meydanı’nda Esad’a destek mitinglerine katılanlarla mukayese edildiğinde şimdiki kutlamaların kalabalığı ancak bir avuç mesabesinde.

Esad’ın seçimle gitmesi tercih edilirdi kuşkusuz, ama olmadı. İsrail’in “Direniş Ekseni”nin kolunu kanadını kırması, Batı başkentlerinin tam desteği ve ABD-Rusya’nın uzlaşması sonucu rejimin taşıyıcı kolonlarının onayı ve ordunun kışlasında kaldığı şartlarda eski yönetimin simgesi Esad ülkeden ayrıldı. Birkaç bin militanın hafif silahlarla Suriye ordusunu mağlup ederek rejimi yıktığı ve ülkeyi teslim aldığı öyküsü, muhakemesi sıfırlanmış tribün taraftarlığından başkasını heyecanlandırmaz. Silahlı militanlar heykel falan yıkıp ya da Esad’ın masasında oturup bol bol fotoğraf vererek yönetimin el değiştirdiğinin görsel ihtiyacını karşılıyor. Ondan öte anlam ve işlevleri yok. Nasıl olsun ki? Devlet ve yönetim tecrübesi olmayan eğitimsiz, vasıfsız, sosyal beceri yoksunu silahlı birtakım insanlara devlet yönetimi teslim edilse ne yapacaklar?

Yaşanan kontrollü krizdi. Önceden planlandığı her bakımdan belli geçiş süreci işledi, işliyor. Batı dünyası Irak’ta Saddam’ı devirirken orduyu dağıtmanın, kurumları yok etmenin, devleti ortadan kaldırmanın büyük hata olduğunu tecrübe etmişti. Suriye’de aynı hatayı tekrarlamadılar. Siyasi değişimi dünyaya duyuran bildiriyi Esad’ın Dışişleri Bakanlığı yayınladı mesela.

Haber kanalları “Esad rejimi devrildi” haberini geçerken Esad’ın başbakanı iktidarın el değiştirmesinin yol haritasına ilişkin röportajlar veriyor ve barış içinde geçiş süreci için görevinin başında olduğunu söylüyordu. Aynı saatlerde isyancı güçlerin lideri Culanî de adamlarını devlet binalarına zarar vermemeleri konusunda uyarıyordu ve gerginlik yaratmamak için havaya ateş açılmasını yasaklamıştı.

Esad sonrası Suriye: Hizbullah Suriye'den çekildiğini duyurdu

Hani Batı medyasında aniden “Esad’ın korkunç zindanları” haberleri başladı ve buranın politik gazeteciliği de hemen Türkçe’ye editsiz tercüme etti ya, şaibesi üzerine epey tartışma yapılmış Nusra’nın vitrin yüzü “beyaz baretliler” (Suriye Sivil Savunma Örgütü) bile yayınladığı açıklamada, adından çokça söz edilen Sednaya Hapishanesi’nde yerin bilmem kaç kat dibinde ulaşılamamış katlar, hücreler, gizli bölümler bulunmadığını duyurdu. Belli ki isyancıların liderliği, kontrolü kaybetmeye neden olacak olayları önlemek için taraftar tribününde tansiyonu düşürmeye çalışıyor. Geçiş süreci mutabakatına aykırılık oluşturacak en küçük bir pürüz dahi istemiyor.

HTŞ tabelası altındaki selefi örgütler, müridi oldukları İbn Teymiyye’nin, Nusayrîlerin Şam dağlarında Tatarlara casusluk yaptığı yalanıyla taraftarlarıyla birlikte Alevi köylerine saldırmasından (Muhammed Ebu Zehra, İbn Teymiyye Hayatuhu ve Asruhu, s. 40-41) ilham alıyor ve Alevi köylerinde kıyım yapmak için kanları kaynıyordur muhakkak. 10 yıl önce “Hıristiyanlar Beyrut’a, Aleviler tabuta” sloganını histerik coşkuyla haykırıyorlardı.

Meraklısına ileri okuma bilgisi olsun: Selefizmin dinsel şiddetinin ideolojik atası İbn Teymiyye, kitaplarında Şiîler ve Alevîler için sürekli “Tevbe etmesi mecbur tutulur, aksi halde öldürülür” ifadesini kullanır. Alevilerden nefretin belgesi durumundaki ve hiçbir dinî ve etnik farklılıklığın Müslüman toplumda var olmasına izin vermeyen utanç verici fetvasında Nusayrîlerin (Arap Aleviler) Yahudi ve Hıristiyanlardan daha kâfir ve İslam’a zararlarının da muharip kâfirlerden daha büyük olduğunu yazar. Hedef yelpazesini yaymak için de onların Şiî ve Ehl-i Beyt muhibbi gibi göründüklerini fetvasına ilave eder. (Mecmuu’l-Fetâvâ, 35/149-160). Böylece Şiîler de katliam listesine dahil edilmiş olur.

