12 Eylül 1980 darbesi öncesinde Dev-Genç başkanlığı yapan Celalettin Can, 78 kuşağının öncü isimlerinden. Devrimci Yol-Devrimci Sol ayrışmasında tercihini Devrimci Sol’dan yana kullanan Can, 12 Eylül’de cezaevine girdi. Neredeyse 20 yıl hapis yatan Can kendi kuşağının haklarını savunmak üzere 78’liler Vakfı’nı kurdu. 1987’ye kadar işlenmiş suçlar nedeniyle kamu hakları kısıtlanmış kişilere, haklarının geri verilmesi için hazırlanan yasa teklifinin TBMM Adalet Komisyonu’nda kabul edilmesini sağladı. 2004 yılında Hak-İŞ Genel Başkanı Salim Uslu ve AKP milletvekili Eyüp Fatsa ile yürüttükleri ortak çalışma sonucu 78’lilerin kamu yasakları ve vatandaşlık hakları meclis kararıyla iade edildi. Halen 78’liler Vakfı başkanlığını ve sözcülüğünü yürüten Celalettin Can, “78’liler Sorguluyor” ve “Merhaba Başkaldırı” isimli iki kitap yazdı. 2013’te 63 kişilik Akil İnsanlar heyetinin İç Anadolu Bölgesi grubunda görev alan Celalettin Can, Göksel Göksu’nun yeni süreç ile ilgili sorularını cevapladı.
“Yeni süreç ‘barış ve çözüm’ süreci olarak ortaya çıkmadı”
- 2013’te MHP, AKP’nin başlattığı çözüm süreci için “ihanet” nitelemesi yapıyordu. Bugün sürecin kapısını bizzat MHP lideri Devlet Bahçeli araladı. Süreçten beklentiniz nedir?
Celalettin Can- Her süreçten olduğu gibi bu süreçten de beklentimiz olmalı. Öncelikle ifade etmeli ki bu süreç barış ve çözüm süreci olarak ortaya çıkmadı. Çıkmadı ama hala da böyle bir sürece dönüşmüş değil. Bir süredir Ortadoğu adeta yangın yeri. On binlerce ve on binlerce insan kıyıma uğradı. Denebilir ki kan gövdeyi götürdü. Ortadoğu’da “Alan Temizliği” de denilen bir insan temizliği yapıldı. Bu durmalı, buna bir son verilmeli… Oldu bitti ile de geçiştirilemez… Açılan yaraları adalet duygusuyla sarmalı… Derinliği ve yaygınlığı olan yüzleşme süreçleri oluşturma ile başlamalı… Derinliği ve yaygınlığı olan yüzleşme süreçleri oluşturmalı. İnsanlık buna seyirci kalamaz…
“Erdoğan’ın daha az konuşması süreci Bahçeli ile beraber tasarlamadıkları anlamına gelmiyor”
- Bahçeli ön safta görünüyor olsa da, 2024 Ekim’de başlayan sürecin oyun kurucusu Cumhurbaşkanı Erdoğan. Sizce Erdoğan sürece dair neden daha az konuşuyor?
Celalettin Can- Sayın Erdoğan’ın doğrudan muhatap olmaması, az konuşması, onun ‘yaşandı’ farz edilen süreçle ilgili olmadığı, hatta artık ne yapmak istiyorlarsa Devlet Bahçeli ile beraber tasarlamadıkları, ortaklaşmadıkları anlamına gelmiyor.
Kanımca gerçekten topluma yeni bir yön verecek, toplumu geleceğe bir biçimde hazırlayacak bir tasarım, bir toplumsal plan çerçevesinde hazırlık içinde olmadıklarını düşünüyorum. Dolayısıyla Erdoğan sonuçları itibariyle belirsizlik taşıyan bir çalışma, bir şeylere hazırlık görüntüsü ardında yıpranmak istemediğinden, Sayın Bahçeli’yi ön plana çıkarmayı tercih ediyor olabilir…
Öte yandan bilmiyor olabiliriz, gerçekten bir tasarım, bir planlama içindelerse hiç şüphemiz olmasın kendi tayin ettiği zamanda Erdoğan öne de çıkar, her şeyi eline de alır, yürür gider…
Yaşandığı farz edilen şeye gelince… Devletle ilgili olsun, devleti yönetenler olarak kendi açılarından olsun, kanımca asıl sorunların güvenlik ve Suriye’yi kazanmak olduğu kanısındayım…
İsrail’in ABD’nin güdümünde Ortadoğu da alan temizliği bir biçimde sürüyor. Sadece İran-Suriye-Irak’a dönük Şii kuşağın tasfiyesi de değil mesele… Şayet bu tasfiye sonuç verirse bir bakıma İran’dan doğru Rojhilat, Suriye’den doğru Kobani ve Türkiye’nin bir şekilde Kürt çevrelemesi ile karşı karşıya gelme yönünde kaygıları ağır basıyor… Sayın Öcalan ile yan yana gelmelerini başka türlü açıklamak zor…
Celalettin Can: “Maşeri vicdan ‘gel gel’ diyor”
- 2013 yılında çözüm sürecinin temel amacı silahların bırakılması, barış ortamı ve toplumsal bütünleşmenin sağlanmasıydı. Bugün de hedef aynı ancak koşullar çok değişti. 2013 ile kıyasladığınızda o zaman mı daha iyimserdiniz bugün mü?
