Suriye bugün politik ve anayasal bir yeniden kuruluş sürecinde. Savaş, iç çatışma ve tüm bunların getirdiği güç dengelerinin Suriye’yi nasıl bir yeni ortak yaşam ve anayasal düzen alanına taşıyacağı sorusu sadece Suriye ve Ortadoğu için değil aynı zamanda küresel düzeyde de en heyecan verici sorulardan birisi. Soru Kürtlerin milli devlet talepleri ile doğrudan ilgili olduğu kadar Alevi, Dürzi, İsmaili, ve Hristiyan toplulukların hak talepleri ve tabii ki Türkiye, İran ve İsrail’in “güvenlik” meselelerinin de dahil olduğu oldukça karmaşık, çok taraflı ve çok katmanlı bir yakıcı gündemi içeriyor.
HTŞ’nin şeriatlı veya şeriatsız din devleti tasarıları başlıca takip noktası iken “Batı” bu çok yönlü sürecin müdahil güçlerini barındırıyor. Bu grupların hangilerinin güç ve kudret sahibi olduğu sorusu kadar hangilerinin hegemonya kurma kapasitesine sahip olduğu ve buna müsait “kültürel sermaye”sinin; başkalarını da içerecek, farklı olanı da yanına çağıracak bir kamu anlayışının bulunduğu soruları da artık son derece önemli hale geldi.
Çünkü Suriye’yi kim yönetecek sorusu kadar nasıl yönetecek ve anayasal hukuki anlayışı ne olacak sorusu merkezi politik meselelerden birisi haline gelmiş durumdadır.
Suriye ve anayasacılık
Bir arada yaşamanın düzeni, ilkeleri, yasaları vb. gibi meselelere dair anayasa, anayasacılık yaklaşımlarının Suriye ve Ortadoğu’nun inşasında belirgin avantaj ve dezavantajlar içerdiği rahatlıkla fark edilebilir. Dürziler yeni devletin politik inşası sürecini kendi güvenliklerini öne alarak ama uyumlu biçimde takip edeceklerini açıkladılar. Kürtler hem içeride, hem bölgesel, hem de uluslararası müzakerelerini sürdürüyorlar. Fakat özerklik ve federasyon beklentilerinin dışında nasıl bir anayasa ve anayasacılık sorusuna henüz bir cevap geliştirmediler. Öcalan’ın uzun süredir “konfederasyon” anayasal modeli üzerine çalıştığı zaten biliniyor. Fakat bugün Suriye üzerinden bu soruya nasıl cevap vereceğini yakın zamanda (15 Şubat) öğreneceğimiz de duyuruluyor. Colani ise kendi medyasında “İnşa süreci, devrim aklıyla değil, devlet aklıyla yönetilmesi gereken bir süreçtir” biçiminde ifade ediyor yaklaşımını. Belli ki Colani bir devlet nasıl kurulur ve anayasal süreç nasıl işler sorusunun sadece iktidar olmanın değil aynı zamanda hegemonik bir hükümet olmanın yolunu açtığını da fark etmiş görünüyor.
Türkiye’nin ise yeni Suriye’nin “üniter bir devlet” yapısında kalmasını temin etmeye çalışırken Rusya Dışişleri Bakanı Lavrov’un “Kürtlerin içinde bulundukları ülkelerde eşit yurttaşlık hukuku için mücadele etmek dışında bir seçenekleri yok” şeklinde bir açıklama yaptığı da aktarılıyor.
Peki Colani’nin kartondan üretmeye çalıştığı devlete dair veya “devlet aklı” ataklarına karşı Kürtlerin durumu nedir? Ortadoğu’ya nasıl bir ortak yaşam, nasıl bir ulusal birlik ve devlet ve hükümet formu ve haliyle nasıl bir anayasal düzen vaat ediyorlar? Politik ve anayasal geleneği nedir Kürtlerin? Ve Kürt modern politik hareketlerin diğer politik grup ve hareketler karşısındaki kurucu konumuna dair geleneksel tecrübesi ve “kültürel sermaye”si nasıl yorumlanabilir? Demokrasi ve hukuk kapasitesine dair neler söylenebilir? Konfederasyonun siyasal ve hukuksal karşılığı nedir?