Fakat HTŞ tabelası altında yoluna devam eden Nusracıların başa sarıp bu işlere girmesinin önünde sayısız aşılmaz engel var. Savaşmaktan başka bir şey bilmemeleri nedeniyle rutin devlet hizmetlerinden bir gün canlarının sıkılacağı ve sağa sola dalaşacakları varsayımı tabii ki ihtimal dahilinde ve belki de önlerini açan güçler de onları yeryüzünden silmek için böyle bir hata yapmalarını bekliyor.

Yanarlı dönerli terör lugatı

Konsolidasyon, propaganda, halkla ilişkiler darası düşüldüğünde ömrü el-Kaide, IŞİD, Nusra saflarında silahlı eylemle geçmiş “Culanî” kod adlı Ahmed el-Şara ve taraftarlarının Suriye’ye vadedebileceği parlak bir gelecek olmadığını başta kendileri, tüm çözüm ortakları biliyor. El-Kaide ideolojisiyle Suriye’de Talibanist bir rejim, yani emirlik kurulamayacağı da hem ülkenin iç dinamikleri hem de siyasî destekçileri itibariyle imkansız. Suriye’nin ayağa kalkması için gereken tahmini 1 trilyon dolar bütçenin finansını sağlayacak Körfez devletleri ve Batı’nın, el-Kaide eğitimli milislerin İslamcı heveslerini hayata geçirmesi için hovardalık yapacağını düşünmek saçma olur. Türkiye, BM ve pek çok ülkenin terör listesine aldığı HTŞ, bu vasıfla ülke yönetimini nasıl devralacak? Amerikalıların ölü ya da diri ele geçirilmesi için başına ödül koyduğu Culanî, bu halde Esad’ın yerine geçebilir mi? Şu halde, ya mevcut statü değişmeyecek ve kelepçeye vurulmuş bir yönetim kurulacak ya da şartlı tahliye ile terörist yaftası Culanî’nin boynundan çıkartılacak.

Golani, şu an için Suriye'deki en etkili figür

Gerçi terör ve terörist konusunda dünyada câri standart ve kriter bolluğunda kimse izaha muhtaç çelişkide görmüyor kendini. Culanî de bu eğlenceli sirkte rahat davranacağını düşünüyor olabilir. Ama unutulmasın ki Suriye, Afganistan gibi sadece İran ve Pakistan’ın sorunu bir ülke değil. Başta İsrail’in güvenliği olmak üzere Akdeniz-Batı Asya hattında ihmale gelmez demo-cografik alan. Her ülke ve toplumun kendine yakıştırmaya bayıldığı nitelikli stratejik kıymet Suriye için gerçekten var. Bu nedenle, seçimde sıcak çatışma alanlarındaki askerleri evlerine döndürmeyi vadetmiş Trump bile mutlaka Suriye’yi projeden istisna tutacaktır.

Doğrudur, ülke içindeki muhalifleri silahlandırma yoluyla güç kullanarak yönetimi değiştirme işi oğul Bush’un mirası ve bu kavram dünyasında nesnel terör tanımı yok. Bazı silahlı mücadeleler makbul, başka bazıları merdud. Hatta Türkiye örneğinde devletin terör örgütü kabul ettiği HTŞ bir gecede “muhalif”e dönüşebiliyor. Elinde silah olması ise dert edilmeyecek ayrıntı haline geliyor. Bilakis örgüt militanlarının terörist olduğunu söylemek artık suç. Re’sen soruşturmanın gerekçesi. Doğu Perinçek’in, ÖSO’nun terörist olduğunu söylemesi İstanbul Başsavcılığı tarafından “devletin genel milli güvenlik politikasına aykırı” bulunarak hakkında soruşturma açılmasına sebep oldu mesela. Yasaklanan bilgileri açıklama suçu (TCK 336), siyasi ve askeri casusluk suçu (TCK 328) gibi suçlar var da “milli güvenlik politikasına aykırılık” suçu çok taze. Miladı, HTŞ’nin Suriye’de gücü ele geçirdiği gün. Arenada hukukun değil siyasetin rol aldığı ve çıkara uygun düşeni meşru, düşmeyeni gayri meşru saymakta beis görülmeyen bir denklem var. Mikrofonlarda herkesin birbirini teröre destekle suçladığı ama gereğini yapmadığı, kapı arkasında ise eldeki kozlarla pazarlıkların yürütüldüğü türden bir denklem.