Celalettin Can- Öcalan 2013-2015’te barış ve çözüm sürecine nasıl yaklaştıysa nüanslar bu sürece de öyle yaklaşmadığını gösteriyor…
Öcalan bu sürece sınırlarını zorlayıcı düzeyde politik yaklaşıyor. Kanımca meselenin ne olup olmadığı konusunda temel bir görüşleri var ama Cumhur iktidarının zayıflıklarını ve ülkenin sıkışmışlığını kullanma siyaseti yerine, kendilerine karşı nasıl bir siyaset geliştirmek istediklerini de gören bir noktadan, retçi, açık tavırlı değil de, esnek-denge politikası izleyerek süreci dönüştürmeye, dönüştürürken de kendi siyasi-toplumsal yapısını yenilenme perspektifiyle inşa etmenin ve korumanın koşulları üzerinde düşünüyor gibi…
Denebilir ki Öcalan’a fazla volontarizm yüklemiş olmuyor musun? Bildiğim kadarıyla Öcalan’a az… Sıkça 2013 çözüm ve barış süreci ile adını bilemediğim yeni süreci kıyaslamam isteniyor. Kanımca ikisi farklı süreçler, farklı şeyleri kıyaslamamalı. Ama çalışmak için hangisini seçerdin diye sorulsa ben 2013-15 Barış ve çözüm sürecini seçerdim.
Medyascope'un günlük e-bülteni
Andaç'a abone olun
Editörlerimizin derlediği öngörüler, analizler, Türkiye’yi ve dünyayı şekillendiren haberler, Medyascope’un e-bülteni Andaç‘la her gün mail kutunuzda.
Çünkü hala 2013’teki barış ve çözüm süreciyle yüzleşme olmadı. Hata ve zaaflar tek taraflı değildi. Üstelik hata ve zaaflarla yüzleşme, maşeri vicdana kaldı. Maşeri vicdan “gel gel” diyor…
Celalettin Can: “Ahmet Türk, Pervin Buldan, Sırrı Süreyya’dan oluşan üçlü heyet DEM Parti’nin değil Öcalan’ın heyeti”
- 2013-2015 yıllarında hükümetin tutumu taviz olarak nitelendi ve bu tavizin ne karşılığında verildiği sorgulandı. Bugün değişen nedir?
Celalettin Can- MHP ve genel olarak barış ve çözüm sürecine karşı olan sağ partiler ve grupların, 2013-15 çözüm sürecine dönük algısı Erdoğan’ın “taviz verdiği” yönünde. Ama aksine Erdoğan’ın taviz verdiği doğru değil… Sürecin başından sonuna kadar taviz vermedi. Aksine Erdoğan çözüm sürecini sürdürülebilseydi, Dolmabahçe Mutabakatı ile ilgili “Haberim yoktu” diyeceğine sahip çıkabilseydi, Türkiye bugünün geri noktalarına çakılıp kalmaz, Türkiye toplumu bugün ekonomik, siyasi, ulusal ve bölgesel çerçevede çok daha ileri noktalarda olurdu. Kendisi de farklı noktalarda olurdu. Emsal olsun, en azından başkanlığı tartışılmazdı.
Bu bağlamda durum çok açık olduğu halde, “Erdoğan’ın taviz verdiği” fikri peşinen kabul ediliyor, üstelik “tavizin ne karşılığı verildiği” soruluyor. Böyle düşünenlere sormalı, “gerçekten ne karşılığında taviz verildi?”…
Anadil hakkı mı tanındı? Hasta tutuklu ve hükümlüler mi serbest bırakıldı? Tutuklu ve hükümlülere genel af mı getirildi? Daha fazla baraj, kalekol, karakol, cezaevleri yapılmasının önüne mi geçildi? Öcalan’ın özgür bırakılmamasını geçelim, koşulları mı insanileştirdi? Daha uygun koşullarda ev hapsi vb. rahatlatıcı olanaklar mı tanındı?
Yeri gelmişken şunu da söyleyeyim: “Yapılan görüşmelerde kimsenin muhatap alınmadığına dair bir algı oluşturuluyor” deniyor. Peki Ahmet Türk, Pervin Buldan, Sırrı Süreyya’dan oluşan görüşme grubunu yönlendiren de Öcalan olduğuna göre bu algı, bu iddia boşluğa düşmüş olmuyor mu?
