Bu hafta Barbaros Gökdemir, mayısta başlayacak Cannes 2025, diziler, İstanbul Film Festivali üzerine yazdı, sinefillerle tavsiyelerini paylaştı.
Mayıs ayında düzenlenecek olan Cannes 2025 Film Festivali’nin ana yarışma programı ve yan seçkileri bu hafta açıklandı. Sinemaseverler açısından vizyonun tenhalaştığı, platformların ise ardı ardına yayınlanan yeni dizilerle tam hız devam ettiği şu günlerde, (dizi izlemekten hiç hoşlanmıyorum, o da başka bir yazının konusu olsun) Cannes’da gösterimini yapacak filmlerin açıklanmış olması, özellikle manşetlerin boğazımızı sıktığı şu günlerde bende bir nebze de olsa heyecan yarattı. Malum, Akademi ödül törenini geçtiğimiz ay geride bıraktık ve ufukta beklediğimiz büyük film festivalleri var ve birçok yeni filmin vizyonu bu festivaller sonrasında gerçekleşecek. Dolayısıyla vizyon sezonunun yavaşladığı ve rölantide ilerlediği aylardan geçiyoruz. Cannes’ın bu seneki seçkisi, bize bu rölantinin çok da uzun sürmeyeceğinin sinyallerini verdi.
Festival, ana yarışma seçkisinin yanı sıra, “Un Certain Regard,” “Yarışma Dışı,” “Midnight Gösterimleri,” “Cannes Prömiyerleri” ve “Özel Gösterimler” olarak adlandırdığı bölümlerde yer alacak filmleri de eş zamanlı olarak yayınladı. Toplamda 12 gün sürecek festivalin (13 – 24 Mayıs) listesine baktığımızda, her sene olduğu gibi bu yılda bilindik isimlerin yanı sıra, ilk defa filmlerini izleyeceğimiz yönetmenler de bulunuyor.
Cannes 2025 bir kadın yönetmenin filmiyle açılıyor
Ve bunlardan bir tanesi, Fransız yönetmen Amelie Bonnin. Yönetmenliğini yaptığı Partir Un Jour isimli filmi açılış filmi olarak gösterilecek. Cannes’ın bir “ilk film” ile açılması ve bir kadın yönetmen imzası taşıması tabii ki gözlerden kaçmıyor.
Toplam 19 filmin bulunduğu ana yarışma seçkisi ise oldukça iddialı ve bilindik isimlerden oluşuyor: Amerikalı yönetmenler Wes Anderson, Ari Aster, Richard Linklater ve Kelly Reichardt, Fransız yönetmen Julia Ducournou, Belçikalı yönetmenler Dardenne Kardeşler, İranlı yönetmen Jafar Panahi ve Norveçli yönetmen Joachim Trier bize bu senenin oldukça çekişmeli geçeceğinin sinyallerini veriyorlar.
Bu isimlerin yanı sıra Japonya’dan Chie Hayakawa, Güney Amerika’dan Oliver Hermanus, Fransa’dan Hafsia Herzi, Oliver Laxe ve Dominik Moll, Ukrayna’dan Sergejs Loznica, İtalya’dan Maria Martone, İspanya’dan Carla Simon, Almanya’dan Mascha Schilinski ve İsveç’ten çekimleri ve yapımı Türkiye’de gerçekleştirilmiş olan Eagles of the Republic filmi ile Tarik Saleh listede bulunuyorlar. Seçki oldukça geniş bir yelpaze sunuyor; birbirinden farklı üslupların büyük bir sinema şöleni sunacağı kesin. Maalesef bu yıl, festival seçkisinde, ülkemizden bir film göremiyoruz.
Kendi adıma daha önce hiç bilmediğim yönetmenlerin işlerini izleyeceğim ve yeni isimlerle tanışacağım için heyecanlıyım. Farklı yaklaşımlar, hikayeler ve taze anlatımlar deneyimleyebilmek her zaman doyurucu oluyor. Yeni isimlerin yanı sıra Ari Aster, Richard Linklater ve Dardenne kardeşlerin işlerini de çok merak ediyorum. Beni bilen bilir, büyük bir Ari Aster hayranıyım ve son filmi ile biraz tökezlediğini düşünüyorum. Umarım yeni filmi ile ilk işlerinde yakaladığı tempoyu tekrar yaşatabilir.
En az ana yarışma kadar dikkat çeken seçki
Festivalin “Un Certain Regard” (Belli Bir Bakış olarak çevirebiliriz) seçkisi, en az ana yarışma kadar dikkat çeken, prestijli ve birçok sinemacının ve film endüstrisinin yakından takip ettiği başka bir önemli bölüm. Festivalde yer alan birçok ilk film, kendilerine bu seçkide yer buluyorlar. Bu yıl da 16 filmin yer aldığı “Un Certain Regard” seçkisi, toplam 6 ilk filme ev sahipliği yapıyor. Listedeki yönetmenler arasında, Scarlett Johansson’ın da adını görebiliyoruz.