Yeni Suriye’nin muhtelif yankıları

Suriye’nin iç savaşa sürüklendiği sürecin önemli aktörü Davutoğlu şu an sahnede olmayı ne çok isterdi. Rejim değişikliği için sarf ettiği çabanın meyvesini toplayamadan tasfiye edilmenin öfkesini en çok şimdi yaşıyordur. Suriye’deki değişim onun zamanında vuku bulsaydı post-Erdoğan dönemin yıldızı olmayı garantilerdi. Ama bu fırsat Hakan Fidan’a nasip oldu. Fidan, en zorlu zamanlarda kritik işlev ve görevlerin büyük riskinden sadakatle kaçınmamanın ödülünü almış görünüyor. Çok büyük aksilik yaşanmazsa Erdoğan sonrasının bir numarası olacak.

Fakat küçük bir sorun var: 10 sene önce Şam rejiminin kısa sürede devrileceğini ve Emevî Camii’nde namaz kılacağını vadeden Erdoğan’ın o günkü coşkusundan eser yok. Keyifsiz sanki. Acaba Suriye’deki “teatral düşüş”ün ABD-Rusya vesayetinde ve mutabakatla gerçekleşmesinden payına pek fazla bir şey düşmemesinden mi? Ya da Lübnan sınırına uzanacak Kürt özerk bölgesi, Akdeniz kıyısında Alevi bölgesi ve içeride dört yandan kuşatılmış çorak Sünnî bölge şeklinde üçe bölünmüş Suriye haritalarının havada uçuşmasıyla mı ilgili neşesizlik?

Hakan Fidan da “zafer”i kutlayıp yılların gecikmesini telafi edecek politik edebiyat yerine günübirlik ve pratik sorunu araya sıkıştırma telaşında. Milyonlarca Suriyelinin artık ülkesine döneceğini iç siyasetin beklentisine müjdelemekle yetiniyor. Acil sıkışıklık her bakımdan belli. Somut karşılığı olmayan sözler sarf etmesi bundan. Aslında milyonlarca Suriyelinin hemen şimdi ülkesine dönmesinin imkansız olduğunu o da biliyor. Dünya ortalamasının çok üstündeki doğurganlık ve nüfus artışıyla Suriye’nin hangi kapasitesi onların topluca geri dönüşünü sindirebilir? Çoğunun orada evi bile yok. Gitseler iş, fabrika, işleyen bir ekonomi yok. Nüfusun yüzde 70’i, belki daha fazlası yoksulluk sınırının altında hayat sürüyor. Resmi yayınlarda kişi başı gelir 780 dolar gösteriliyor, fakat daha da düşük olabilir. Fidan, Suriyelilerin geri dönmesinden bahsederken süre meselesini atlıyor. Geri dönüş projesi yıllar alabilir. Durumu kurtaracak beyanatların halkla ilişkileriyle şimdilik kriz yönetilmeye çalışılıyor. Yani Ankara, Suriyelilerin geri dönüşünü çabuklaştırma kazanımını bile elde edememiş olabilir.

Sürecin büyük kazananı Netanyahu olduğuna göre Suriye’deki değişimden aslan payını İsrail’in alacağı kesinleşti. 8 Ekim 2023’te başlayıp Gazze’de Hamas’ı, Lübnan’da da Hizbullah’ı bitirdikten sonra Aralık 2024’te Suriye’de yönetim değişikliğiyle sonuçlanmış savaş halinin sonuna gelindiğinde İsrail artık güneyden sonra kuzeyden de rahatsız edilmeyecek bir güvenlik çemberi çizmeyi başardı. Lübnan’a da çeki düzen verme koşuluyla Suriye bundan böyle İsrail’in etki alanındadır. Netanyahu, Hamas’ın İran destekli 7 Ekim saldırısına verdiği sert ve orantısız karşılık ve aldığı sonuçların ardından, ‘48 ve ‘67 savaşını kazanarak İsrail’i ayağa kaldıran isimlerle aynı hizada anılmayı bekliyor. Bir tür mesih, kurucu baba havasında. Kral Davud’la kıyaslayıp “Kral Bibi” diyorlar ona. Bu lakap hayatını anlatan belgesele de ad olmuştu. Arap devletlerinin topyekûn saldırısına rağmen 1967 savaşını kazanan Moşe Dayan’a benzetiliyor. Ama şu şartlarda bile Netanyahu’nun yolsuzluk suçlamasıyla yargılandığı dava devam ediyor. Mahkemeye çıkıp kendini savunmak zorunda. Bu ve başka kanıtlarla İsrail demokrasisi bölgede tartışmasız en iyisi. Bir de İsrail’in haritadan silinmesini arzu edenleri düşünün; böyle bir hukuk, adalet, demokrasi düzeyi akıllarının ucundan bile geçmiyordur.

