Gökhan Bacık yazdı | Küresel bir sorun: Üreyememek

TÜİK sayfasında şöyle yazıyor: “Toplam doğurganlık hızı, 2001 yılında 2,38 çocuk iken 2023 yılında 1,51 çocuk olarak gerçekleşti. Yani, bir kadının doğurgan olduğu dönem boyunca doğurabileceği ortalama çocuk sayısı 2023 yılında 1,51 oldu. Bu durum, doğurganlığın nüfusun yenilenme düzeyi olan 2,10’un altında kaldığını gösterdi.”

Türkiye ihtiyarlıyor, nüfus matematiksel olarak kendini koruyamıyor. Türkiye’nin durumu, doğurganlık oranının 1.69 olduğu Çek Cumhuriyeti gibi Avrupa ülkelerinin gerisinde. Ancak sorun küresel. Pek çok ülkede üreme problemi var. Modern öncesi dönemde bir kadın 4.5 ila 7 kadar çocuk doğurmaktaydı. Bu oran gittikçe düşüyor. 2022 yılında küresel nüfus yenilenme düzeyi 2.3 çocuğa kadar düştü ki bu sayı pek çok kalkınmış ülkede ancak 1.5 civarında.

Nüfusun azalması tabii nüfusun içinde ihtiyar kesimin artması demek. Bunun ise karmaşık siyasal ve ekonomik sonuçları var. Örneğin, ihtiyarların sayısı arttıkça sağlık harcamalarının payı artıyor. Daha çok hastane yapılması gerekiyor. Doktorluğu garanti iş gören zeki öğrenciler doktorluğa ilgi duymaya başlıyor. Zamanla toplumun zeki öğrencilerinin çoğu tıp alanına yönelmiş oluyor. Böyle bir demografik akışın ise türlü mahzurları var. Öte yandan sayıları artan ihtiyar yurttaşlar, emekli oluyor ve politikaya bakış açılarını sadece emekli maaşlarına yapılacak zamlar belirliyor. 76 yaşındaki bir emekli yurttaş için çevre sorunları yahut alt yapı yatırımları gibi konular önemsiz hale geliyor. Her ülkede oluşan bu “emekli lobileri” küresel olarak popülist siyasetin doğal seçmeni haline dönüşmüş vaziyette.

Burada bilimsel gelişmeleri de hatırlamak gerekiyor. Bilimsel gelişmelere bağlı olarak insan yaşam süresi uzuyor. ABD hükümeti tarafından yapılan hesaplamalara göre “her 10 yılda bir yaşam beklentisinin bir yıl artacağı ve önümüzdeki on yılların her birinde yaşam beklentisinin yaklaşık yarım yıl artacağını tahmin ediliyor.” İngiltere hükümetinin istatistiklerine göre 1841 yılında doğan bir kızın 43. doğum gününü kutlaması beklenmezdi. Halbuki 2011 yılında doğan bir kız bebeğinin 82.8 yaşına kadar yaşaması bekleniyor.

Peki özellikle gelişmekte ve gelişmiş olan ülkelerde insanlar neden artık daha az ürüyor? Bu elbette uzmanlık isteyen özel bir konu. O nedenle konuyu farklı açılardan ele alan Maxwell Douglas Hartt, Darrell Bricker, John Ibbitson, Gert-Jan Hospers, Nol Reverda,  S. Philip Morgan ve Rosalind Berkowitz King gibi isimlerin çalışmalarına bakarak çeşitli noktaların altını çizebiliriz.

İlk olarak nüfusu azalan toplumlar “ailecilik” teorisine yönelir. Buna göre aile korunursa nüfus artışı istenilen düzeye geri gelecektir. Bu yaklaşımın temel sıkıntısı, aile denen kurumun tarih boyunca standart olmadığıdır. Örneğin, 14. yüzyılda dört eşi beş cariyesi olup değişik ilişkiler ve evliliklerden olan 16 çocuğu olan bir kişinin ailesi nedir? Bu aile üyeleri bir kere aynı sofra etrafında toplanmış mıdır? Aile dönemlere göre değişir. 2025 yılının ailesi, post-mekânsaldır çünkü artık evin duvarlarının koruyamadığı bir sanal alem aileyi genişletmiştir. Kısacası, tarihte ne ideolojik ne dinsel olarak bir ideal aile kavramını bulmak mümkün.

