Gürkan Çakıroğlu, Abdullah Öcalan’ın 27 Şubat çağrısıyla başlayan sürecin kalıcı barışla sonlanabilmesi için paydaşlara düşen kritik sorumluluk ve kararlara dair yol haritasını çiziyor.

Devlet Bahçeli’nin büyük cesaret göstererek 22 Ekim’de başlattığı süreç, Abdullah Öcalan’ın dirayetli bir duruş sergilediği 27 Şubat’la bir sonraki aşamaya geldi. Artık top iktidarda, yani Cumhurbaşkanı Erdoğan’da. Bahçeli cesur, Öcalan dirayetli, Demirtaş cefakâr; peki Erdoğan ne kadar yürekli? “Reis” namıyla anılan, kendisine “Başkan” denilmesinden hoşlanan, “Kasımpaşalı” tarzı ile övünen Tayyip Bey ne yapacak? Her daim uzak dövüşü seven Cumhurbaşkanı, minderden kaçmaya, kaçak dövüşmeye devam mı edecek; yoksa gereğini yapıp Türkiye’yi yeni bir yüzyıla, dünyayı da Türkiye yüzyılına mı götürecek? Yakında göreceğiz.
Öcalan’ın 27 Şubat açıklaması: Barışa giden yeni yol
Öcalan’ın 27 Şubat barış deklarasyonuna dönecek olursak, Öcalan’ın açıklamaları geri adım değil, yenilgi hiç değil. Bilakis, Öcalan ileri bir adım atarak ön aldı; Bahçeli’nin 22 Ekim çıkışıyla başlattığı süreçte el yükseltti ve aslında zor olanı yaptı. Tersi olsaydı—yani Öcalan geri adım niteliğinde bir açıklama yapsaydı—inanın bu sadece Kürtler için değil Kürt-Türk hepimiz için kötü olurdu. Öcalan, geçmişte söylediklerini telif ve terkip edip, süreci tahkim ederek taşın altına sadece elini değil gövdesini de koydu. aslında geçmişte ifade ettiği fikirleri, damıtılmış bir şekilde ve zamanın şartlarını dikkate alarak 2-3 sayfaya sığdırmaya çalışmış. Öcalan’ın ne dediğini 7 Aralık 2024 tarihli yazımda ifade etmeye çalışmıştım.
Öcalan, 27 Şubat’ta esasa dair yeni bir şey söylemedi, ama usule dair yeni bir dönemin kapılarını açtı. Kendisini de geçmişini de inkâr etmedi. Türkiye Cumhuriyeti Devleti için, Türk ve Kürt halkları için, Türk milleti için sorumluluk aldı, tıpkı Devlet Bahçeli gibi. Hala farkında değiller ama, Devlet Bey aslında devletten öte Türk’ün onurunu kurtardı. Kibre, kine ve komplekse yenik düşmediğimiz takdirde bu hakikat tüm çıplaklığıyla ortada. Meseleye yengi-yenilgi acizliğiyle bakmadığımız zaman kaybedeni olmayan bir zafer niteliğinde süreç devam ediyor. Henüz nihayete ermiş de değil.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın tavrı ne olacak?
Zemheri vakti cemreler düşmeye devam ediyor. İlk cemre 22 Ekim’de, ikincisiyse 27 Şubat’ta düştü. Sıra üçüncü ve son cemrede. Gözler artık Beştepe’de. İktidar topu Kandil’e atma acziyetine düşmeden, Kandil’in ne yapacağına bakmadan üzerine düşen sorumluluğu yerine getirip gerekli adımları atmalı. Attığı takdirde Kandil’in ne yaptığından bağımsız, süreç amacına ulaşacak. Ne mi bu gerekli adımlar? Kapsamlı bir siyasi genel af için çalışmalara başlanmalı, kayyum atamaları son bulmalı, DEM Parti’yi terörize eden dil bırakılmalı, siyasi tutuklular hukukun gereği olarak AİHM kararları doğrultusunda özgürlüklerine kavuşmalı ve çatısı “umut” olan sürecin zemini hukuk olarak deklare edilmeli.
Bu asır bir Türkiye yüzyılı olacaksa, bu ancak Kürtlerin de devleti olan demokratik Türkiye Cumhuriyeti’yle mümkün. Biz Türkler bu devletin Kürtlerin de devleti olduğunu iddia ediyorsak, biz Türkler Kürtlerin de bu milletin bir parçası olduğu konusunda samimiysek, o vakit gereğini yapmalı ve eşit yurttaşlık paydasında bir toplumsal sözleşme akdetmeliyiz. Yeni bir anayasa ancak bu şekil ve şartlarda mümkün. Zira hakkı gözetmeyen, hakikati zikretmeyen, halkın yazımına ortak olmadığı bir anayasa paçavradan başka bir anlam ifade etmez.