Ortadoğu’da Kürt istisnası
Ortadoğu’da yeni bir ortak yaşam önerisi açısından gerçek bir istisnanın bulunduğunu ve buna “Kürt istisnası” adını vermenin yanlış olmadığını ileri süreceğim öncelikle. Kürt milli hareketleri üç nedenle istisnadır: Birincisi kurucu sınıfların çeşitliliği ve bunun demokratik inşa süreçlerine diğer milli hareketlerden farklı ve daha güçlü etkiler göstermesi. İkincisi Kürtlerdeki anayasal temel ve gelenek oluşturan “kurucu ilke”nin; Kürtlüğü bir araya getiren; iktidar ve kamu inşasını sağlayan zeminin farklılığıdır. Ki “birakuji yasağı” (kardeş katli yasağı) bunun en önemli zeminlerinden birisidir. Ve üçüncüsü ise “Doğu’da bir Batı” inşasına dair ideolojik, politik, söylemsel bir politik tecrübenin varlığıdır. Başka deyişle modern batılı bir iktidar formuna ilişkin anayasal söylemin gücü ve etkisi de bir başka faktörü oluşturur.
Tüm bu açılardan “yeni Fenikecilik” ve “yeni Likyacılık” olarak adlandırılabilecek bir “Kürt anayasacılığı”ndan bahsedilebilir. Öcalan üzerinden ise İngiliz toplulukları ile İsviçre veya Kuzey Amerikadaki 11 devletli konfederal yapılardan hangisi ile bağlantılı olduğu önümüzdeki açıklamalarından anlaşılacak olan bir konfederal sistem tartışmasını ayrıca yapmak gerekecektir.
Şimdi yukarıdaki istisnayı başlıklar halinde tartışabiliriz…
Kürtlerde kurucu siyasi “sınıf”lar
Kürtlerde kurucu siyasi sınıflar üç farklı kompartman içinde temsil edilmektedir: Mele, savaşçı ve avukat. Bu üç temsil alanının birer bilgi tekeli, uzmanlık alanı ve teknik ve bürokratik konumlar olmanın ötesinde siyasal anlamları vardır. Bunlar bir kolektif topluluk olarak Kürtlüğü toplumsal ve siyasal düzeyde taşıyan üç ana sütun ve üç “taşıyıcı siyasi sınıf”tır. Mesleki veya işlevsel alanları aşarak toplumsal-siyasal hayatın kurulduğu birer siyasi sınıf karakteri edinmişlerdir. Bu durum onları kendilerini aşan bir politik eylemin içine taşınmıştır. Bu üç sınıf Kürt hafızasını kurduğu kadar modern milli harekete politik ve ideolojik bir yön de sağlamaktadır. Dolayısıyla modern Kürt tarihini olduğu kadar “Kürt kimliği”ni ve giderek onun iktidar kamu anlayışını da şekillendiren bir “kamusal ağ” oluşturmaktadır bu sınıflar.
Medyascope'un günlük e-bülteni
Andaç'a abone olun
Editörlerimizin derlediği öngörüler, analizler, Türkiye’yi ve dünyayı şekillendiren haberler, Medyascope’un e-bülteni Andaç‘la her gün mail kutunuzda.
Mele, dili, kültürü ve bu anlamıyla yereli merkez karşısında ayakta tutan bir aktör haline gelirken savaşçı, savunmayı resmi askerlik işlevinin ötesinde toplumsal düzeyde yeniden üreten bir alan açmıştır. Avukat ise Ortadoğudaki tüm diğer devlet ve topluluklarla ilişkileri hukuksal protokolü aşan bir “kamu”nun içinde yeniden yaratan bir asli aktör olmuştur. Bu taşıyıcı siyasi sınıflar ve onların anayasacılığa taşıdığı milli ve demokratik karakteristik diğer milli hareketlerden farklı bir düşünce, hareket ve refleks alanı kazandırır. Karşılaştırma için Türk milliyetçiliğinin harbiye, tıbbiye ve mülkiye ile sınırlı “kurucu sınıfları”nı hatırlayalım.