İsrail’de bir yıldır yaşanan olağanüstü halde İsrail solunun konuşacak mecali kalmadı. Çünkü “savaşı evimize getiriyorsun” diye suçladıkları rakipleri, gözünü karartmış sağcı-muhafazakâr Netanyahu, bir öğle sonrasında tek tuşla 3 bin küsur Hizbullah savaşçısını iş görmez hale getirmiş şaşkınlık uyandıran çağrı cihazı operasyonunun başı. Hizbullah lideri Nasrallah’ı ve tüm üst düzey yöneticilerini üç gün boyunca çıkarılamayacak kadar derinde enkaz altında bırakarak yok etmeyi başardı. Naaşların bulunup bulunmadığını bilmiyoruz. Cenaze töreni dahi yapılamadı. Hamas’ın lider kadrosunu ve militanlarının neredeyse tamamını öldürdü. Suriye’de Hameneî’nin sınır ötesi işlerinin bütün merkezlerini imha etti. Liste böyle uzuyor. Böyle bir rakiple baş edebilecek alternatif siyasetin yakın zamanda çıkması zor görünüyor. Öyleyse İsrail solunun gündemde tutmaya çalıştığı “Filistin sorunu” ve “iki devletli çözüm” başlıkları da tarihe karışmış demektir.

Ayrıca şimdi Suriye’de “Filistin sorunu”nu kayıtlardan silecek yeni bir durum var. Yasir Arafat’ın seküler ulusçuluğunun ya da Hameneî’nin dinsel motivasyonlu “Filistin”i yola devam edecek enerji ve imkanlardan yoksun şimdi. Hamas kurucusu Hasan Yusuf’un oğlu, Hamas’ı bitirmek için İsrail iç istihbarat teşkilatı Şin Bet’e çalışmış Musab Yusuf’un, “Filistinli diye bir etnik kimlik yok. Biz, Yahuda ve Samariyalı Araplarız” sözü yeni dönemin stratejik çerçevesini oluşturabilir. İsrail tarafında ve alttan alta da Körfez yönetimlerinde sıfır noktasına dönme planı elden ele, kulaktan kulağa geziyor: Gazze Mısır’a, Batı Şeria da Ürdün’e devredilebilir. Bu bölgelerdeki halklar da o ülkelerin vatandaşı olur. İsrail vatandaşı Araplar ise diğerleri gibi İsrailli olarak kalır.

Hameneî’nin “Direniş Ekseni” menkıbesinde trajik final

Hameneî rejimi Suriye dosyasında sıfır çekti. Bir Sipah (Devrim Muhafızları) komutanının canlı yayında itiraf ve ifşa ettiğine göre ta 2012’de, henüz IŞİD ortaya çıkmamışken, 2009’da İran’daki protestoculara kurşun sıkmış Kasım Süleymanî’nin Suriye’de de barışçı gösterileri güç kullanarak bastırma işine komuta etmesinden bu yana Suriye meselesinin İran’a malî, insanî ve diplomatik maliyeti çok ağır. Büyük başarısızlığın ardından İranlılar şimdi Suriye’de silahlı isyanı bastırmak için harcanan milyarlarca doları, “Harem muhafızları” adı altında ülkeye gönderilip hayatını kaybeden askerleri, İran’da mülteci olan Afganların, ailelerini sınırdışı etme tehdidiyle zorla savaşa gönderip ölmelerine neden olunmasını sorguluyor.

Esad yönetiminin iktidarda kalması için Hameneî’nin 2012-2018 arasında 5 milyar dolardan fazla para harcadığı söyleniyor. İran Parlamentosu’nun milli güvenlik komisyonu eski başkanı Haşmetullah Felahetpişe, Suriye’nin İran’a 30 milyar dolar borcu olduğunu açıkladı. Bu rakam, eski Şam yönetimi için harcanan miktarı gösteriyor olabilir ki petrol denizinde yüzen İran’da yoksulluk ve ekonomik zorluklarla hayat mücadelesi veren milyonlarca insanı çileden çıkartacak bir haber bu.

1979 devriminde Şah Pehlevî’nin İran’dan kaçarken yanında götürdüğü iddia edilen servetin çok üstünde para, “Direniş Ekseni”nin bütçesi ve Suriye’ye destek fonu bahanesiyle buharlaşmış durumda. Parlamento harcamanın hesabını soramıyor. Medyada konuyu gündeme getirmeye kalkanı casusluk, nizam düşmanlığı, İslam karşıtlığı vs. kokteyl suçlamalarla idam bile edebilirler. Büyük karartmada kimlerin cebine ne girdiği bilinmiyor. İran devriminden sonra Ağır Sanayi Bakanı olan reformcu siyasetçi, “ihtiyar gerilla” lakaplı Behzad Nebevî, milli servetin yüzde 60’ının Hameneî’ye doğrudan bağlı ve Parlamento’nun denetimi dışındaki kuruluşlar tarafından kullanıldığını açıkladı.