Burada – yine yukarıda sıralanan bilim insanlarını takip edersek– temel sorun şu olarak görünüyor: İnsanların bir biyolojik bir de insani boyutu var. İnsani boyut, sürekli yenilenen ve kurgulanan bir şey. Ne var ki, sürekli yenilenen ve tekrar kurgulanan insani boyutumuz, biyolojik (yani hayvansal) boyutumuz ile bazen uyuşmuyor. Sıkıntı buradan doğuyor çünkü üremek esas olarak biyolojik/hayvansal tarafımızın alanına giren bir işlev. Ancak insanın biyolojik/hayvansal bir işlevi olan üreme ne kadar rasyonalize edilirse çocuk sahibi olmak (‘yapmak’) o kadar azalıyor. Dolayısıyla, insanlara üreme konusunda rasyonel argümanlarla yaklaşmak sorunu sadece karmaşık hale getiriyor.

Üremenin rasyonalize edilmesi, kişilerin “acaba bu çocuğu iyi okutur muyuz” yahut “ideal çocuk nasıl yetiştirilir” gibi sorular sorarak konuya bakmasıdır. Fakir bir ailenin “çocuğa okul parası bulur muyuz” ile zengin bir ailenin “çocuğu ideal olarak nasıl okuturuz” şeklinde olayı rasyonelleştirmesi özünde aynı bir davranıştır ve her ikisi de üremeye ilgiyi azaltır. Halbuki böyle bir rasyonelleştirmeye girmeyen kişiler, iç savaş ortamında bile bebek yapabilir. Yani ekonomik ve siyasi endişe olmayan iyi eğitim almış ve zengin kişiler de üremeyi rasyonalize edip az çocuk yapabilmektedir. Nitekim, üremeye biyolojik ilginin azaldığı Almanya gibi ülkelerde rasyonel yollarla çocuk yapmayı teşvik etmek için önerilen bin bir türlü teklifler (çocuk yardımı, vergi indirimi vb.) işe yaramamakta. Bundan yüz yıl önce bir kadın tarlada çalışırken doğurabilirdi. Bugün modern bir kadının doğurması karmaşık ve içinde türlü felsefi endişeler barındıran bir süreçtir ve bu haliyle son derece rasyonalize edilmiştir.

Bu tartışma bize ne söylüyor? “Aileyi güçlendirelim” gibi sloganlar her zaman işe yaramayabilir. Elimizde iki ve üç kere boşanmış ve her bir evlilikten çocuk edindiği için doğurganlık oranını arttıran kadınlara ait veriler de var. Literatür, esas şunun altını çiziyor: Üreme konusunda geniş kitlelerin bakışını biyolojik tarafa doğru itmek gerekiyor. Peki, ne yapmalıyız ki insanlar üreme konusunu daha az rasyonalize etsinler? Bu soruya cevap vermek kolay değil. Ancak bazı zihin egzersizleri yapmak mümkün. Örneğin, köylerin lağvedilmesi ile şehirlerin etrafında toplanan yeni kentliler, anne ve babalarından farklılaşarak endişeli hale gelmişler ve çocuk yapma konusunda çekinmeye başlamışlardır. Burada köylerin ve kasabaların korunması bir strateji olabilir. Kentli ortamda fakirler de zenginler de üremeyi rasyonalize ettikleri için böyle bir rasyonelleşmeye karşı daha az duyarlı geleneksel alanların korunması işe yarayabilir.

Başka bir strateji, anne baba olmanın ne kadar zor ve önemli olduğuna dair düşünceleri abartmayı bırakmaktır. Türkiye’de okulda yahut camide idealize edilen annelik ve babalık, genç insanları korkutur. Yine zaman zaman popüler olan “evlilik okulu” yahut “annelik okulu” gibi lüzumsuz icatlar, insanların çocuk sahibi olmayı aşırı rasyonalize etmelerine yol açar. Halbuki idealize edilen insanların da sorunları olmuştur. Nitekim Halife Ebu Bekir de Cumhurbaşkanı Atatürk de boşanmıştır. Kur’an da hikâyesi anlatılan peygamberlerin çoğunun eşleriyle ve çocukları ile ciddi sorunları vardır. Bazen idealize etmek değil sıradanlaştırmak işe yarar. Unutmamak gerekir ki ideal hep daha az demektir.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.