Resmi askerlik ve bürokrasiden oluşan bu sınıflar bir anayasal kuruluşun anti-demokratik karakterini de beraberinde getirmiştir. Fars milliyetçiliğinin molla ve askerden oluşan siyasi sınıfları için de benzer yorumlar yapılabilir. Türk ve Fars milli hareketlerinin neredeyse tek bir öncü avukatları yokken Kürt milli hareketinin Kadı Muhammed’den Kamuran Ali Bedirhan’a, İbrahim Ahmed’ten Talabani’ye, Dildar’dan (Ey Rekip’in şairi Yunus Rauf) Selahattin Demirtaş’a kadar uzanan Ortadoğu’daki istinai bir “kamusal” tecrübenin taşıyıcısı olduğu uyarısının altını çizmek gereklidir.
Kürt anayasacılığının demokratik karakterini diğer milli hareketlerden daha güçlü kılan modern zeminlerden birisi işte buradadır.
Şimdi gelelim ikinci ve tarihsel zemine…
Kürtlerde kurucu ilke ve birakuji yasağı
Kürtlerde “kurucu norm”lardan en önemlisi “birakuji yasağı”dır (Kardeş katli yasağı). Buna karşılık Türk milliyetçiliğinde kurucu norm “kardeş katli”dir. Kürt milli hareketinde farklı Kürtlük özneleri ve bunlar arasındaki politik farklılıklar toplumsal bir bağ ile telafi edilmeye çalışılırken Türk milli hareketinde esas olan “devletin ebed-müddet” olmasıdır. Şu halde Kürtlerde toplumsal varlık olarak Kürtlük ile siyasi coğrafya olarak Kürdistan sonsuza kadar ulaşan bir “birlik” ifade ederken Türk milli hareketinde birlik devlette sonsuza ulaşmaktadır. Kürtlerde farklılıkların “birleşik” bir yapı arzettiğine dair bir başka örnek de 1514 Amasya anlaşması gösterilebilir. 1514’te her bir “Kürt Sancağı”nın kendi kurucu istisnaları ile Osmanlı ile anlaşma imzalamalarının Kürtlüğün çoğul siyasal kültürü ve anayasacılık geleneği açısından önemini de böylece hatırlatmak isterim.
Bu durum Kürt anayasacılığının ABD’deki “Birleşik Devletler” tarzı bir federalist, veya başka bir adlandırması ile “likyacı” geleneğe dahil edilebileceği kanaatini güçlendirmektedir. ABD’deki federalizm tartışmaları aynı toplumsal yapı içinde birden fazla siyasi iktidar yapısını beslerken Kürt anayasacılığında da bir tür “yeni Likyacılık” olarak karşılık bulabileceği kanaatimi de buraya ekleyeyim. Tüm bunlar Türk ve Kürt milli hareketlerinin iki ayrı kurucu ilkesini ortaya çıkarmaktadır. Birincisinde kardeş katli yasağı ve farklılıklar arasında uzlaşma eğilimi ortaya çıkarken ikincisinde kardeş katli bir asli norma dönüşmektedir. Tam da bundan dolayı Kürtlerde “birakuji” kadim zamanlardan “iki sait olayı”na kadar ulaşan bir kaygı ve korkuyu ifade ederken Türklerde kardeş katli bir “zaruret” ve bir “görev” haline gelmektedir. Fatih Kanunnamesi’ndeki iktidar “kardeşlerden kime müyesser olursa” ifadesi kardeş katli ile yeni bir devlet inşasını, başka deyişle anayasal kuruluş ve anayasacılığın inşası ile birleştiren kurucu bir ilkeyi temsil eder.