Yarışma dışı bölümünde iki film hemen göze çarpıyor: Ünlü Amerikalı yönetmen Spike Lee, yönetmenliğini yaptığı Highest 2 Lowest filmi ile Cannes’da boy gösterecek. Çok ses getirecek bir diğer yapım ise, Tom Cruise’un başrolünde olduğu ve serinin son filmi olan Mission Impossible- The Final Reckoning filmi. Büyük aksiyon sahneleri çekmekten hoşlanan ve geçtiğimiz yıl Paris’teki Olimpiyatlara paraşüt ile yaptığı giriş ile göz dolduran Cruise’un, Mission Impossible filminin galası için de benzer bir gösteri yapıp yapmayacağı merak konusu. Ne olursa olsun, filmin galasının Cannes’da çok ses getireceğini ve festivali manşetlere taşıyacağını söyleyebiliriz.
Fatih Akın’ın yeni filmi
Cannes 2025’in prömiyerler bölümünde ise yeni filmi Amrum ile Fatih Akın’ı görmek bizi mutlu ediyor. Akın’ın bir önceki filmi, Rhinegold’u 2023 yılındaki İstanbul Film Festivali’nde oldukça heyecanlı bir seyirci ile izlemiş ve filmden büyük bir keyif almıştım. Yeni filmini de aynı heyecanla bekliyorum.
Medyascope'un günlük e-bülteni
Andaç'a abone olun
Editörlerimizin derlediği öngörüler, analizler, Türkiye’yi ve dünyayı şekillendiren haberler, Medyascope’un e-bülteni Andaç‘la her gün mail kutunuzda.
Filmler dışında elbette Cannes’ın siyasi gündemi ve hangi tartışmaların yaşanacağı da merak konusu. Geçtiğimiz yıl, Gazze’de büyük bir insanlık dramı yaşanırken ve İsrail–Filistin savaşı dünyada çok ciddi kırılmalar yaratmışken, festivalin bu konuda pek ses çıkarmadığını; buna karşılık Fransa’daki #MeToo tartışmalarının ve buna dair panellerin öne çıktığını görmüştük.
Bu yıl ise Amerika’da yeniden iktidara gelen Donald Trump sebebiyle hem siyaseten hem de toplumsal olarak bambaşka bir dünyaya bakıyoruz. Trump, Avrupa ile ilişkileri yeniden şekillendirirken, siyasi ve toplumsal fay hatları daha keskin bir şekilde karşımıza çıkabiliyor. Cannes 2025 özellikle tartışmalı, kutuplaştırıcı ve konuşulması kolay olmayan meselelere nasıl yaklaşacak? Bu konuları gündeme taşıyacak mı, yoksa görmezden mi gelecek? Festivalin, olası krizlerle nasıl başa çıkacağı bize neler söyleyecek?
Ama şundan eminiz: Cannes’da izleyeceğimiz filmler, önümüzdeki sinema yılına damgasını vuracak.
Diziler
Şu sıralar sinema salonlarında izleyecek pek bir film bulamıyoruz ama platformlar atağa geçmiş durumda. Özellikle Amerika’da, gösterime giren yeni dizilerin gündeme oturduğunu ve çok ses getirdiğini görebiliyorum. Örneğin HBO’nun popüler dizisi, The White Lotus’un üçüncü sezonu, geçtiğimiz haftalarda art arda yayınlandı ve Amerika’da reyting rekorları kırdı. Apple TV+’ın çok sevilen işlerinden Severance’in ikinci sezonu da birçok kişiyi ekranların başına topladı. Yine Apple TV+’ın yeni işi, Seth Rogen imzalı komedi türündeki The Studio da Hollywood ve film sektörünü seven, takip eden herkesin izlemesi gereken eğlenceli bir yapım. HBO ve Apple TV+ atağa geçmişken, Netflix’in sessiz kalacağını söylemek zaten mümkün olamazdı. İngiliz yapımı ve tek plan çekilen bölümlerden oluşan Adolescence hem Avrupa hem de Amerika’da çok ses getirmişe benziyor.
Bu yabancı yapımların yanı sıra, benim de prodüksiyonunda yer alma fırsatı bulduğum ve Can Yaman’ın başrolünde oynadığı El Turco dizisi de ay başından itibaren Gain’de izlenebiliyor.
Dizi izlemeyi seven okurlarımız, bu yapımları kesinlikle kaçırmasın!
İstanbul Film Festivali ve Kuirfest
Kapatmadan önce: Gelecek hafta İstanbul Film Festivali başlıyor. Festival programında yapılmış olan birçok değişiklik, birçoğumuz gibi beni de bir hayli endişelendirdi ve bu programlama şeklinin sansüre hizmet ettiğini açık bir şekilde düşündürdü.
Ancak, yine de orada gösterilecek yerli filmlerimizi ve meslektaşlarımızı yalnız bırakmamamız gerektiğini düşünüyorum. Festivalin yeni kararını eleştirirken, yerli filmlerimizi yalnız bırakmadığımız bir eylem şekli düşünebiliriz. Ne de olsa, kültür ve sanat anlamında oldukça hassas bir fay hattı üzerinde ilerliyoruz ve bize ayrılan alan ve mecralar her geçen gün daha da ufalıyor. En azından, var olabildiğimiz her yerde olmamız gerektiğine ve sinemacıları desteklememiz gerektiğine inanıyorum.
Sinemacıları ve LGBT+ sanatçıları destekleyebileceğimiz bir başka sinema etkinliği de bu hafta sonu Kuirfest etkinliği ile gerçekleşiyor. Festival ile ilgili detaylı bilgiye Instagram kanallarından ulaşabilirsiniz.