Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Burak Bilgehan Özpek yazdı: Cinnet ve cennet arasında doksanlar

Son zamanlarda doksanlar nostaljisi ve bu nostaljiye duyulan tepki çok konuşuluyor. 20 yıllık AKP iktidarı aslında bu iktidarın makbul tanımı dışında kalan birçok olguya, kavrama, kişiye ve döneme itibar kazandırdı. Muhaliflerin bir kısmı için non-AKP olan her şey AKP olmadığı için ve AKP’ye dönüşmediği için makbul kabul ediliyor. Bu yüzden 90’lı yıllar, yani Türkiye’nin AKP’siz son on yılı, kendiliğinden bir cazibe kazanıyor.

Elbette bu doksanlar nostaljisinde, AKP ile birlikte değişen medyanın büyük payı var. Özellikle, gözünü Erdoğan’ın yönettiği Türkiye’ye açan yeni kuşak, doksanlı yıllarda yayınlanan televizyon programlarını izledikçe veya o yılların gazete kupürlerine rastladıkça büyük bir kafa karışıklığı yaşıyor, bütün bu olan bitenin aynı ülkede yaşandığına inanmakta güçlük çekiyorlar. Halihazırda muhatap oldukları muhafazakârlaşmanın doksanlı yıllara baktıkça daha belirgin hale gelmesi ne kadar can sıkıcıysa doksanlı yılların bir anti-muhafazakârlık barındırdığına duydukları inanç da o kadar artıyor. Bu da, doksanlı yılların cazibesini besliyor. Aslında bu duygu, içinde derin bir ümitsizlik barından bir nostalji. Etimolojik olarak, uzak diyarlardaki baba ocağına duyulan özlem gibi bir anlamı var nostaljinin. Yani aşılamaz, kapatılamaz bir mesafeye işaret ediyor. Dolayısıyla mevcut yaşantının iyileştirilmesi için gerekli enerjinin yerini asla tatmin olmayacak bir hasreti hissetmenin buruk ve uyuşturucu bir içe kapanma isteği alıyor. Bu aslında gerçek ile hayal arasında bir gerilim ve doksanların hayal edilenin dışında bir gerçekliğinin olup olmadığını sorgulatıyor haliyle.

Doksanlar gerçek miydi?

Hayır değildi. Tıpkı bugün medyadan yansıyan Türkiye’nin toplumun gerçek yüzünü yansıtmadığı gibi doksanlar medyası da aslında toplumu yansıtmıyordu. Yani o yılların televizyonlarına ve gazetelerine bakarak ülke hakkında çok az fikir edinebilirsiniz. Özel kanalların serbest olmasıyla birlikte (evet özel televizyon ve radyo kurmak 1993 yılına kadar yasaktı) halkın üzerine büyük bir eğlence kültürü boca edilmeye başlandı. O zamana kadar halk arasında mistik ve fantastik gözüken magazin figürlerinin çapkınlıkları, hatta çarpık ilişkileri olağan bir hale sokularak ekranlara taşındı. Her rolün abartılı oynandığı televizyon dizileri, ekmek fırınlarında böcek yakaladıkça insanları rahatlatan veya cinnet geçiren bir kocanın ailesini katlettiği görüntüleri sansürsüz yayınlayan reality show’lar oldukça revaçtaydı. Görgüsüz ve maço arabeskçilerin bolca dansöz oynattıkları, henüz RTÜK kurulmadan önce müstehcen filmlerin saat 21’de başladığı ve karasal yayın yapan kanalların ücretsiz erotik filmleri sansürsüz yayınladıkları bir dönem yaşadık. Öyle ki, aileler televizyonun başına büyük bir tedirginlikle oturur, aniden çıkabilecek açık saçık bir sahneye müdahale etmek için tetikte beklerdi. Mesela Cem Özer’in sunduğu Laf Lafı Açıyor programına davet edilen kadın bir şair Nara Benek aniden soyunmuş, göğüsleri açık halde programa devam etmişti. Banttan yayınlanacağı için gazetecilerin bu olaydan yayın saati öncesi haberi olmuş ve bu durumu, bırakın eleştirmeyi, büyük bir heyecanla beklemişlerdi. Savaş Ay’ın toplumun her kesiminin tartışmayı en bilmeyen tiplerini etrafına toplayarak yaptığı tartışma programlarından tutun da Reha Muhtar’ın popülizmin dibine vurarak katılımcıları azarladığı gece haberleri bu yılların alameti farikasıydı.

Show dünyasının bu dizginlerinden boşanmış hali açıkçası siyasi arenada da yaşanıyor gibi gözüküyordu. Eleştirilemeyen hükümet ve siyasetçi yok gibiydi. Ali Kırca’nın sunduğu Siyaset Meydanı programı çok ilgi çekiyor ve aklıselim bir müzakere zemini olarak öne çıkıyordu. Aslında Bobio’nun ve Giddens’ın ılımlılık ve müzakere üzerine geliştirdiği tezler akademik dünyanın ilgisini çekerken Siyaset Meydanı zamanın ruhuna uygun bir hamle yapmıştı.) Bu programın bir benzeri ise İslami bir kanal olan Kanal 7’de İskele Sancak ismiyle yayınlanıyor, programın sunuculuğunu ise Ahmet Hakan yapıyordu.) Özgürlük ortamı sadece kamusal tartışmayla sınırlı kalmıyordu. Siyasi skandallar ve kirli ilişkiler hızlı bir şekilde medyaya yansıyor, halkın gözünün önünde her gün bir kanalizasyon patlıyordu.

