Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Kemal Can yazdı: 1 Mayıs, Gezi, meydan ve agorafobi

Bugün 1 Mayıs İşçi Bayramı. Emeğin, dayanışmanın ve mücadelenin günü. 1 Mayıs’ı işçi bayramı yapan olay, emekçilerin itirazlarını ve taleplerini, fabrikalarından çıkarak sokaklara meydanlara taşımasıydı. ABD’de yüz binlerce işçinin katıldığı grevler, resmi ırk ayrımı politikasına rağmen siyahlarla beyazların kol kola yürüdüğü, on binlerin meydanları doldurduğu eylemlerin başladığı gündü 1 Mayıs. Bu haklı tepkiyi, bu dayanışma tablosunu, bu kararlı iradeyi tehlikeli ve rahatsız edici bulanlar, kanlı saldırılarla cevap verdiler, sekiz saat çalışmak isteyen işçilerden bazıları idam edildi. 136 yıl önce yaşandı bütün bunlar. 1 Mayıs’ı dayanışma ve mücadelenin günü yapan, birlikten doğan güçtü. Bayram yapan ise sokaklara, meydanlara taşmasıydı. Onu bayram yapan da rahatsızlık veren de sokaklarla, meydanlarla ayrılmaz ilişkisiydi. 1886’da Chicago’da, 1789’da Bastille’de, 1848’de Paris’te, 1917’de Saray Meydanı’nda, 1968’de Prag’da yaşandığı gibi eşitlik, özgürlük, dayanışma ve adalet fikrinin sahnesi hep meydanlar, sokaklar oldu. 1977’deki ve 2013’teki Taksim de öyleydi.

1 Mayıs İşçi Bayramı, en son 10 yıl önce 2012 yılında Taksim’de kutlandı ve 2013’te işçilere kapatıldı. Bahanesi, daha sonra Gezi Parkı’nda ağaçların sökümüyle başka bir boyut kazanacak olan “yayalaştırma projesi”ydi. Taksim’i korkunç bir beton yığını haline getirecek inşaat gerekçe gösterilerek, insanların meydana girmesi sakıncalı bulunmuştu. İşin ironik tarafı, bir ay bile geçmeden, on binlerce insanın aynı meydanı doldurması da yine bu inşaat yüzünden olacaktı. Taksim’in her türlü gösteriye yasaklanmasıyla Gezi Direnişi arasında bağlantı kuranlar, bilerek ya da bilmeyerek kronolojiyi bozuyorlar. Gezi’den sonra Taksim’in kapatıldığını söylüyorlar. Oysa en azından 1 Mayıs açısından durum tam tersi. Önce Taksim’i yasakladılar daha sonra Gezi Direnişi yaşandı. Aslında “yayalaştırma projesi”, Topçu Kışlası veya alt geçitler ve viyadüklerle meydanları yok etmek isteyen akıl, onun neyin sahnesi olacağıyla ilgili ciddi bir sorun yaşıyor. Özgürlüğü sevmeyen meydanları sevmiyor. Özgürlüğü istemeyen kalabalıklardan, coşkudan hoşlanmıyor. Meydanları insanlardan alıp döktükleri betona, geçirdikleri yola, bindirilmiş kıtalara, hamaset gösterilerine ve elbette ranta tahsis etmek istiyorlar. İktidar Gezi’den korktuğu için baskıyı artırmadı, iktidar baskıyı artırmaya başlayacağının kuvvetli işaretlerini verdiği için Gezi yaşandı. Hatta fazla erken ve yüksek tepki, gerilimi fazla boşaltmış, ihtiyat akçesini tüketmiş bile olabilir. Merkezi ve hedefi tanımsız güçlü toplumsal hareketlerin böyle bir tarafı da var işte.

