Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Burak Bilgehan Özpek yazdı: Tabanını dönüştüren lider fetişizmi

Türkiye siyasetini Erdoğan’ın kişisel özelliklerinden bahsetmeden değerlendirmek mümkün değildir. Eğer bir tek adam rejiminden bahsediliyorsa, rejimin karakterini belirleyen, kurumlar veya kurallardan daha çok liderin karakteri, psikolojisi, korkuları, zaafları, tecrübeleri hatta bilinçaltıdır. Bu yüzden aslında Türkiye’yi anlamak için en tehlikeli sulara girmek, bizzat Erdoğan’a odaklanmak icap eder. Ancak burada güvenli bir alan mevcuttur. İster hükümeti desteklesin ister karşı olsun, bir analistin Erdoğan’ın liderlik karizmasını övmesi garip karşılanmaz. Bu objektif bir gerçekliğe işaret edildiğini gösterir daha çok zira söz konusu olan, 20 senedir iktidarını korumayı başarmış ve birbirinden farklı politikaları savunmasına rağmen seçmenini peşinden sürükleyebilmiş siyasi bir karakterdir.

Erdoğan’ın kişisel karizmasına duyulan bu hayranlık aslında sanıldığı kadar doğal değildir ve objektif bir gerçeklikten daha çok kurgusal bir imajın algılarımız üzerinde bıraktığı geçici bir etkiye de bağlı olabilir. Geçici diyorum ancak bu geçicilik Erdoğan’a duyulan hayranlığın kısa zamanda siliniyor oluşuna değil sürekli olarak ayakta tutulması gerektiğine götürür bizi. Moffitt’in popülist liderleri bir performans sanatçısına benzettiğini, performanslarını ise karmaşık ve çözümü güç krizleri aniden çözerek icra ettiğini biliyoruz. O aynı zamanda, bu performanstan etkilenecek olan izleyicilerin, yani halkın da, sürekli olarak medya vasıtasıyla şekillendirildiğini söyler. Diğer bir ifadeyle, krizi çözdüğü için etkilenen bir halk yoktur. Zaten etkilenmiş halde sahneye bakan ve krizin çözümünü çılgınca alkışlaması için oraya davet edilmiş bir halk vardır. 20 Aralık gecesini hatırlayalım. Dolar kurunun birden bire düşüşü, iktisat ilminin çözülmesine imkânsız gözüyle baktığı bir sorunun Erdoğan tarafından basit bir hamleyle halledildiği ve onun performansının zirveye ulaştığı bir andı. Ardından gelen sevinç çığlıkları, halaylar, AKP’li yazarların had bildirme seansları ve birçok muhalifin hissettiği moral bozukluğu hala aklımızda. Bu büyülü anın etkisi geçmeye yüz tuttuğu anda, yeni krizler ve yeni çözümler mutlaka devreye girecektir. Toplumun sürekli olarak hipnotize olmuş halde liderin etrafından kenetlenmesinin başka yolu yoktur çünkü. Mesela önce fahiş zam oranları açıklanması ve hemen ardından Erdoğan sahneye çıkması, müdahalesini yapması ve bu oranlar düşürmesi bu devam eden, asla bitmeyecek olan gösterinin bir parçasıdır.

AKP hikayesi aslında bu tip geçici krizler ve ani hamlelerle başlamadı. Erdoğan, daha büyük bir krizin, çözümü zamana yayılan bir sorunun muhatabı olarak anıldı ilk yıllarda. Bu toplumsal bir problemdi ve hem dindarların hem sekülerlerin olabildiğince radikal ve uzlaşmaz şekilde resmedildiği bir dünyaya aitti. Erdoğan, dindarlardan aldığı yetkiyi ülkenin demokratikleşmesi için kullanıyor ve aslında evrensel değerlere yabancı bir toplum kesimini merkeze çekmeyi başarıyordu. Öte yandan, sekülerlerin direnci ise onları merkezden uzağa savuruyor ve onları marjinalleştiriyordu. Böylece Erdoğan, “tabanını dönüştüren bir lider” olarak anılmaya başlandı ve onun yokluğunun kimlik grupları arasında ya sert bir çatışma ya da askerin duruma el koyduğu arkaik otoriter bir rejim ile son bulacağı iddia edildi.

Tabanını dönüştüren lider söylemi öyle etkili bir araca dönüştü ki, Erdoğan’ın erken sinyallerini verdiği illiberal ve anti-demokratik bütün eğilimlerini bir şekilde ya sümen altına itti ya da meşrulaştırdı. Erdoğan, kamu kaynaklarını kullanarak medya kurumlarını bir şekilde kontrol altına alması “tabanı dönüştürme” sürecinin bir zorunluluğu olarak sineye çekildi. Onun mitinglerde kullandığı dil, kendisi ile rakipleri arasında yarattığı abartılı karşıtlıklar ve hatta kurduğu patronaj sistemi dünya üzerindeki bütün siyasetçilere has özellikler olarak değerlendirildi ve tabanın teveccühünü demokratikleşmeye tahvil eden bir siyasetçinin zorunlu mesaisi olarak görüldü.

