Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Ruşen Çakır yazdı: Kılıçdaroğlu’nun “kaçış planı anatomisi” çıkışının anatomisi

CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu son dönemde yaptığı peş peşe çıkışlarla Türkiye’de siyasetin gündemini tek başına belirler oldu. Bu çıkışların yakın zamandaki örnekleri:

  1. İstanbul İl Başkanı Canan Kaftancıoğlu’nun bazı cezalarının Yargıtay tarafından onanması üzerine hızlı bir şekilde İstanbul’a gelmesi, milletvekilleri ve parti yöneticilerini de yanına çağırması;
  2. İstanbul’da SADAT’ın merkezini milletvekilleriyle basması ve kapısının önünde seçim güvenliği üzerine kritik açıklamalar yapması;
  3. Arayı açmadan İstanbul Maltepe’de yüz binlerce kişinin katıldığı bir miting düzenlemesi;
  4. ABD’deki TURKEN Vakfı aracılığıyla Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın aile üyeleri üzerinden yurtdışına para aktardığı ve “birkaç yüz kişi” ile bir “kaçış planı” yaptığını önce TBMM grup konuşmasında, aynı akşam sosyal medya üzerinden bir video yayınlayarak ve birkaç gün sonra yine sosyal medya paylaşımlarıyla ileri sürmesi.

Bu çıkışların bir şekilde birbirleriyle bağlantılı olduğunu söyleyebiliriz. Peki bunların gündemi belirlediğini nereden ve nasıl ölçüyoruz? Herkesin farklı kriterleri olabilir ama şahsen bu süreçte iki gruba baktım:

Erdoğan ve yakın çevresinin tepkileri: Can havliyle

Öncelikle SADAT baskını şok etkisi yaratmışa benziyor. Erdoğan tek bir fotoğrafla anında yalanlanacağını bilmesine rağmen SADAT ekibiyle hiçbir şekilde ilişkisi olmadığını söyledi ve bu baskını bölgedeki stratejik çekişmelerin bir uzantısı olarak yorumladı. SADAT yöneticileriyse şaşırtıcı bir şekilde, Medyascope dahil, iktidarın havuzunda olmayan medya kuruluşlarına meram anlatma yoluna gitti. Normal şartlarda sadece iktidar medyasına başvurur ve olayı yargıya havale ederlerdi. Kısacası hem Erdoğan, hem SADAT’ın canının yanmış olduğunu söyleyebiliriz.

“Kaçış planı” ise SADAT baskınından daha güçlü bir etki yarattı. Öyle ki Kılıçdaroğlu’nun videosu yayınlanır yayınlanmaz Erdoğan’ın kurmayları kendi medya kuruluşlarında bir yalanlama kuyruğuna girdiler. Aslında TURKEN ile ilgili olarak açık kaynaklarda yer alan para hareketlerini doğrulamaktan başka çareleri yoktu, fakat “kaçış planı” iddiasını etkisiz kılmaya uğraştılar. Erdoğan ise yargıya başvurmanın ve Kılıçdaroğlu’nun seslendiği bürokratlara ayrıca seslenmenin ötesinde çok sert cevaplar vermedi.

İktidarla organik ilişki içinde olmayan bazı kişi ve çevrelerden gelen sert eleştiriler

Bir süredir ilginç bir trende tanık oluyoruz. Erdoğan iktidarıyla organik ilişki içinde olmayan veya olsa da bunu göstermeyen bazı kişi ve çevreler, başta Kılıçdaroğlu’nunkiler olmak üzere muhalefetin önde gelen aktörlerinin çıkışlarını beğenmeme ve etkisizleştirme konusunda çarpıcı bir gayret sarf ediyorlar. Bunların bir kısmının “kötümser muhalifler” olduğu muhakkak. Erdoğan’dan hoşlanmayan, hatta ondan nefret eden fakat onun yenilmesinin mümkün olmadığını düşünen, ama bunu itiraf etmek yerine muhalefetin aktörlerini topa tutmayı maharet sanan çok kişi var.

Ayrıca, örneğin yazının girişinde saydığımız tüm Kılıçdaroğlu çıkışlarını itibarsızlaştırmak isteyen “iyimser muhalifler” var. Bunlar muhalefetin iktidara yürüdüğüne inanan ancak Kılıçdaroğlu’nun cumhurbaşkanı adayı olması durumunda işlerin bozulacağını düşünen kişiler. Kılıçdaroğlu’nun bu adımları aday olmak için attığını düşünüyor ama kendi tercihleri Mansur Yavaş, Ekrem İmamoğlu, Meral Akşener veya bir başkası olduğu için bunları etkisiz, anlamsız, yanlış vb. olarak tanımlıyor ve sert bir şekilde eleştiriyorlar.

