Alevilik ve kamuoyu arasındaki ilişki nasıl şekilleniyor? Alevilerin Türkiye, Avrupa ve Ortadoğu’daki konumları ve örgütlenme sorunlarını “Alevilerin sesini Aleviler duyuyor mu?” başlıklı bu haftaki yazısında Orhan Gazi Ertekin tüm derinlikleriyle inceliyor.
Kırım çağında Alevilerin ahvali
Alevilerin sesini Aleviler duyuyor mu: Kamuoyu eksikliği ve örgütlenme sorunu
Cevabı garip bir özgüvenle ve hadsizlik riskini üstlenerek hemen vereceğim: Alevinin sesini Alevi duymuyor. Çünkü, Alevinin sesini Alevinin duyabileceği diyalojik bir alan yok. Üzerine söz ekleyecekleri ve buna karşılık bekleyecekleri bir “meydan”ları yok. Birbirlerini dinleyecekleri bir iletişim sürecine sahip değiller. Yani, bir kamuları ve kamuoyu yok. Bu da, darmadağın ve birbirinden farklı evrenler yaratılmasına ve önlerine koydukları her meselenin yenilenmeksizin ezeli ebedi bir mesele olarak kalmasına yol açıyor.
Bilgi kamusallaşmadığı için bireyde katı ve inatçı bir sahiplenme olarak yaşanıyor ve kaçınılmaz olarak kendi “piyasası”nı talep ediyor. Diğerinin varlığı ve bilgisinin normalleştirilmediği yerde herkes ve her şey bir düşmana dönüşüyor. Bu durum, içeriye alınacak olanın sürekli ahlakileşen bir cemaat söylemiyle denetlenmesini sağlıyor. İletişimi sadece iki Alevi arasında kısıtlayan bu durum üçüncüye ulaşamayacak kadar nefessiz ve yaratıcılıktan uzak bir iletişim karakteri kazanıyor. Böylece, bir iletişim, bir tartışma ve bir kamu alanı oluşmuyor. Olağanüstü gürültülerin sakladığı bir kıpırtısızlık ve sessizlik sürekli, kendini tekrar eden cakalı monologların her yeri kaplamasına yol açıyor.
Alevi yayıncılığı, Alevi örgütlülüğü ve Alevi aydını bu sorunların tümünü aynı anda yaşıyor ve bu durum içinde bulundukları toplumsal ve siyasal hayat ile iddiaları arasında üstü örtülemeyecek bir buhranı da beraberinde getiriyor. Bu haliyle önünde olan sorunlarla yüzleşmesinin neredeyse mümkün olmadığı bir kısıtlılık içinde yaşıyor. Hak, adalet ve barışın hegemonik dili ve söylemini yaratmak şöyle dursun, Alevilere yönelik her gün bir yenisi eklenen şiddete karşı bile ancak akıntıyla yüzerek kendisini su üstünde tutabiliyor.
Aleviler ve siyasal harita
Oysa—hele de bugünlerde—Alevilerin yetişmesi gereken o kadar çok soru ve sorunlar var ki. Bir defa, Alevilerin orta ve uzun vadedeki geleceği bakımından birbiriyle bağlantılı üç farklı politik coğrafya var ve önümüzdeki süreçlere müdahalede bulunabilmeleri için çok güçlü bir kamu ve kamuoyu gerekiyor. Bu üç politik-toplumsal coğrafya, Türkiye-Ortadoğu-Avrupa’dır (Batı). Bunları daha basit olarak Türkiye, Suriye ve Almanya diye adlandırmakta bir sakınca yoktur. Çünkü, her üçü de bölgede merkezi bir önem kazanmakta ve bölgesel meselelere ve ittifak sorunlarına verecekleri cevaplara-tepkilere bağlı olarak diğer coğrafyalarda hegemonik olma imkanına kavuşabilmektedirler…
Türkiye: Alevilerin varlığında merkezi bir niteliğe sahip olabilecek mi?
Alevilerin asli coğrafyası olmasının yanı sıra, Türkiye’nin Alevilerin toplam varlığı ve hareketinde merkezi bir nitelik edinip edinmeyeceği sorusunun cevabı önümüzdeki süreçlere ne kadar nezaret edeceğine bağlı olarak değişecektir. Bugüne kadar yatay bir büyüme stratejisiyle hareket edilmesi onu olağanüstü bir örgüt gücüne kavuştururken, ulusal ve uluslararası etki gücü azalmaya devam etmiştir. Nitekim, dinamizmi ve politik toplumsal etkisinin potansiyeline uygun biçimde ilerlemediği giderek daha fazla açığa çıkmaktadır. Sürekli yenileri eklenen cemevleri, Aleviliği yerel sahada görünür bir etken haline getirirken siyasal ve kültürel hegemonya sorunundan uzaklaşılmakta, varolan ve giderek büyüyen potansiyel yerel güçlerle kısa vadeli beklentilerin konusu haline gelmektedir.