Bu durumu bir özgürlük ve çeşitlilik hali olarak değerlendirmek elbette ki mümkün. Ancak mesele, siyaset kurumunun hoşgörüsünden veya yapısal bir teminattan ziyade sistemin sahipliği ile alakalıydı daha çok. Doksanlı yıllarda siyasetçiler sistemin sahipleri değildi. Bunun yerine kendisinin devletin tüzel kişiliğini temsil ettiğini düşünen, bunu da milli güvenlik üzerindeki belirleyiciliği ile temellendiren Milli Güvenlik Kurulu (MGK) vardı. Yani şu günlerde olduğu gibi kendisini devletle özdeşleştirebilen bir siyasi parti yoktu. Bunun imkanı da yoktu çünkü devletin sahibi MGK idi. Bu yüzden siyasetçileri eleştirmek serbest ve olağan bir durum iken, milli güvenlik politikasını eleştirmek ve ordunun siyaset üzerindeki etkisinin meşruluğunu sorgulamak pek de mümkün değildi. Bu yüzden PKK ile mücadelenin oldukça kanlı bir şekilde yaşandığı 1993-1996 yılları arasındaki dönem MGK söylemleriyle büyük bir uyum içinde işlendi. Benzer bir durum, 28 Şubat döneminde de yaşandı. Birkaç İslamcı gazete ve televizyon dışında, süreç büyük bir uyum içinde ilerledi.

Yani doksanlar Türkiyesi ne şimdi bulunduğumuz noktadan bakıldığı gibi seküler ne de demokratikti. Ancak sosyal olarak daha renkli ve siyasi olarak daha rekabetçi olduğunu söylemek mümkün. Üstelik siyasal istikrarsızlığın görece sağlam bir bürokrasiyi de yarattığını söyleyebiliriz. Bu istikrarsızlıktan etkilenmeyecek şekilde muhafaza edilen kurumlar vardı. Hariciye teşkilatı ve Devlet Planlama Teşkilatı gibi kurumlar özerk bir teknokratik alan yakalayabilmişlerdi. Akademi 80 darbesinden sonra büyük bir yara alsa da, prestijli okulların dokunulmazlığı ve erişilemezliği muhafaza ediliyordu. Anadolu ve Fen Liseleri’nin eğitim kalitesi arttırılmaya çalışılıyor ve ülke, çalışkan gençlerine kendi emek ve zekâlarıyla kurabilecekleri bir gelecek vaat etmeye gayret ediyordu.

Buna karşın ülkenin kronik sorunları aslında kendisini hissettirmeden, çoğu zaman karikatürize edilerek ve ciddi bir şekilde ele alınmadan derinleşiyordu. Büyük kentlere göç etmiş milyonlarca insanın ekonomik ilişkiler ağına adaptasyonu sağlıklı değildi. Gecekondulaşma ve bu bölgelerde yaşayan insanların mevcut siyasi rejimle sorunlu ilişkileri çözülememişti. İslamcılığın yükselmesi ve desteğini bu sorunların çözümsüzlüğünden alıyor oluşu biliniyor ancak buna karşın hamasetin ve askerin siyasete müdahalesinin dışında bir çözüm önerisi geliştirilemiyordu. PKK ile mücadelesinden başarıyla çıkan ordu ise sorunun politik ve sosyal taraflarını siyaset kurumuna havale etmişti. Şiddet sona ermişti ancak Kürtler hâlâ Kürt’tü.

Doksanlar pop

Burak Dalgın’ın doksanlı yıllara ait tek güzel şey olarak o yılların pop müzik akımını göstermesi çok ilgi çekti. Bu şarkıların, benim yaş grubumdaki insanlar için ayrı bir yeri var. Bize gençliğimizi, o yıllarda hissettiğimiz duyguları ve muhtemelen acemice, el yordamıyla hayata dalışımızı hatırlatıyor. Ancak doksanlar Türkçe pop bir anomali değildi. Bütün bu karmaşa içinde yeni yeni ortaya çıkan kentli, orta sınıfın yarattığı bir özerklik alanıydı. Özal’ın piyasacılığı sayesinde kendisini folklorik veya ideolojik bir kimlikle tanımlamak istemeyen apolitik orta sınıfın ilgisini çeken bir icattı muhtemelen. Severek okuduğumuz Boxer ve L-Manyak gibi dergiler, Yeditepe İstanbul dizisi ve altyazılı filmleriyle hayatımıza giren cnbc-e kanalı gücünü bu sınıftan alıyordu. Bu satırların yazarı, yaptığı amatör sosyolojik tespitlerin kendisini geçmişi özlemle yâd eden bir boomer’a dönüştüreceği endişesiyle burada bırakmaya karar verdi.

Burak Bilgehan Özpek’in diğer yazıları:

Radikalizmden beslenen ılımlılık

Ekonomiyi keramet ile yönetmek

İki cihanın tek lekesizi

Liberalizmin tarikat mesaisi

Siyasi bir epic fail örneği olarak Kazakistan

Siyasetin Çiftlikbank’ı

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.