Tarık Çelenk yazdı: Görgü devrimi tartışmalarına devam

Tarık Çelenk, bu haftaki yazısında “kentlilik” – “köylülük” tartışmasını incelemeye devam ediyor, mevcut sağ ve popüler zihniyetin sorunlarının temelinde yatan “dönüşemeyen köylülük” kavramının nedenlerini anlatıyor.

Görgü devrimi: Türkiye’de modernleşme ve köylülük ilişkisi
Tarık Çelenk yazdı: Görgü devrimi tartışmalarına devam

Dindarlık görünümlü köy kültürü

Gerçek “kentlilik” ve “köylülük” tartışmalarını yazmaya devam ediyoruz. Yazılarıma ilişkin geçenlerde biri doğrudan diğeri de dolaylı iki ilginç yorum almıştım. Birisi (Adnan Soysal) Avrupa’da görgü devrimlerinde geleneğe bağlı saray aristokrasisinin etkisinin öneminden bahsediyordu. Hanedan ve çevresi tasfiye edilince yeni bir görgü geleneğinin zor oluştuğunu iddia ediyordu. Diğeri (Çoşkun Faik Kavala) ise, meşruti monarşi sürseydi Türkiye bugünkünden daha modern olabilirdi; bugün dindarlık görünümü altında gördüğünüz aslında taşralılık ve kente göç etmiş köy kültürüdür diyordu.

Ülkemizde mevcut sağ ve popüler zihniyetin sorununun temelinde dönüşemeyen köylülüğün olduğunu ısrarla hatırlatmaya devam etmekteyim. Bu yazımızda, bu konunun pek ilgi alanımıza giremeyen, dikkatimizden de bu nedenle kaçan, üstte zikrettiğimiz—veya hatırlatıldığımız—iki yoruma ilişkin boyutuna odaklanmak istiyoruz.

Görgü devriminde Saray-merkezli reformlar

Ülkemizde 19. yüzyılın başlarından bu yana insan odaklı değil, devleti ihya odaklı reform girişimleri yapılmıştı. Tanzimat, Kanuni Esasi, Meşrutiyet ve tabii ki Cumhuriyet devrimi ardından gelen anayasa çalışmaları gibi. Belki Cumhuriyet hariç, bu girişimler reformdan ziyade geriye yönelik onarım-restorasyon özelliği taşımıştır. Değişim hareketlerinin ortak özelliği anayasal eşitlik, kıyafetler ve kadının özerkliği üzerinden toplumsal görgüyü veya örgütlenmeyi geliştirme veya yenileştirme üzerineydi. Kentler ise reform ve devrimlerin çok-kültürlülük ve görgü seviyeleriyle kuluçka alanlarıydı.

İmparatorluk dönemimizde sosyal reformlara en çabuk uyumu saray aristokrasisi göstermişti. Sarayda sülale ve maiyeti zaten 400 yıldır kültür ve sanatla iç içeydi. Tanzimatla beraber saray efradının kültür, sanat ve kıyafette Avrupa’daki çağdaş imparatorluk ailelerinden nicelik farkı zaten pek kalmamıştı. Örneğin, Atatürk’ün aksine Abdülhamit, kişisel olarak Türk müziğini pek tercih etmez, Batı müziğinden hoşlanırdı. Bu maksatla Yıldız Sarayı’nda kendisine ve saray ailesine özel konser salonu inşa ettirmişti. Franz List burada ağırlanırdı. Öyle ki, Abdülhamit, yeni açtırdığı kız okullarında piyano çalmayı da zorunlu kılmak istiyor, fakat Şeyhülislamın özel ısrarıyla karşı karşıya kalıyordu. Ayrıca, Abdülhamit’in az miktarda rom kullandığı da ifade edilmektedir. Abdülhamit döneminde kentli karakterde tarikat şeyhleri sıkça saraya gider gelirdi de. Abdülhamit, açtırdığı hafiyelik teşkilatını istibdattı- otoriterliği için muhaliflere karşı her zaman bir baskı aracı kullandı; ancak, Enver Paşa’nın kurduğu istihbarat birimi gibi cinayetlere bulaştığına dair kayıtlara hiçbir zaman rastlanmamıştır. Abdülhamit, çağdaş imparatorlar gibi müstebit ancak reformcuydu.