Hem Batı’nın yörüngesinden çıkmak hem de doğu nazarında tehdit olmamak için; yani tam bağımsız Türkiye için aramıza örülen duvarları yıkıp, dayatılan ezberleri bozup, zihnimize vurulan prangaları kırmamız lazım. Örgütten veya devletten fark etmez, terörün her türlüsüne karşı çıkmamız lazım. Ve son olarak bize okutulan resmi tarihi değil, atalarımızın yaşadığı reel tarihi okumamız lazım.
Yeni anayasa ve eşit yurttaşlık tartışmaları
Artık kim olduğumuzu hatırlayalım. Azerbaycan’a dair “İki devlet, tek millet” diyoruz. Çok da güzel söylüyoruz. Lakin Türkiye Kürtlerin de devletiyse, Kürtler de bu milletin bir parçasıysa; o vakit Bakü neyse bizim için Erbil de o olmalı, Tebriz neyse bizim için Kobani de o olmalı, Akmescit neyse bizim için Kirmanşah da o olmalı. Aksi halde ne biz olabiliriz ne bir olabiliriz ne de iri olabiliriz. Korkularımızın yaşam şekli hali almasına müsaade edersek ve günahlarımızın üstünü vatan sevgisiyle örtmeye devam edersek, korkarım ki gün gelir un ufak oluveririz.
Tank, top, tüfek bizi bir süre koruyabilir ama kurtaramaz. Bizi barış kurtaracak, bizi eşit yurttaşlık paydasında kardeşlik hukuku yükseltecek. Şehitlerin kanı, geride kalanların hakkı ve milletin canı için barışı tahkim etmeli, süreci tamamına erdirmeliyiz. “Osmanlı’da oyun bitmez,” derler. Şu saatten sonra PKK süreci sabote ederse Kürtleri kaybeder, iktidar süreci istismar ederse devleti kaybeder. Türkiye üç büyük barışa gebe. Bunlardan sadece ilki Türk-Kürt barışı. Devamında çok daha çetin meseleler bizi bekliyor. Dünya büyük bir hızla dönüyor, zaman su gibi akıyor. Kaybedecek vaktimiz yok.
CHP daha fazlasını yapabilir
Ekrem İmamoğlu ve CHP 22 Ekim’i ıskaladı, umarım 27 Şubat’ı ıskalamaz. Milletin bu süreçte elbette CHP’ye de ihtiyacı var. Allah var CHP yıkıcı hareket etmiyor. Ama yetmez; İmamoğlu, Kürtçe öğrenmenin ötesine geçip, Kürtlerin devlete ortak olmasına rıza gösteren siyasi söylemi inşa etmeli. İtirazlarını iktidara değil, rejime karşı yapmalı. Misal, diploma meselesine dair, “Cumhurbaşkanı olmak için diplomaya mı ihtiyaç olmalı,” diyebilmeli. “Zor anında milletin yanında” söylemi de doğru bir bakış açısı değil, zira milletin size değil sizin millete ihtiyacınız var, Ekrem Bey.
Medyascope'un günlük e-bülteni
Andaç'a abone olun
Editörlerimizin derlediği öngörüler, analizler, Türkiye’yi ve dünyayı şekillendiren haberler, Medyascope’un e-bülteni Andaç‘la her gün mail kutunuzda.
Velhasıl kelam az gittik uz gittik, dere tepe düz gittik. Şairin de dediği gibi:
Ekmeği bol eyledik
Acıyı bal eyledik
Sıratı yol eyledik
Geldik bugüne
Peki bundan sonrası mı? Başta da söylediğimiz gibi ne Balgat ne Edirne ne İmralı ne de Kandil; sağa sola bakmanın anlamı yok. Herkes yapılması gerekeni yaptı. Artık tüm sorumluluk Beştepe’de. Tayyip Bey’in hukuk ve demokrasinin kendisine kazandırabilme ihtimalini görmesi gerekiyor. Buna dair henüz güçlü bir inancı olmadığı aşikâr. Lakin zorbalığın kazandırdığı son seçimin 2023 olduğunun da farkında. Aksi halde mevcut sürece dair kanalların açılmasına müsaade etmezdi. Cumhurbaşkanı gerekenleri yaparsa zafer de onun, makam da onun.