2022’de yayınlanan haberde İranlıların yıllık ortalama et tüketimi kişi başı 12 kilo iken Hameneî’nin ofisinden milyonlarca dolar gönderilen Gazze’de 97 kilo olduğunun ortaya çıkması infiale neden olmuştu. Yine Hameneî’nin “Afrika imamı”, rejimin medyasında sıklıkla ne büyük eziyetler yaşadığına dair haberler yayınlanan Nijeryalı Şeyh Zekzakî’nin Hameneî’yi ziyareti sırasında çekilen fotoğrafta karısının kolunda binlerce dolarlık saat olduğunu gören İranlılar, kendilerinin hakkı olan paraların “Direniş Ekseni” adı altında nerelere harcandığından şikayetle sosyal medyada ne çok beddua etmişti. Hamas’ın son lideri Sinvar’ın eşi de, yukarıda Gazze bombalanırken aşağıda tünelde operasyon bölgesinden uzaklaşmaya çalışırken kolunda 32 bin dolarlık Hermes Birkin çantayla görüntülenmişti.

Kasım Süleymanî’nin öldürülmesinden sonra ailesine yıllık bütçesi 200 milyon euro olan bir vakıf (Bonyad-i Mekteb-i Hac Kasım) kuruldu. Denetlenmeyen harcamalara Süleymanî ailesi dilediği gibi karar veriyor. Süleymanî’nin küçük kızı ABD’de piyasaya çıkar çıkmaz birkaç memur maaşının toplamına denk iPhone 13 Pro satın alıyor, oğlu babasının ölüm yıldönümünde anma törenine Under Armour şapka ve markalı giysilerle geliyor vs. Muhalifler, yoksulluğun artıp derinleştiği şartlarda Süleymanî ailesinin lükse ve Amerikan markalarına düşkünlüğünü utanmazca teşhir ettiğini söylüyor.

İranlıların hayat kalitesinden kısarak kaynak aktarılan “Direniş Ekseni”nin aktörleri, tahsis edilen paraları kişisel refahları için harcarken daha iyi bir eğitim, yüksek refah seviyesi, açıklık, demokrasi, özgürlük, insan haklarına riayet talep eden İranlılar hapislerde çürüyor ya da protesto gösterilerinde öldürülüyor.

Kasım Süleymanî, “Direniş Ekseni”ndeki örgütlere finansal desteği savunurken bunu yapmasalar bombaların Tehran’da patlayacağını söylerdi. Bu, bahsi geçen örgütlerin Tehran için anlam ve değerini yansıtıyor. Lejyondan ibarettiler yani. Suriye’ye savaşçı gönderilmezse teröristlerin Tehran’da eylem yapacağını söylemesine muhaliflerden tepki gelmesinden kısa süre sonra IŞİD militanları olduğu ileri sürülen birileri Meclis’e ellerini kollarını sallayarak saldırı düzenledi. Saldırı saatler sürdü ve 5 kişi hayatını kaybetti. Süleymanî’nin emrindeki troller sosyal medyada birbiri ardınca yüzlerce “işte gördünüz mü?” mesajları yayınladı. Bunun sahte bayrak operasyonu olduğu açıkça söylendi, çünkü fazlasıyla göstere göstere cereyan etti olay.

Süleymanî’nin maymuncuğu Kudüs Ordusu

“Direniş Ekseni”, Hameneî’nin menkıbesiydi. Zaman kazanmaya ve oyalamaya yönelik 1001 gece masalları bahsinden. Menkıbeyi sahada gerçek gösterme ödevi Kasım Süleymanî’ye verildi.

Süleymanî, memleketi Kirman’da üslenmiş askeri birlikte (Sârallah karargahı) Irak-İran savaşında birkaç operasyona katılmışlığı dışında ve Afganistan, Pakistan sınırında kaçakçılarla mücadeleden başka kayda değer bir askeri kariyeri yokken aniden Hameneî tarafından Sipah içinde oluşturulmuş Kudüs Gücü’nün komutanlığına getirilerek sınır ötesi operasyonların başına geçirildi.

Süleymanî Irak-İran savaşında düşük seviyede önemsiz bir askerdi. Katıldığı Velfecr 8, Kerbela 2, Beytulmukaddes gibi operasyonlarda savaş kahramanı Sipah komutanı Davud Kerimî ön cephede savaşıp kimyasal silaha maruz kalmışken tehlikeli bölgede bulunmuyordu. Davud Kerimî, reformcu komutandı. Humeynî’nin vekiliyken 1988’de cezaevlerinde siyasi tutukluların infaz edilmesi üzerine istifa eden Ayetullah Muntazırî’ye yönelik saldırı ve hakaretlere tepkisi nedeniyle hapse atıldı. Bazı Sipah komutanları bu yapılanı Sipah’da sinsice ilerleyen bir darbe olarak değerlendirmişti. Kerimî’yi kimyasal zehirlenmeyle ağır hastayken hapse atan ve cezaevinde işkence yapanlar Hameneî’nin taraftarlarıydı. Hameneî ise tutuklama sırasında suskundu, ama Kerimî vefat ettikten sonra ona yapılanlardan rahatsız olduğunu söyledi kendi medyasına.

