Türkiye’de insan ne kadar kıymetli, halk ne kadar egemen? Askerlik yapması, vergi vermesi ve edilgen olması dışında yurttaşın devlet katında, hayatın ölüm karşısında ne değeri var. Öyle ya nasıl başlıyordu Ankara’nın meşhur valisinin meşhur tiradı: “Ulan öküz Anadolulu! Sizin milliyetçilikle, komünizm ile ne işiniz var? Milliyetçilik lâzımsa bunu biz yaparız. Komünizm gerekirse onu da biz getiririz. Sizin iki vazifeniz var: Birincisi, çiftçilik yapıp mahsul yetiştirmek. İkincisi, askere çağırdığımızda askere gelmek”.
Mahkemelerde kürsünün arkasında “Adalet mülkün temelidir”, TBMM’de ise “Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir” yazar. Bu cümleler dünyanın en büyük iki yalanıdır bu topraklarda. Ve elbet halk da bilir yalan olduklarını. Bilir bilmesine de kimi kime şikâyet edecek, işte orasını bilmez, bilemez; kara kara düşünür.
“AKP finale doğru gidiyor”
Tanzimat, Meşrutiyet ve Cumhuriyet dönemleri birbirlerinin devamı, aynı zincirin halkalarıdır ve her biri kendinden önce geleni tahkim amaçlı icra edilmiştir. Cumhuriyet döneminde 1925 ile başlayan inkılaplar 1839, 1856 ve 1908’in güncellenerek güçlendirilmesinden başka bir şey değildir. Ki zaten paradigma devamında da 1925’i 1982’de reforme etmiş, 1982’yi de 2017’de revize etmiştir.
Bu tarihi süreçlerin her biri merkezi iktidarı güçlendirmek için atılmış adımlardan ibarettir. Gaye milleti değil devleti, daha doğrusu devlete hâkim olan merkezi (ehli örf sınıfı, yani parazit bir bürokrasi ve onun emrindeki asalak burjuvazi) güçlendirmektir. Bu düzen zulüm, yağma ve talana dayalıdır; devlet zaman zaman büyür ama millet her daim küçülür. Türkiye’de değişimlerin ilerleme, büyümelerin kalkınma getirmemesi bundandır. Zira millete güvenen, milletin rızasını arayan ve milletin hakkını gözeten süreçler değildir bunlar.
Ve tüm eksikliklerine rağmen 1950’de Menderes, 1965’de Demirel,1974’de Ecevit, 1983’de Özal ve 2002’de Erdoğan merkeze karşı yürüyüşte periferilerin yani halkın iradesi olmuşlar ama bu iradeyi taşıyamamışlardır. 2002-2010 arası AK Parti iktidarı ise halkın iradesini merkeze taşıma mücadelesinin nirvanasıdır. Hatta o dönem itibariyla AK Parti hareketine Anadolu ihtilali bile diyebiliriz. Lakin merkezle çatışarak büyüyen AK Parti nihayetinde onu aşamayarak; onunla uzlaşarak, ona benzeyerek ve onunla bütünleşerek küçülüyor ve finale doğru gidiyor. Anadolu ihtilali bizatihi başı tarafından, sırf başta kalabilmek adına maalesef rejime ciro edildi. Muhtemel devrimin veya evrimin potansiyeli yok edildi, millete yazık edildi.
Kartalkaya’nın hesabı, rejim ve barış: “Erdoğan tarihi bir dönemeçte”
Dün böyle geçti, bugüne ve hatta yarına dair konuşacak olur isek; bir rejimin devrini tamamladığı adaletin halinden belli olur derler. 2017’de başlayan dönemin tamamlandığı Devlet Bahçeli’nin başlattığı 22 Ekim süreciyle itiraf ve kabul edildi. Hatta bu çıkış esası itibarı ile sadece bir dönemin değil koca bir devrin de kapandığının ikrarı anlamına geliyor. Ümit Özdağ’ın tutuklanması, Sinan Ateş dosyasının ikinci kısmına dair takipsizlik kararı verilmesi ve İmralı’ya kalkan kosterlerin hızlanması varılacak kapsamlı genel affın habercisi. Ve bu genel af 1925’de başlayan paradigmanın iflası anlamına geliyor.
Eğer bir ülkede devlet toplumun “asgari” ihtiyaçlarını dahi karşılamaktan acizse orada çöküş başlamış demektir. Değişen ve dönüşen hayatı donmuş kalıpların içerisine hapsetmeye çalışmaktan daha aciz bir siyasi dil yoktur. Cumhurbaşkanı Erdoğan tarihi bir dönemeçte. En büyük düşmanı ile yani kendisi ile çetin bir savaşa girecek. Kazanabilir mi? Zannetmiyorum, zira onun kadar otoriterleştikten sonra direksiyonu demokrasiye kıran bir siyasi lider tarihte yok. Ama çıkmadık candan ümit kesilmez, çok az da olsa bir ihtimal var.