Hafta başında Gezi Davası’nda karar açıklandı. Verilen karar hukuktan, adaletten, vicdandan, izandan ve akıldan yoksun. Bunun tartışılacak bir tarafı yok. İktidarın yargılamak, cezalandırmak ve itibarsızlaştırmak istediğinin ne olduğunu çok iyi biliyoruz. Akıl almaz hikayelerle süslediği tehdit anlatısının, derin bir korkunun dışavurumu olduğunu da anlıyoruz. İktidar, 10 yıldır her gün dozu artan baskılar ve yasaklarla birilerinin üstüne üstüne giderken, dizginleyemediği kendi korkusunu da bastırmaya çalışıyor. Gezi, 10 yıldır adım adım yükselen bu baskı döneminin büyük bir ivme kazanmasının hemen öncesindeki insiyaki bir çığlıktı. Erkenci bir tepkiydi. Bir tarafıyla olanlara gecikmiş isyan ama bir tarafıyla da olacaklara peşin itiraz olarak duyulabilecek bir sesti. Organizatörü olmadığı gibi bunu formüle eden bir aklı da yoktu elbette ama “çatlasanız da patlasanız da” sözünün neyi ima ettiğini, yaşadığımız 10 yılda nasıl bir yolculuğa başladığımızı hissedecek kadar güçlü bir sezginin oralarda dolaştığına kuşku yok. Gezi ile 1 Mayıs arasında, bir ruh akrabalığı yanında 10 yıl önce yaşanan bir örtüşme ve meydan komşuluğu da var.

Gezi Davası kararlarına verilen tepkilere dönersek, varılan bu aşamadan sonra bile hatta keskin bazı itirazlarla yan yana, iktidarların agorafobisine ortak olmaya hevesli yorumlar yapılıyor. Birincisi, muhalefet bloğuna geç intisap etmiş endişeli muhafazakârların tekrar ettiği, “Gezi’nin kimlik endişelerini kışkırttığı” ama eklemeden savunmanın da bunu sürdüreceği tezi. İkincisi de sık tedavüle sokulan “gündem değiştirme ve sokağa çekme tuzaklı, kışkırtma” iddiası. Görüleceği üzere her iki acayiplikte de anahtar kavram, “kışkırtma”. Ya insanlar meydana çıkıp haklı itirazlarını söyleyince birilerinin kimlik endişelerini kışkırtıyor ya da uslu uslu evinde durup seçim beklemesi gerekenler iktidar tarafından kışkırtılıyor. Dolayısıyla Gezi, “dozu ayarlanmadan” savunulunca veya yapılan açık haksızlığa aynı netlikte ve sertlikte karşılık verilmesi gereği söylenince, “iktidarın tam da istediği” oluveriyor. Yüzlerce kere duyduğumuz “iktidarın en çok istediği şey” tespiti için daha önce de sormuştum, tekrar ediyorum: “Erdoğan ya da Bahçeli, bunu bizzat size mi söyledi?”

Agorafobi ile yakından ilgili olan ikinci tezden başlayarak söyleyeyim: İktidarın sokağı hareketlendirmek istediği filan yok ama sokak ve meydan yasağını pekiştirmek istediği gayet açık. İhtiyat kılığına sokulmuş “aman ha” uyarıları, meydanları sokakları provokasyon zemini olarak tarif eden agorafobiyi beslemekten başka bir işe yaramıyor. Bütün iktidarların ortak korkusunu rasyonelize ederek kolektif milli hezeyana çeviriyor. Özgürlüğü seviyor ve istiyorsanız, önce meydanları ve sokakları kurban vermekten vazgeçmek gerekiyor. Çünkü özgürlük hep sokaklardan geldi, onlar özgür tutulabildikçe devam etti. Bu yüzden, 1 Mayıs’ın gerçek adresinde yasaklanması ve deniz doldurularak yaratılmış yapay meydana sıkıştırılması da ayrıca üzücü. Şimdi Bakırköy Hapishanesi’nde olan Mücella Yapıcı, Adalet Yürüyüşü sırasında, kente ve doğaya saldırı saydığı “sahte” Maltepe Meydanı’na girmeyi reddedip mitingi dolgu alanın dışından izlemişti. Kutuplaştırmanın fenalığından bahsetmeye rağmen her fırsatta kimlik hassasiyetlerini masaya fırlatmaktan imtina etmeyenlerin ileri sürdüğü “Gezi’den rencide olanlar çıkabilir” tezine gelince: “Helalleşmeyi”, size verilecek hediye paketi saymayı haklı kılacak bir fedakârlık yapmış değilsiniz.

Aradan geçen 136 yıldan sonra kuryeler, AVM çalışanları, zincir market ve mağaza işçileri hâlâ sekiz saatlik çalışma direnişi yapıyorsa, tarihin sonu gelmemiş demektir. Bu yüzden yaşasın 1 Mayıs, yaşasın Gezi ve var olsun meydanlar.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.