Bütçesi devlet sırrı olan Kudüs Ordusu’na 3 milyar euro tahsis edildiğine ilişkin Parlamento’ya ait gizli belge sızdırıldı geçen yıl. Sık sık Süleymanî ile dostluğundan bahsetse de aralarının pek iyi olmadığı bilinen Kalibaf’ın Meclis başkanlığı sırasında. Kalibaf da eski bir Sipah komutanı ve cumhurbaşkanlığına aday da oldu. Kalibaf’ın, Süleymanî’nin ölümünden sonra onun hakkında konuşurken övgü dolu sözleri arasına sıkıştırdığı imalar dikkat çekici. “Savaş bittikten sonra ben Tehran’daydım, o Kirman’da kaldı” derken onu, Humeynî’nin ölümüne kadar taşrada yerel ve önemsiz bir asker olarak göstermesi, Hameneî’nin hatırlatılmasından hoşlanmadığı dönemi gibi. 1979’da devrim olurken ve 1980’de devrimin liderleri cumhuriyeti kurarken o hâlâ Meşhed’de yerel bir vaizdi. Ama rejimin aparatları, devrimin yıldönümü dolayısıyla hazırlanan televizyon kliplerinde kimseye yer vermiyor, sadece Hameneî ve Humeynî var.

Süleymanî’nin Kudüs Ordusu’nun başına getirilmesi sadece sınır aşan operasyonlar için değildi kuşkusuz. İç siyasette mühendislik ve vesayet tesisi için de görevlendirilmişti. Besiç Milisleri’ni muhaliflere karşı kullanmak da bu kapsamda. 1999’da reformcu Selam gazetesinin kapatılması üzerine üniversite öğrencileri protesto gösterilerine başladığında Besiç Milisleri’ni öğrencilere saldırtan Süleymanî idi. Cumhurbaşkanı Hatemî’ye muhtıra veren Sipah generallerinin bildirisini kendisinin hazırladığını övünerek anlatıyordu. Bildiride “Sayın Hatemî, sabrımız taşıyor” deniyor ve velayet-i fakihin (Hameneî) kırmızı çizgi olduğu ikaz ediliyordu.

Süleymanî’nin Sarallah karargahı 2009’daki hileli cumhurbaşkanlığı seçimlerinden sonra da protestoculara saldırdı. Suriye’de öldürülen general Hemedanî, protestoları bastırmak için âdi suçlulardan tugay oluşturduklarıyla övünüyordu. Hileli seçimde cumhurbaşkanı seçtirilen Ahmedinejad, gözden düşünce, bu yöntemin 2009’daki protestolarda kullanıldığını, protestoculara müdahale için bu ayak takımının ortalığı yakıp yıktığını ifşa etti.

Ansızın görevden alınan ve etkisiz bir pozisyona getirilen Devrim Muhafızları’nın eski komutanı Aziz Caferî’nin, Süleymanî’ye zimmetli Sârallah tugayının 2009’daki protesto gösterilerini bastırmada etkili rol oynadığını duyuran tweeti Tehran’da panik yarattı. Övgü gibi yazılmış ifşa mesajını Caferî inkar etmediği halde başkaları hesabın ona ait olmadığını öne sürdü. Caferî bu konuda hiçbir açıklama yapmadı. Tweet de yerinde duruyor.

Bir başka ilginç itiraf, İran’da muhaliflere saldırılar düzenlemesiyle tanınan, Kudüs Ordusu’na bağlı milis grubu Ensar-ı Hizbullah’ın başı Hüseyin Allahkerim’den geldi. Kudüs Ordusu’nun eğitip yönettiği savaşçıların Kızılay görevlisi gibi görünerek Bosna savaşında gizli faaliyet yürüttüklerini anlatan Allahkerim, 2019’da verdiği röportajda Bosna’da el-Kaide ile yakın temasta olduklarını itiraf etti. Oysa Tehran, el-Kaide ile ilişkiyi reddediyordu. Allahkerim “Kaideciler bizim stilimizi benimsemişti. Baş bantları ve bayraklardan tabur isimlerine kadar” diyordu. Allahkerim’in Kudüs Ordusu’nun el-Kaide ile ilişkisini itiraf etmesi, o sırada İran’ın demokratikleşmesine de katkısı olacak nükleer müzakerelerde mesafe almış Ruhanî hükümetine sabotaj içindi kuşkusuz. Bu manevranın arkasında Hameneî’nin olduğu biliniyor.