Şu halde Kürtler için anayasacılık sadece modern ve kamusal inşası açısından değil tarihsel gelenekler açısından da farklı ve daha demokratik bir zemine işaret etmektedir…
Ortadoğu’da Kürt anayasacılığı ve “batı”
Kürt anayasacılığının modern ve batılı temelleri de bir başka anayasacılık unsuru olarak ileri sürülebilir. Ortadoğu ilk inşa edildiğinden bu yana ulus devlet inşası, anayasal teşkilat, hak ve özgürlükler ile “batı” arasında daimi bir bağ kurulmuştur. Batı burada hem tarihsel hem de düşünsel bir kategori olarak ortaya çıkmaktadır. 18. yüzyıldan itibaren “Doğu’da bir Batı” olarak Fenikecilik düşüncesi ve hareketi doğduğu gibi “Batı’ya rağmen batıcılık” gibi Kemalist formülasyonlar da ortaya çıkmıştır. Birincisi Batı’nın Doğu’daki somut varlığına (Lübnan) işaret ederken ikincisi ise ideolojik hegemonyasının tanınması anlamına gelmektedir.
Lübnan bir tür yeni “Fenike” olarak yeniden kurulmaya çalışılırken Lozan sonrası Ortadoğu’da siyasi ve hukuki düzenini bir üstünlük olarak ortaya koyan tek ülke Türkiye idi örneğin. Laik, demokratik parlamenter bir modern cumhuriyet olarak Ortadoğu’da prestij talep ediyor ve büyük oranda Batı tarafından da takdir ediliyordu. Saltanat ve hilafetin lağvedilmesi ve laik ve modern yaşam biçimlerinin bölgesel bir prestij olarak kullanıldığı bu süreç geldiğimiz son 10 yıl içinde Kürtler lehine dönüşmeye başladı. Kürtler artık HTŞ’nin şeriatlı veya şeriatsız din devleti eğilimine karşı Ortadoğu’nun laiklik ve demokrasi beklentilerinin tek varisi ve taşıyıcısı olarak öne geçmeye ve Batı’da tanınabilir örneği olarak ortaya çıkmaya başladı. Dünyanın İslami taassup ve şiddet karşısındaki ön cephesi olarak gördüğü ve takip ettiği Kürt-İŞİD savaşı da Kürt milli hareketinin yeni devlet eğilimlerindeki “batılı” siyasal formları daha da popüler bir hale getirmiş oldu.
Tartışılacak bir başka çağrı
Sonuç olarak Kürt anayasacılığı, tıpkı Türkiye ve İran anayasacılıkları gibi Ortadoğu inşasında görünür bir özne olarak giderek belirginleşmekte ve tanınmaktadır. Akademik ve popüler düzeyde henüz yeterince işlenmemiş olsa da adıyla ve içeriğiyle hem tarihsel hem de teorik bir konum olarak ortaya çıkmıştır. Suriye ise Kürt anayasacılığının diğer anayasacılık hareketleri ile karşı karşıya geldiği başlıca güncel alanlardan birisidir. Bu haliyle kamusal kapasitesi ve tarihsel tecrübesiyle ideolojik, söylemsel gelenek ve reflekslerinin Suriye ve giderek Ortadoğu’nun anayasal kuruluş tartışmalarında gerçek alternatiflerden birisi olduğunu gösteriyor. Hem Suriye’nin üniter veya federal yapıda kurulup kurulmayacağı tartışmaları yönünden hem de kurumsallaşma ve hak ve özgürlükler rejimi açısından önemli anayasal perspektiflerin yarıştığı Suriye ve Ortadoğu sahasında bu tartışmaların daha ciddiyetle yapılması gerekiyor.
Şimdilik bu yazıda son söz olarak şunu vurguyla ifade etmek isterim: Suriye’nin geldiği bu aşamada gücü aşan ve hegemonik bir anayasacılık hareketine ihtiyaç var. Colani yukarıdaki ifadesinde bunu farkettiğini gösteriyor. Ya Kürtler? Sınırsız bir iktidar, güç ve kudrete tanınan sonsuz yetkiler yerine demokratik haklar ve özerklikler üzerine kurulu bir kamu hayatı ve ortak yaşam şartlarının Suriye tartışmalarına yerleştirilmesi son derece acil bir ödevdir…
Kürt anayasacılığının daha derinliğine oluşturulacak boyutları bu ödevin önemli gündemlerinden birisi olacaktır… Öcalan’ın konfederasyona uzanan çağrısı ise ayrıca tartışılacaktır…