Berrin Sönmez yazdı: Diyanet’ten – Cuma Hutbesi görünümlü – eşitlik, kadın ve LGBTİ+ karşıtı yasa hazırlıklarını onaylayan fetva!

Berrin Sönmez bu yazısında, Diyanet İşleri Başkanlığı’nın 2 Mayıs tarihli Cuma hutbesini eleştirerek, hutbenin laik hukuk ilkelerine aykırı, kadın ve LGBTİ+ haklarını hedef alan bir siyasi propaganda metni olduğunu söylüyor.

İslam tarihi boyunca Cuma hutbesi sıklıkla şekil ve içerik değişikliğine uğradı. Çünkü hutbe, imanî değil itikadî geleneklerden birisi. Yani kişisel inançla ilgili değil. Cuma hutbesi inancın toplumsal görünümünü düzenleyen alanda yer alır. Dolayısıyla toplumsal ve yönetsel değişimlere tâbidir.

Orta Çağ’ın karakteristik egemenlik sembolleri (hakimiyet alametleri)nden birisi olarak kullanıldı. İslam ülkelerindeki her taht değişikliğinde Cuma Hutbesi yeni hükümdarın adına okunurdu. Daha yerinde bir söyleyişle hutbede adı geçen kişinin hükümdar olduğunun toplumsal kabule eriştiği dosta düşmana gösterilmiş sayılırdı örneğin. Bu nedenle hutbeler her daim teo-politik alanın içinde analiz edilmeli. İslam tarihinin başlarında Müslümanların özgürce ibadet etmesinin sembolü sayılan toplu Cuma namazı kılan cemaatin tartışma alanıydı. Bir çeşit kent meclisi işlevi gören tartışmaların sonucunda ortaya çıkan kararın açıklanması hutbenin konusu olarak düşünülebilir.

Laiklik ilkesi ve Diyanet’in siyasi konumlanışı

Türkiye Cumhuriyeti ise saltanatın kaldırılmasının sembolü olarak hutbede yönetici isminin anılması geleneğini kaldırıldı. Fakat kuruluş kanununa rağmen Diyanet hiçbir zaman kendisini anayasa ile bağlı kabul etmediği gibi laiklik ilkesini de görmezden geldi. Dönemsel siyasi koşullara bağlı ve Başkan ile iktidar arasındaki ilişkilere dayalı olan çifte standart esasını kabul etmiş görünen bir din politikası izlendi. Farklı dönemlerde az çok değişin din politikası siyaset ve Diyanet uyumunu sağlayan özenli yaklaşıma muhtaç oldu, ülkemizde. Cuma hutbeleri ise teamüle dayalı bu özenin gösterip gösterilmediği hutbenin satır aralarından okunurdu. AKP’li yıllarda ise başlarda az ama giderek artan oranda bu özen dengesinin anayasa ve laiklik aleyhine bozulduğunu gördük.

Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş döneminde ise ne denge kaldı ne uyum için gösterilen özen. Anayasal ve yasal haklar yok sayan yok eden, hukukun üstünlüğünü değil hukuk tanımazlığı ilke edinmiş gibi. Görev yıllarında pek çok skandal niteliğinde hutbe dinletti bu ülkeye. Sanırsınız ki Türkiye Cumhuriyeti’nin Diyanet İşleri Başkanı değil de herhangi bir İslam devletinin fetva makamı konuşuyor. Elbette tek başına kurumundan aldığı güçle yapmıyor bunu. İktidardan aldığı talimat uyarınca ve muhtemelen kendisine verilen güvencelere dayanarak yapıyor.

Son Cuma Hutbesi (2 Mayıs) iktidarın aile yılı ilan ettiği 2025 için planlanan cinsiyet politikasını onaylayan bir fetva niteliği taşıyor. Bir din devletinde yasaları onaylama edasıyla hutbe yazılmış. Ve tamamen iktidarın din politikası ekseninde seçilmiş ayet ve rivayetlerle bezenmiş bir hutbe. Üstelik tam bir iktidar taktiği ile nasıl savcılık Ayşe Barım iddianamesine çıkmayan yasaya, etki ajanlığı ifadesine yer vermişse Diyanet de hutbede ceza yasasının kamusal suç olarak tanımlamadığı zina fiili için ‘hukuken de suç’ ifadesini kullanmış.

İktidarın çelişkili politikaları

Zina evet dinen büyük günahlardandır amenna. Ancak bu ülke dini yasa altında yaşamıyor, bu birinci falsosu hutbenin. İkincisi ise dinen zina iftirası da en büyük günahlardandır, hutbe bu önemli detaya yer vermemiş. Hatta İlahî mesaja değil kişinin kendisine özgü değerlendirmelerine dayalı hükümler icat edilmiş. Zina fiilinin anlamı genişletilip varsayımsal hüküm kurulmuş. Varsayıma dayalı olmasına rağmen o kadar keskin hüküm kurulmuş ki adeta Afganistan’da Taliban yönetiminin gender apartheid rejimini öneriyor. Kadınların toplumdan tümüyle dışlandığı, evlerinde bile penceresiz odalarda oturtulduğu bir sistem inşa edilir bu hutbeye uyulacak olursa. Eğitim, çalışma, sosyal yaşam kadınlara tümüyle yasaklanmadığı takdirde kıyafetten davranışa her halükarda kadın zina ile suçlanabilir. Çünkü zinaya giden yollar diyerek genişletmiş fiili. İki masalı bir ofiste bir erkek ve bir kadının aynı anda çalışması zina sayılacak hutbeye göre.