Direniş Ekseni”nin kelebek ömrü

“Direniş Ekseni”nin iletişim ofisi, Hamas’ın 7 Ekim 2023 saldırısını İsrail’in haritadan silineceği nihai akıbetin başlangıcı göstermekte acele ettiğini kısa sürede anladı. Saldırının bir yılı dolmadan Hamas’ın sıralı liderleri öldürüldü, ulaşılmaz sanılan Hizbullah’ın tüm üst düzey yöneticileri, hatta Nasrallah’tan sonra yerine geçenler saatler içinde öldürüldü, İran’a tatbikat havasındaki İsrail saldırısı Tehran’ı da ulusal sınırlarına çekilmek zorunda bıraktı.

Hameneî, Sinvar’ın ölümünün “Direniş Ekseni”ni durdurmayacağını söylüyordu ama İsmail Heniye’nin cenaze namazını kıldırmak için halkın arasına çıkmak zorunda kaldığında tam namaza başlarken endişeli bakışlarla gökyüzünü kolladığı tedirginliği sosyal medyada viral oldu. Taraftarların, “Namaza başlayacakken üniversitede yapılan tadilat dikkatini çekti, ona baktı” demesi ikna edici gelmedi kimseye.

İsrail’in 7 Ekim saldırısına kısa sürede verdiği yıkıcı cevaba bakılırsa Hameneî’nin tedirgin olmasında şaşıracak bir durum yok. Netanyahu, Heniye’yi Tehran’da ve Nasrallah’ı Beyrut Dahiya’da öldürmenin ardından Sinvar’ı da Gazze Refah’ta öldürdü.

Sinvar tanınmamak için yüzünü kapatmıştı ama İsrail İHA’sı onu tespit etti. Son gücüyle eline geçirdiği cismi fırlatması sosyal medyada onun son nefesine kadar savaşan bir kahraman olduğuna delil kullanıldı. Bazı kullanıcılar İsraillilerin bu görüntüleri yayınlamakla büyük hata yaptığını yazdı. Fakat İsraillilerin yaptığı maliyet hesabında, bu görüntülerden epik öykü çıkarılmasının Sinvar’ın yapayalnız öldüğü gerçeğinden fazla olmadığı sonucu olduğunu idrak edemediler.

Hamas “Direniş Ekseni”nin zayıf halkasıydı. Tünellerle Mısır’a bağlanan Philadelphia Koridoru’ndan başka lojistik imkanı olmayan örgüt. Netanyahu orayı ele geçirdiğinde Kassam falan kalmadı.

Sinvar’ın tek başına ölmesi ve Nasrallah’ın naaşının enkazdan üç gün sonra çıkarılabilmesi “Direniş Ekseni”ne sempatizanların moral ve duygu dünyasında derin bir krater açmış görünüyor. Üstelik Nasrallah’ın bedeninin bulunduğu da kesin değil. Açıklamayı yapan Hizbullahçılar çünkü. Elde kanıt sayılabilecek hiçbir şey yok. Cenazenin yıkanıp geçici olarak bilinmeyen bir yere defnedildiğini söylediler. Cenaze töreni de yapılmadı. Onun ardından seçilenlerin de İsrail tarafından öldürülmesinden sonra Naim Kasım, önce Hizbullah’ın lidersiz yoluna devam edeceğini açıkladı. Hatta koşulsuz ateşkesi kabul etmeye hazır olduklarını söyleyip Hizbullahçıların Litani Nehri’nin kuzeyine çekildiğini duyurdu.

Tehran’ın baskısıyla olsa gerek Naim Kasım zoraki de olsa Hizbullah’ın başına geçmeye razı oldu. Ama Lübnan’da oturmama şartıyla. Tehran’da gizlilik içinde yaşıyor ve açıklamalarını orada yapıyor. Heniye tecrübesinden sonra Tehran’ın da güvenli olmadığını biliyor. Hizbullah artık Lübnanlı değil ve gövdesi olmayan bir örgüt. Lübnan Başbakanı Necip Mikati, Eylül 2024’ün ortasından beri Hizbullah’la temasın koptuğunu söylemişti.

Nasrallah ve tüm üst komuta kademesi öldürülmesine rağmen Hizbullah’ın İsrail’i perişan ettiği propagandası yapıldığı sırada İsrail ordusunun Beyrut’ta Hizbullah’ın hassas binasını çevreye taşmadan olduğu yere çökerten ince operasyonu canlı yayında izleniyordu. Ardından Hizbullah Lübnan’ın güneyinden tamamen çıkarıldıktan sonra Hameneî’nin “Direniş Ekseni” ofisinden gönderilen yüzlerce ağır silah İsrail’in eline geçti.

İran’dan füze tedarikinde zincir kırıldığında Hizbullah’ın felç olduğunu bütün dünya izledi. Seneler önce Hizbullah’ın yayınladığı fotoğraflara dayanarak örgütün İran füzelerine ihtiyacı olmadığını, yeraltı atölyelerinde füze ürettiğini yazmıştım. PR faaliyetine kandığıma yanarım.