Saf bir tarih ve özcü bir gelenek iddiasında ısrar, Aleviliğin geçmişini asli bir çatışma sahası haline getirmiş, bu da onun enerjisini yitik bir tarih zemininde tüketmesini ve gelecek projeksiyonu ve beraberindeki hegemonik ve umutlu beklentilerden uzak tutmasına yol açmıştır. Türkiye sahası Alevilik için büyük oranda bir iç hesaplaşma sahası durumundadır—ki bu durum onun potansiyelinin çok altında hareket etmesinin bir başka sebebi olarak görülebilir…
Dahası, Alevilik, neredeyse tamamen örgütsel merkezlerde sıkışmış, kendi özerk cemiyet ve kamusu olmayan yönetim mekanizmalarıyla kendi inisiyatifsizliğini bu yönetim mekanizmaları ve kadrolarını sorumlu tutarak geçiştirmeye çalışan geniş taban arasında bölünmüş durumdadır. Aleviliğin Türkiye sahasının örgütsel merkezlerin dışında özerk alanlar ve cemiyetlere ihtiyacı vardır ve krize bütünsel cevap ancak bu yolla cevap verilebilir.
Kırım çağında Alevilerin ahvali
Her şeyi örgütlere emanet ederek her şeyin sorumluluğunu Alevi örgütlülüklere yüklemek bir Alevi sporu haline gelmiş durumdadır. Örgüt fetişizmi, her şeyin örgüt-merkezli bir hayat alanına taşınmasına yol açmış; bu da, kaçınılmaz olarak örgütleri dar alanlara sıkıştırmıştır. Bunun sonucu örgütlerden kaçıştır kuşkusuz. Alevilerin örgütlere sıkışması onların yayıncılık, aydın ve entelektüel çalışma alanlarını—bir başka deyişle—kamu alanlarını oldukça kısıtlı ve işlevsiz hale getirmiş, yapılması gereken adalet ve hak tartışmalarının hiçbirinin yapılamadığı sıradan bir mekanizmaya dönüştürmüştür.
Tüm bunlardan dolayı, Türkiye Aleviliği, 1960’lar ve 1990’larda ayrı ayrı yakaladığı proaktif hareketliliğini yeniden yakalayabilecek bir niteliği henüz göstermemektedir.
Medyascope'un günlük e-bülteni
Andaç'a abone olun
Editörlerimizin derlediği öngörüler, analizler, Türkiye’yi ve dünyayı şekillendiren haberler, Medyascope’un e-bülteni Andaç‘la her gün mail kutunuzda.
Almanya-Avrupa-Batı: Avrupa’da Alevi hareketi ve kültürel hegemonya arayışı
Almanya için de benzer bir yatay büyüme stratejisi geçerli olmuştur. Üyelerinden gelen ekonomik gücünün yüksekliği çeşitli inisiyatifler alarak dikey çalışma girişimlerini üstlenmesini kolaylaştırmakla birlikte bunun kapsamlı bir plana dayalı olmadığını kabul etmek gerekir. Nitekim, Sivas Hafıza Merkezi ve Müze Projesi bir ilk girişim olarak takdir edilmesi gerekmekle beraber, bu girişimin zayıf ve hazırlıksız bir akademik altyapıya sahip olması sonuçların kalitesini de etkilemiştir.
Bundan daha önemli bir nokta olarak, Almanya-Avrupa Aleviliği büyük oranda bir yatay büyüme stratejisi güderek bir kültürel hegemonya arayışının stratejik değerine yeterli önem vermemiş görünmektedir. Nitekim, Batı’da ırkçılığı da besleyen ve giderek yükselen Batılı hayat tarzı korkusuna dair geniş kapsamlı bir strateji ve söylem geliştirmemesi proaktif bir liderlik söylemine olan ihtiyacın hala orta yerde olduğunu göstermektedir. Batı’nın Müslüman coğrafyasından gelen oldukça önemli sayıda bir Doğulu nüfusa sahip olması ve bu alanın İslami kısmı sürekli ve özellikle terörizm üretmesine karşılık Aleviliğin buna karşı bir kültürel ve siyasal söylem ve ilişki alanı geliştirmemiş oluşu Aleviliğin “Doğu’daki bir Batı” olarak Batı açısından stratejik değerini göz önüne almamasına da yol açmıştır.
Oysa, özellikle Almanya açısından Türkiye’den gelenler sadece bir “işgücü” değil, aynı zamanda Batı yaşam tarzı açısından avantajlı-dezavantajlı kültürel sermayeler olarak da takdim edilmektedir. Aleviler, Batı yaşam tarzı açısından esaslı ve stratejik bir “kültürel sermaye” alanı olarak Alman yaşam alanına ancak pasif olarak dahil olabilmiş görünmektedir. Avrupa’ya doğudan cihatçılık transfer eden İslamcı hareketler karşısında Doğu’dan Batı’ya barış ve adalet söylemi transfer eden bir Alevilik söylemi üretilememesi ve buna ilişkin stratejik tespitler yapmamış olması önemli bir başka sorun oluşturmaktadır. Nitekim, Avrupa’da Alevilik, cihatçılığa karşı Doğu coğrafyasında yüzyıllarca mücadele vermiş bir topluluk olarak stratejik bir kültür konsepti yaratma ihtiyacı duymamış; bunun yerine radikal sol emperyalizm jargonu ile yetinilmiştir.