Abdülhamit’in Anadolu ve Balkan çocukları

Yazar Bilgehan Uçak, 4 Haziran 2017 tarihinde Birikim dergisinde “Türk Romanında Toplumsal Değişim” başlığı altında Recaizade’nin Araba Sevdası romanı üzerinden II. Abdülhamit’in eğitim reformu zorunluluğunu anlatıyor. Uçak, yazısında Sarayzade bir aristokratın eğitimli çocuğunun şımarıklığı ve tembelliğinden bahsediyor. Bunun üzerine mecburen Abdülhamit yönetiminin aristokrat çocuklarının bu verimsizliği üzerine Anadolu ve Balkanların yetenekli taşra çocuklarına yönelmesini ve gerekli eğitim reformunu aleyhine olacağını bile bile gerçekleştirmesinden makalede bahsedilmekte. Gerçekten de aristokrat çocuklarından ziyade Harbiye ve Mülkiye gibi kurumların kapıları artık Mustafa Kemal, Enver ve Fevzi Çakmak gibi enerjik ve idealist Balkan veya Anadolu çocuklarına açılıyordu. Harekat ordusunu bu kadrolar kuruyordu. Saltanatı ve halifeliği kaldıran, ardından 1908 ve Cumhuriyet gibi toplumsal devrimleri gerçekleştiren bu kadrolar oldu.

Mahallenin Saray evliyaları

Genelde bu devrimler mahalle tarafından dinsizlik olarak algılandı. Mahalleli, aslında İttihatçı, Türkçü ve İslamcı olmalarına karşın, onlardan bugünler hariç hiç de hazzetmedi. Cumhuriyetin kurucularının bir kısmının özel hayatlarında dindar olmasına rağmen, onları dinsiz varsaydı. Ancak, başta Abdülhamit olmak üzere özel yaşamlarında iktidar erkinin doğası gereği Makyavelist-seküler Osmanlı padişahlarını Allah dostu mertebesine çıkardı. Osmanlı’da Batılılaşma veya modernleşme sarayda başlamıştı. Sonra bürokrasiye intihal etmişti. Bugün de Osmanlı sülalesinin torunlarını çoğunlukla bir Danimarka veya İngiltere kraliyet mensuplarından yaşam ve giyim tarzı olarak pek ayırt edemezsiniz.

Anadolu evlatlarının Cumhuriyet reformları

Buradan, mahalleli veya toplumun genelinin dönüşemeyen köylü algısının temel sebebini, Sarayı deviren Cumhuriyetin kurucusu İttihatçı veya Hareket Ordusu kökenli bürokrasiye ve onların din ve elit devrim anlayışına tepki koyması olarak niteleyebiliriz. Bunda Abdülhamit’in Harbiye veya Mülkiye’de topladığı Anadolu ve Balkan taşra çocuklarının, aristokrat bir geleneğe sahip olmamalarını, bu nedenle devrimlerin sadece görgü ve bilgi taklidi seviyesinde kalmasını da gösterebiliriz belki.

Bu okumalar ışığında tezimiz şöyle: Eğer Cumhuriyet devrimleri, sembolik olsa da, Saray aristokrasisine dayanılarak yapılabilseydi, mahallenin İslam, Türklük veya devlet anlayışı bu kadar köylülük barındırmayacaktı.

Sonuç

Bugün ülkemizde eğitim ve sanayi anlamında son 200 yıldır belirleyici olan kurumlar Batılıların önayak olduğu kurumlardır. Alternatiflerinin üretilememesi sadece hep tartıştığımız söz konusu zihniyet ve niyetin meselesidir.

Bugün elimizde hala kurum varsa, bu Abdülhamit’in eğitim reformları ile Atatürk ve Cumhuriyet’in kurucularının kurabildiklerinin devamları sayesinde mümkün olmuştur. Harbiye, Mülkiye ve Tıbbiye üçlüsü, ülkemizde görgü, sanayi, sağlık ve bürokrasi reformlarının temel sütunlarını oluşturmuştur.

Görgünün kazandırılması, öncelikle asaletin ve geleneğin, başka bir deyimle gerçek muhafazakarlığın yeniden inşasına dayanmaktadır. Ayrıca bunun için gerekli gözün Mesnevi’deki tabirle, sırf dış dünyaya bakabilmesi yetmiyor; aynı gözün iç derinliği de okuyabilmesi gerekiyor.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.