İsmet Özel’in dediği gibi “her şey ben yaşarken oldu, bunu bilsin insanlar”. Gözlerimizin önünde, tabanını dönüştürerek onları evrensel bir demokratik merkeze doğru yolculuğa çıkarttığı düşünülen lider, kendi siyasi ikbalini, evrensel değerlerin reddine, yerli ve milli bir merkez oluşturma projesine bağladı. Böylece tabanın dönüşmediği, dönüşüm sürecindeki bütün hikayenin aslında kamu kaynaklarını ve kamu gücünü ele geçirmek için tercih edilen bir strateji olduğu ortaya çıktı. Hatta televizyon ekranlarında veya gazete köşelerinde, azgın seküler azınlığa karşı demokratik ve insani değerleri engin bir hoşgörüyle karşıladığı söylenen muhafazakârlar Erdoğan’ın rotasını takip ettiler. Artık milli güvenlik konusunda oldukça hassas, tehditleri belirleme tekelini Erdoğan’a devretmiş, onun düşman tanımı üzerinden muhaliflere hoyratça “terörist” diyebilen, parti kapatmayı, ekran karartmayı ve eşini dostunu gammazlamayı milli bir vazife adleden muhafazakârlar olduğu söyleniyor.

Bence ikisi de değil. Ne muhafazakârlar evrensel değerleri o dönemki aydınların sandığı kadar içtenlikle karşıladılar ne de şu anda sanıldığı kadar milliyetçiler ve katı bir otoriterlik talep ediyorlar. Onların bir kısmı mevcut hükümetin patronaj ağları içindeki konforlarını kaybetmek istemiyor, bir kısmı da istikrar ve düzen ihtiyacını hayatının her anında hissettiği için bir alternatife yönelmeyi riskli buluyorlar. Yani kimlik temelli ve özcü bir yaklaşımla tek başına ele alınabilecek bir durum yok ortada.

Erdoğan’ın tabanını dönüştürdüğü argümanına aslında en büyük meydan okuma muhafazakârların umulmadık savruluşundan değil sekülerlerin STV dizilerinde veya İslami romanlarda anlatıldığı gibi olmayışından geldi. Yıllarca Baykal’ın, Serter’in, Arıtman’ın ve televizyona çıkan bazı militarist emekli paşaların biyolojik bedenlerinde tecessüm eden, kan emici olarak tanımlanan İstanbul sermayesinin bir personeliymiş gibi muamele gören ve sosyete haberlerinde tanık olabileceğiniz skandalları günlük hayatının normal bir parçasıymış gibi yaşadığı zannedilen sekülerlerin normal insan çıkması şokuydu bu. Kendisini Gezi Parkı’nda, kadın hareketinde, ülkeyi terk eden doktor ve mühendislerin isyanında, torpilleri olmadığı için mülakat ile elenen ve iş bulamayan gençlerin umutsuzluğunda, toplumsal hayatta asgari medeni davranış kurallarına riayet etme gayretinde, komplo teorilerine inanmama eğiliminde ve birçok alanda muhafazakâr olmayan insanların aslında küresel orta sınıfın belirgin özelliklerini sergiledikleri görüldü. Uzunca süre ülke gündeminde tutulan başörtüsü sorununun aslında askerlerin ve CHP içinde bir kliğin sorunu olduğu, seküler kesimin başörtülü öğrenciler ile bir arada okula gitmekten doğal bir rahatsızlığı olmadığı görüldü.

“Tabanını dönüştüren Erdoğan’a karşı, tabanını tam ve eksiksiz olarak yansıtan CHP ikilemi” okuması bütün başarısızlığına rağmen hâlâ yaşıyor. Aktörlerin isimleri değişse de siyasal hayatı, adeta bir anomali şeklinde zuhur eden liderlerden medet umarak değerlendirme eğilimi devam ediyor. Son günlerde gördüğümüz, azgın Kemalist ve seküler CHP seçmenini dönüştürmesi umulan demokrat ve ılımlı Kemal Kılıçdaroğlu hikayesi bu zihin matematiğinin sonucu. Tabanını mükemmel şekilde temsil eden Erdoğan’a karşı, tabanının radikalliğini törpüleyen ve onları muhafazakârlarla barıştıran Kılıçdaroğlu, bir dönem Erdoğan’ı da aynı şekilde takdir eden isimlerin takdirini topluyor. Üstelik bu tavrın, AKP’den vazgeçmiş kararsız seçmeni etkileyeceği vaadinde bulunarak yapılıyor bu.

Toplumun tek ihtiyacını kimliksel tatmin olarak görmenin, insanları gündelik hallerinden çıkartıp karakter yerine tip olarak tarif etmenin ve ılımlılık-radikallik skalasını 1 ve O’dan ibaret görmenin kaçınılmaz sonucu bu. Haliyle, bir mesih, bir kurtarıcı bekletiyor insana. Zuhur edecek, demokrasiyi bizlere hediye edecek ve gerekirse anti-demokratik yollarla dahi olsa bu hediyeyi koruyacak ve Erdoğan’a dönüşmeyecek bir karaktere sahip olan bir peygamber beklentisi bu.

Burak Bilgehan Özpek’in diğer yazıları:

Cinnet ve cennet arasında doksanlar

Radikalizmden beslenen ılımlılık

Ekonomiyi keramet ile yönetmek

İki cihanın tek lekesizi

Liberalizmin tarikat mesaisi

Siyasi bir epic fail örneği olarak Kazakistan

Siyasetin Çiftlikbank’ı

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.