Lübnanlı Şiîlerin efsane lideri İmam Musa Sadr, İsrail’le savaşı Lübnan’a getirmemek için Yaser Arafat’ın İsrail’e karşı eylemlerde Lübnan’ı kullanmasına karşıydı. Bu yüzden araları hiç iyi değildi. Sadr, İsrail sınırındaki Şiîleri korumak istiyor, Lübnan’ı da bütün halinde tutmaya çalışıyordu. Fadlullah bu stratejik geleneğin güçlü âlimiydi. Hameneî’nin Hizbullah’ı lejyona dönüştürmesine kesinlikle karşıydı. Bu yüzden Tehran’da protokolden çıkarıldı ve yıllarca toplantılara davet edilmedi. Nasrallah’ın Hizbullah liderliğine getirilmesinden sonra Fadlullah pasifize edilmesine rağmen uyarılarını yapmaya devam etti. Ama dinlemediler ve sonunda Hizbullah, İsrail’in bombalarıyla enkaz altında tarih oldu.

Nasrallah, İmam Musa Sadr’ın kimlik kazandırdığı Şiî toplumundan %12’yi kopararak Hameneî’nin lejyonuna dönüştürdü. Ne zaman içerden eleştiri yükselse “Maaşınızı İran ödüyor” diyordu. Mehsa Emini gözaltında hayatını kaybettiğinde darp sonucu beyin kanamasından öldüğüne inanan milyonlar protesto için üç ay boyunca sokaklarda canı pahasına gösterilere katılırken ve 300’ün üzerinde insan Devrim Muhafızları, Besiçler ve polisin kurşunlarıyla can verirken halkı “dış güçlerin kışkırtmasıyla karışıklık çıkaranlar” şeklinde suçlamıştı. Hizbullah’ın televizyonu el-Menar’da da Mehsa için “İran’ı zor durumda bırakmak için intihar etmiş terörist” dendi. İranlılar Nasrallah adı geçtiğinde bunları hatırlıyor ve Hizbullah’ı pek iyi anmıyorlar. Böyle düşünen İranlıların sayısını, Hameneî’nin hiçbir kısıtlaması olmayan serbest seçimler yapamamasından çıkarmak mümkün.

Yemenli Husîlere gelince, onları “Direniş Ekseni”nin gücü saymak fazla hayalci olur. Kudüs Gücü’nün füze rampasından başka bir şey değiller. Tel Aviv’e fırlattıkları son füzenin ardından karargah ve bağlantılı mekanlar vurulduğunda sessizliğe gömüldüler.

Hameneî’nin “Direniş Ekseni” menkıbesi yahut binbir gece masalları sona erdi. Ama o hâlâ çaresizce “dimdik ayaktayız” mesajları vermeye çalışıyor. Gerçekten böyle olduğuna inanıyordur da. Çünkü epeyce bozulan fiziksel sağlığı kadar mental sağlığı da tartışılıyor şu sıralar. Mesela Süleymanî’nin ailesini kabulünde bir anısını anlatırken söyledikleri taraftarlarında bile şaşkınlık yarattı:

“Yirmi dört sene önceydi. Sipah’tan çocuklarla şu avluda oturmuştuk. Yirmi civarında komutan vardı. Namaz kıldık. Ben basamağa oturdum. Etkileyici bir konuşma yaptım. Daha önce aklımda yoktu. Allah konuşuyordu adeta. Konuşan bendim ama sözler Allah’ındı. Çok acayip bir toplantıydı, çok etkili oldu.”

Psikiyatristler muhtemelen “mesiyanik kompleks” diyecektir. Fakat bir şey yapmaya gücü yetmeyen türden. Cumhurbaşkanı’nı şah döneminden kalma, bakımı bile doğru düzgün yapılmamış helikopterle Azerbeycan’dan İran’a getirirken ölümüne neden olan Hameneî rejiminin gücü ile, çağrı cihazlarını patlatarak Hizbullah savaşçılarından 3 binini tek mesajla iş görmez hale getiren İsrail’in gücünü kıyaslamak lazım.

Kocası Irak-İran savaşında hayatını kaybeden siyasi aktivist Fatıma Sipehrî’nin bürokratlara ve güvenlik sektörüne seslenişi, Esad’ın devrilmesi nedeniyle sosyal medyada tekrar viral oldu. Ciddi sağlık sorunları olduğu halde cezaevinde tutulan Sipehrî, videoda, “İslam Cumhuriyeti gidici, Hameneî’nin akıbeti tıpkı Kaddafi ve Saddam gibi olacak. Yolunuzu ayırın” diyordu. Sipehrî, kardeşi ile birlikte Hameneî’yi istifaya çağıran 14 imzalı bildirinin imzacılarından. Bildiride imzası olanların hepsi tutuklandı. Avukat tutmalarına izin verilmeyen imzacılara toplam 72 yıl hapis, 6 yıl sürgün, 6 yıl her türlü faaliyetten men cezası verildi.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.