Kripto Reisçiler”in yoğun mesaisi

Bir de Fethullahçıların literatürümüze hediye ettiği o meşhur “kripto” deyimiyle tanımlayabileceğimiz “gizli Reisçiler” var. Özellikle sosyal medyayı kullanarak Kılıçdaroğlu’nun Kaftancıoğlu’na abartılı bir şekilde sahip çıktığından (ki bunların çoğuna göre Kaftancıoğlu “Atatürk’ün partisine” yakışmıyor) SADAT baskınının anlamsızlığına; miting konuşmasını kağıttan okumasından TURKEN olayındaki paranın azlığına kadar bütün bu sürecin özünü anlamayan veya bilerek anlaşılmasını engellemeye çalışan gürültüler koparıyorlar.

Erdoğan ve yakın çevresi, “kötümser muhalifler”, Kılıçdaroğlu’nu aday görmek istemeyen “iyimser muhalifler” ve “kripto Reisçiler”in şaşırtıcı bir şekilde ittifak yapması, son dönemin moda tabiriyle “endişe” ifade etme yarışına girmesi, Kılıçdaroğlu’nun son çıkışlarının görünen ve gösterilmeye çalışılandan çok daha etkili olduğunu bize anlatıyor.

Erdoğan’ın kırılganlığının ortaya çıkması

Buradaki ana mesele, Kılıçdaroğlu’nun bu hamlelerinin Erdoğan’ın “dokunulmaz” ve “yenilmez” olduğu algısını yerle bir etmesi, onun nasıl kırılgan bir durumda olduğunu gözler önüne sermesi. “İyimser muhalif” diye tanımladığım kesimleri bu noktada hariç tutabiliriz. Onları endişelendiren husus, Erdoğan’ı “pekala yenilebilir” bir siyasetçi olarak gösteren Kılıçdaroğlu’nun bu sayede “pekala yenebilir” bir siyasetçi olarak öne çıkma ihtimali.

“Kötümser muhalif” dediklerimin (çok sayıda tanıdığım böyle) ise sanki yıllardır yaşadıklarını içselleştirmiş ve sahiden yeni bir dönemin başlamasından tedirgin olduklarını söyleyebilirim. Erdoğan ve gizli ya da açık destekçilerinin de, iktidarın yaşadığı krizin, çok sık rastlamadığımız bir şekilde muhalefet, özellikle de onun en çok küçümsenen bir aktörü tarafından derinleştirilmesinden çok rahatsız oldukları ortada. Üstelik bu seçimlere en fazla 13 ay kalmışken yapılıyor.

Kılıçdaroğlu kimlere hitap ediyor?

Bitirmeden, bambaşka bir yazının konusu olabilecek “Kılıçdaroğlu kimlere hitap ediyor?” sorusu üzerine birkaç şey söylemek isterim. Bana göre Kılıçdaroğlu’nun muhatapları önem sırasına göre şöyle:

  • Onun tarifiyle “şerefli” ya da “kirlenmiş”, fark etmez, bürokrasi;
  • Erdoğan iktidarıyla çıkar ilişkisine girmiş ve bir anlamda kader birliği yapmanın eşiğinde olanlar (iş insanları, üst düzey siyasetçiler);
  • İster iktidara, ister muhalefete yakın olsun, Erdoğan’ın kaybedebileceğine inanmayan seçmenler,
  • Erdoğan ve yakın çevresi;
  • Altılı masanın bileşenleri;
  • CHP içindeki farklı sesler.

Neden bürokrasiyi ilk sıraya yerleştirdiğime gelince: Bunun cevabı, ne zamandır bir şekilde dile getirilen ve iktidarın kaybetme ihtimali arttıkça daha fazla telaffuz edilen ve önümüzdeki döneme damgasını basmaya aday “Erdoğan seçimi kaybederse iktidarı bırakır mı?” sorusunda gizli. Yani Kılıçdaroğlu “bürokrasi” derken sanıyorum öncelikle güvenlik bürokrasisini kastediyor. SADAT baskınını da bu bağlamda düşünmek yanıltıcı olmaz.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.