Hemen şunu da ekleyelim ki bu üçlü en azından biçim olarak DEM Parti heyeti değil, Öcalan heyetidir. Ayrıca sürecin yeni başlamadığı, Öcalan-Devlet görüşmelerinin bir süredir devam ettiği anlaşılıyor. Hemen belirtelim ki Öcalan’a karşı devleti Bahçeli’nin temsil ettiği de ortada.
Kısacası Hükümet ve devlet tarafından muhatap alınma durumu var, ama “oldu bitti”… Her şey iyi güzel gidiyor ama bu öyle gittiği ya da gideceği anlamına da gelmiyor.
“Erdoğan’ın yeniden Cumhurbaşkanı seçilmek için DEM Parti’nin desteğini istemesi başka, partinin buna nasıl yaklaşacağı başka bir şey”
- Süreci 2028’de yapılacak cumhurbaşkanlığı seçimleriyle ilişkilendirenler var. Asıl hedefin bu sayede DEM Parti’nin desteğini alarak muhalefeti küçük parçalara bölmek olduğu yorumları yapılıyor. Katılıyor musunuz?
Celalettin Can- Öncelikle devlet Öcalan müzakere süreci içinde mi bilmiyorum. Tamam, görüştükleri anlaşılıyor, ama bu görüşmenin Kürt meselesinin barış ve çözüm süreci bağlamında müzakereye dönüştürülüp dönüştürülmediğinde emin değilim. En azından elimizde bunu test edecek bilgi yok.
Erdoğan’ın bu süreçten yeniden cumhurbaşkanı seçilme, Anayasa değişikliği için bazı demokratik açılımlar karşılığında, DEM Parti’nin desteğini istemesi anormal karşılanıyor. Aksine normaldir. Ve bu başka bir şey, DEM Parti’nin buna nasıl yaklaşacağı başka bir şey.
Celalettin Can: “Öcalan’ın Meclis’te konuşmasını Bahçeli’den başka kim isteyebilirdi?”
- 2013 -2015 sürecinde akil heyet Anadolu’da en çok MHP’lilerin başını çektiği milliyetçi kesimle ulusalcıların tepkisiyle karşılaşmıştı. Bugün ise sürecin başını çeken MHP. Bu tablo mevcut süreci daha avantajlı kılıyor mu?
Celalettin Can- Evet, MHP’nin adını koyamadığımız bu sürecin içinde olmasının dezavantajlarının yanı sıra – çözüm arayışı varsa – avantajları da var.
MHP devlet reflekslerine sahip bir parti. Neticede devlet partisi. Tarihin bu döneminde asgari ölçülerde de olsa haklar ve özgürlükler tanınarak savaşı bitirme tutumu içine girerse, devletin temel güçleri tarafından yanlış anlaşılmaz, isterse şayet demokratik dönüşme pekala katkı sunabilir.
Emsal olsun, Öcalan’ın Meclis’te konuşmasını Bahçeli’den başka kim, hangi parti isteyebilirdi?
Dezavantajlarına gelince…
Öcalan MHP’yi de aşan tarzda talepler gündeme getirirse en sert tavrı yine MHP gösterir. MHP bugünden yarına tavır değiştirebilir. Önde Bahçeli görünüyor ama MHP’yi sadece Bahçeli’nin yönettiğini düşünmek eksik düşünmektir… MHP-Devlet sisteminin iç içe ilişkisini bilmemektir…
Öte yandan bana kalırsa MHP’yi bu noktaya zorunluluklar getirdi. MHP ile zorunlu olarak ilişki kuruldu. Sonuç olarak, tek başına Bahçeli’ye ya da görünen yöneticilere güvenerek ilişki geliştirmek yanılgıdır. İlişkide güven problemi olacağının MHP misyonunun bir gereği olduğunu hep akılda tutmak gerekir.
- Süreç başarıya ulaşır mı ve sürecin sonunda PKK silah bırakır mı?
Celalettin Can- Şu ana kadar sürecin kötüye gittiğine dair bir eğilim görünmüyor. Anlaşılan Kobani kendini koruyacak ve korunacak. Asıl mesele Kuzey Irak sınır ötelerinde düğümleniyor. Kanaatime göre Kobani güvenceye alınır, Türkiye de kabul edilebilir hak ve özgürlüklere kavuşursa, PKK Türkiye’de silah kullanmayacağı gibi silahlı güçlerini Kuzey Irak sınırında kendi güvenceli alanlarına çekebilir.
Ama güvenliği açısından, olası saldırılara karşı alanlarını ve kendini korumayı ihmal etmez.
- “Akil İnsanlar anlatıyor” serimizin diğer röportajlarını bu linkten okuyabilirsiniz.