Ve önemli bir nokta daha var: Avrupa Aleviliği, Ermeni ve Yahudi topluluklarının tersine, kendi genç kuşaklarıyla mesafesi sürekli açılan bir yaşlı topluluğa dönüşmektedir. Ermeni ve Yahudi gençliğinin, dini inancı sekülerleştirerek kültürel bir değer olarak hafızaya katmaya dönük eğilimleri Alevilerde görülmemektedir.
Tüm bunlar Almanya Aleviliğini sürekli büyüyen, büyüdükçe sadece bağlı ve yerel siyasi etkiler gösteren ve bu etkileri yükseldikçe farklı ve yarışan aktörlere dönüşen huzursuz bir yapı haline getirmiş görünmektedir. Beklentileri potansiyele uygun olarak büyütüp geliştiremeyen her yapı sıkıntıları bir çatışma olarak içeriye aktarır ve içeriksiz bir tarafgirleşme, örgütlenmeleri yorgun, umutsuz ve kıpırtısız bir sürece doğru sürükler.
Diğer yandan, özellikle medya, hukuk ve diplomaside ciddi bir kadrolaşma ve perspektif yaratılamamış olması gelişen süreçleri proaktif biçimde yönetemez hale getirmektedir.
Ve bir nokta daha: örgütler ile Alevi aydınlar arasındaki sıkı bağ, aydını sadece bir “ilişki”ye sıkıştırmakta ve özerklik koşullarını neredeyse tamamen yok etmektedir. Cemevleri aydınların kitaplarının pazarlandığı merkezi yerler haline geldikçe “bağımlılık” güçlenmekte, aydın ve yazarların yazma eğilimleri ile ayrı ve dinamik bir okuyucu kültürünün yerini aydın-yayıncılar ile Alevi örgütleri arasında tamamlanan bir “piyasa” ve “piyasa kültürü” almaktadır. Halbuki, tıpkı Türkiye sahası gibi Aleviliğin Almanya-Avrupa-Batı coğrafyası da yeni bir Alevi aydını ve yayıncılığı yolunun açılmasını ve örgütlerle bu alanların özerk ilişkiler geliştirmesini zorunlu kılmaktadır.
Suriye ve Ortadoğu’da Alevilerin stratejik konumu
Aleviliğin Suriye sahası ise tamamen konjonktür ve stratejik bir alan durumundadır ve bu niteliğine uygun biçimde düşünülmelidir. En temel sorulardan birisi şudur: Alevilerin Dürzilerle ittifak imkanlarının ne ölçüde İsmaililer ve Kürtlere kadar ulaşacağı sorusu Türkiye ve İsrail’le muhtemel ilişkilerinin boyutu kadar önemlidir. İsmaililerle geleneksel bir gerilim içinde oldukları bilinirken, Dürzilerle daha sıcak temas imkanları vardır. Diğer yandan, Dürziler ile İsrail ilişkisi bu temasları da zora sokmaktadır. Suriye’deki İsmaili ve Dürzi topluluklarının uluslararası iletişim ve ilişki tecrübeleri güçlüdür. Buna karşılık, Arap Alevileri Alevi olarak ilişki ağları oluşturma iddiasına bile sahip olmaktan çekinir haldedirler. Mezhepçilik iddiasına karşı en az mezhepçi olan Alevilerin bu derece hassas olmaları, kendi çıkarlarını örgütlemekte oldukça olumsuz bir etki de yaratmaktadır.
Suriye yerelinde konjonktür ve strateji ile ittifak sorunlarını çözebilen Aleviliğin Suriye’de stratejik bir güç kazanma imkanı vardır. Şii ittifak düzeninden kopup Türkiye veya İsrail’le yeni konuşma alanları olduğu açıktır. Fakat, buna ne kadar uygun bir esnekliğe sahip olduklarını zaman gösterecektir.
Aleviliğin bu üç coğrafyada alacağı konumlar birbirini farklı biçimlerde zorlayacak ve gelişen süreçler diğerinin aldığı şekli de etkileyecektir. Tüm bu süreçler, Alevi kamusu, kamuoyu ve bunların temel alanları olarak Alevi yayıncılığı, Alevi örgütlenmesi ve Alevi aydınına ilişkin meseleleri oldukça ciddi bir sorun haline getirmektedir.
Şu halde artık Alevi yayıncılığı, Alevi aydını ve Alevi örgütü meselelerini daha ciddiyetle tartışarak bir üst seviyeye taşımanın zamanı gelmedi mi hala? Alevilerin birbirini duyabilecekleri bir kamu ve kamuoyu yaratmalarının zamanı peki?
Son sözüm kişisel olmak zorunda: Bir agnostiğin Alevilik ve Aleviler hakkında bunca söz söyleme cüreti göstermesini bir hadsizlik örneği olarak görmenin makul olduğunu kabul ediyorum. “Söyledim ve ruhumu kurtardım,” demeyeceğim bu nedenle… “Söyledim ve huzursuz ruhumu daha da huzursuz hale getirmeyi kabul ettim,” diyebilirim sadece.