Oysa Kur’an zina suçlamasını alabildiğine zorlaştırır. Örneğin bir erkek karısını zina ile suçlarsa ispat etmekle, 4 şahit getirmekle yükümlüdür. Getirdiği 4 şahidin her biri için de o kişinin hayatı boyunca yalan söylemediğine tanıklık edecek 4’er şahit bulmaları gerekir. Yani kadın zina etmediğini söylüyor ve onu suçlayan erkek ise kendi iddiasını ispatlamak için “gözümle gördüm zina ettiğini” diyecek 20 tanık bulmak zorunda. Aksi takdirde zina iftirası nedeniyle o erkek o günün ceza yasasına göre 80 sopa yiyecek. Bir kadının zina etmedim sözüne karşı 21 erkek aleyhe şahitlik etmediği takdirde kadının beyanı esastır dinen. Ve karşı tarafa da 80 sopa…

Bu durumda eğer Diyanet dini yasa hükümleri uygulansın istiyorsa varsayımsal zina ithamları yüzünden kaç sopa yemesi gerektiğini varsın kendisi hesaplasın. Ya da laik hukuk altında yaşadığımızı idrak edip otursun oturduğu yerde. Zina kamusal suç değildir. Olmamalıdır da. Eşlerin birbirlerine yönelik sadakat yükümü nedeniyle sadece bir boşanma sebebi olabilir ki bu da kişisel tercihe bağlı olup böyle devam etmelidir. Diyanet tarikat ve cemaatlerin kışkırttığı, bazı AKP’lilerin de katıldığı, zinanın tekrar kamusal suç sayılmasına yönelik propaganda karşısında İslamî ve insani yaklaşımı öncelemeli yada susmalı.

Ali Erbaş’a sorular

Diğer yandan yine aynı grupların kışkırttığı toplumsal cinsiyet eşitliği karşıtı yasa hazırlıklarına dinden meşruiyet kazandırmak için din devlet politikasına alet ediliyor hutbede. “Eşcinsellik” sapkınlıktır diyerek Lut kıssasından örnek vermeyi pek severler, kolaylarına gelir çünkü. Ama bir parçacık düşünmeye zahmet etseler lanetlenenin eşcinsellik değil yönetenlerin zulmü olduğunu anlarlar. Fakat anlamak yetmez söylemek için yürek ister. Örneğin Ali Erbaş’a soralım: Allah “ant olsun ki biz birbirine zulmetmeyen hiçbir kavmi helak etmedik” ayeti ile verdiği mesajda bizlere helak olma sebebinin eşcinsellik değil güçlünün zayıfa zulmü olduğunu anlatmak mı istemiş? İktidarın aile ve nüfus politikasını, cinsiyet politikasını, yönetenlerin faşizan toplum tasarımını desteklemek için dinden dayanak getirmeye memur edilmişler bu soruya ne cevap verir ayrı bir merak konusu.

Cinsiyet kimliği için tıbbi ve hukuki hakların yaş sınırını 21’e çıkarmayı planlayan ve uymayan kişiyi de hekimi de hapis cezasıyla sindirmeyi planlayan iktidar ve ortakları aynı zamanda kız çocuklarına yönelik erken evlilik kılıflı cinsel istismar suçu faillerini yine ve yeniden affedecek yasa hazırlığında. Bu ne yaman çelişki? Kız çocuğu 15 yaşın altında (ki 9 yaşa kadar yolu var) cinsel istismara uğrarken evlilik kılıfı geçirilip cezasız bırakılacak çünkü kız çocuğunun cinsel olgunluğa eriştiği varsayılacak ama kadın olsun erkek olsun cinsiyet kimliğini değiştirme ihtiyacı duyanlara 21 yapından önce “sen kendi cinselliğini kendin bilemezsin” denilecek. Hiçbir insani değerle uyuşmayan bu iki yaklaşım aynı anda aynı iktidarın aynı nüfus politikasında bir araya geliyor. Ataerkil cinsiyet rollerinin, erkek egemen toplum yapısının tekrar ve tekrar tahkim edilmesi için yapılıyor.

Eşitlik karşıtı bu girişimlere ise Diyanet iktidardan aldığı talimat uyarınca dinden cevaz/onay veriyor. Tabi aynı zamanda Diyanet bir propaganda aygıtı olarak kullanılıp halkı bu insanlık dışı politikalara razı etmekle görevlendiriliyor. Binlerce yıllık eril tahakküm yeniden güç kazanırken Diyanet de ayetten örnek getirerek söyleyeyim “Allah’ın ipini bırakıp ataların ipine sarılmış” oluyor.

Ahlak ve namus kavramlarını bel altına indirgeyip ataerkil kodlarla kadına zimmetleyen bakış açısıyla yazılmış bir hutbeye bunca zaman ayırıp eleştirmek zorunda kalmak da başlı başına zül. Cuma namazına bile yanına koruma ve jammer almadan gidemeyenlerin ülkesinde hal ve gidiş böyle.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.