Kuvvetle muhtemel olan ihtimal ise barışın gelmesi halinde Selahattin Demirtaş’ın liderliğini yapacağı partinin Türkiye’de merkezi çatırdatarak iktidara yürümesi. İşte o zaman halka rağmen veya halka karşı değil de halkın iradesiyle ve halk için bir devrimden bahsetmek mümkün olacak bu topraklarda. 500 yıllık formasyonun dominasyonu böylece son bulabilir ve gerçekten adalet mülkün temeli, egemenlik de kayıtsız şartsız milletin olabilir. Tabii Demirtaş’ın Erdoğan gibi merkezin konforuna yenik düşmemesi, “Beyaz Kürt” olmaması gerekiyor bunun için.
22 Ekim’den sonra neler değişti?
22 Ekim süreci dar anlamda 100 yıllık paradigmayı parçalıyor. Cumhuriyet Türklüğü yüceltmekten ziyade Kürtlüğü inkâr etmek üzerinde yükseldi. Türkçülük buna payanda edildi. Devletin baskıcı ve otoriter dili Kürt meselesi üzerinden şekillendi. Türk milliyetçiliğine ilkel, şovenist ve hamasi dil de bu zihniyetten sirayet etti. Sayın Bahçeli’nin hamlesi ile esasında özgürleşecek olan Kürt değil Türk’tür. Kürt zaten özgür. Devlet Bey amacından bağımsız Türk’ün zihnine vurulan prangaya ağır bir darbe indirdi.
Türk’ün özgürleşmesi 500 yıllık formasyonun dominasyonuna son verebilir. Özgürleşen Türk, kendi tarihini resmî ideolojinin çarpıtmalarından azade, filtresiz okuyabilir; kendisi gibi olmaya, kendisi gibi davranmaya başlayabilir ve birilerinin değil Türk’ün milliyetçiliğini yapabilir.
Medyascope'un günlük e-bülteni
Andaç'a abone olun
Editörlerimizin derlediği öngörüler, analizler, Türkiye’yi ve dünyayı şekillendiren haberler, Medyascope’un e-bülteni Andaç‘la her gün mail kutunuzda.
Ekrem İmamoğlu muhalefet ediyorum diye gezedursun Devlet Bahçeli 22 Ekim’de bizatihi rejimi paramparça edecek adımı attı, muhalefetin hasını yaptı. Devlet Bey’in çıkışı karşısında sudan çıkmış balığa dönen “muhalefet” statükonun sesi oldu. Ezberler bozuldu ve bu da sözde muhaliflerin şirazelerini kaydırdı. Resmî ideoloji ile çatışmaya girmeden, merkeze meydan okumadan “muhalefet” etmenin konforlu alanına son verdi 22 Ekim.
Balkanları kaybettiren körlük Kürdistan’ı kaybettirmesin bize. Kürt meselesi devleti orta çağ dönemi kiliselerine çevirdi. Devlet de buradan aldığı kuvvetle beğenmediği her kişi ya da kitleyi aforoz edip durdu. Kürt meselesinde sırasıyla inkâr, imha ve itham dönemlerini yaşadık. Kazanan hep başkaları, kaybeden ise Türk-Kürt hep biz olduk. Türkçe bana ne kadar haksa, anasının dili olan Kürtçe de kardeşime bir o kadar haktır. Bunun muhasebesi, münakaşası, münazarası olmaz.
- Grand Kartal Otel yangını ile ilgili tüm haberlerimizi buradan okuyabilirsiniz.
Kartalkaya’nın hesabı, rejim ve barış
Ekonomik kriz, adil olmayan yargılamalar, Çorlu tren faciası, Kahramanmaraş depremi, Kartalkaya yangını ve daha niceleri… Tüm bu felaketlerin hesabını sadece iktidarı değiştirerek soramazsınız. İktidar değişikliği sadece failin kimliğini değiştirir, halk maktul olmaya devam eder. Sorumlu tutabilmenin, hesap sorabilmenin yegâne yolu rejimi değiştirmektir. Olanca zulme ve sefalete rağmen halk kıpırdamıyor zannetmeyin. Halk onunla yol yürümeye talip bir sese, bir nefese hasret. Zora değil rızaya, korkuya değil umuda, imtiyaza değil hakka dayalı bir siyasetin zuhur etmesini büyük bir sabır ve sükunetle bekliyor millet.
Barış; eşitlik, özgürlük, kardeşlik demek. Barış, muhalefetsiz Türkiye için sonun başlangıcı demek. Barış, rızaya dayalı siyaset demek. Barış, egemenliğin kayıtsız şartsız millete ait olması demek. Barış, Türkiye yüzyılı demek. Başarabilecek miyiz? Bir gün mutlaka. Başımız sağ olsun…