Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Sevilay Çelenk yazdı: Çürük, sürtük… daha neler: Üstelik de prompterdan okuyor!

Şöyle güzel ve eğlenceli bir yazı yazayım bugün diyordum. Fakat Cumhurbaşkanı’nın Gezicilere yönelttiği “Çürük, sürtük” gibi hakaretler karşısında yazı gündemim tümüyle alt üst oldu. Ağır hakaret söz konusu. Üstelik bir kastı aşma veya bir dil sürçmesi filan da değil diyorlar. Prompterdan tane tane okunmuş, resmen tasarlanmış hakaret!

Zaten iki haftadır yazı mazı yazamamıştım. Çünkü tam “yüzdük yüzdük kuyruğuna geldik, bu covid bize bulaşmadan çekip gidecek herhalde” filan demeye kalmadı, giderayak sırtımızdan vurdu. Bir gün arayla ikimizi de devirdi. Üstelik uzun zamandır yapmayı planladığımız bir gezi esnasında, başka şehirde yakalandık merete. Epeyce bir mahcubiyet de yaşadık yani. Misafir gittiğin günün akşamında covid olup yatağa düşmek olur mu be ya? Bu dönemde bir yere misafir olacaksan, covid riskini sıfırlamak için gereken tedbiri de önceden alacaksın. Peki “kendisi” ne yaptı? Kelimenin düz anlamıyla sokakta rastladığımız, inci kolyeli bir Almanla saatlerce kafa kafaya sohbet etti. Sonuç olarak Omicron’u kaptı ve ertesi güne kalmadı bana da bulaştırdı. Daha covid bitmemiş, bir de üstüne maymun çiçeği gelmiş, insan sokaktan gelince kendisiyle bile iki saat kafa kafaya veremiyor, bir yüzünü gözünü yıkıyor filan feşmekan… Elin yeraltı Alman müzisyeniylen ne konuşuyorsun bu kadar? Müzisyen misin?

Neyse ki evine konuk olduğumuz arkadaşımız, “Babaannem yaşasaydı bugün nasıl yapardı” adlı, zamane sebzeleriyle filan modifiye edilmiş nefis bir mercimek çorbası pişirmek de dahil gereken her şeyi yaptı. Çok iyi baktı bize sağ olsun. Böyle de güzel insanlar var işte… Biz de biraz kendimize gelince Gibi’yi tanıttık ona ve sevdiğimiz bölümleri bulup izlettik. “Erasmus’la gelen yamyam” bölümünü onunla birlikte tekrar izlerken gülmekten kırıldık yine. O da çok kısa süre önce covid atlatmıştı ve yeniden hastalanma riski o ara pek yoktu Allah’tan.

İşte bu hafta böyle havadan sudan bir yazı yazacaktım. Hafif olsun, canı sıkılmışlara ya da hastalara filan biraz nefes olsun istiyordum. Hatta çoktandır sözünü etmediğim kraliçeden söz edeyim ve tahta geçişinin 70. yıldönümü kutlamalarını filan anlatayım diyordum. Bir de Top Gun: Meveric filminin galası vardı tabii. Tom Cruise münasebetsizinin kraliyet üyelerine dokunmama yasağını delip galada burun buruna geldiği Kate Middleton’ın elini tutarak kırmızı halıda bir basamak çıkmasına yardım etmesi filan… Bu dokunuş Biritiş dünyasında baya bir fırtına kopardı. Cruise’u öven de var döven de var… Koca Buckingham Sarayı işte anca bu minnak skandallarla çalkalanıyor. Taş bizim başımıza yağmış…

Bunları anlatacaktım. Bir yolunu bulup olayı “Ersamus’la gelen yamyam” hikayesine de teyellerdim nasıl olsa. Bu arada dizinin o bölümünün konusu da özetle şöyle: İstanbul’a Erasmus değişim programıyla gelen ve babaannesiyle yaşayan bir öğrencinin evine yerleşen mutlu bir Hollandalı, evdeki babaanneyi yiyor. Basbayağı! Meğer yamyammış! Ülkemizde bir kesimin Erasmus mevzuuna şüpheyle yaklaşması bundan daha yaratıcı bir absürtlükle komediye konu edilemezdi. Büyük ihtimalle niyetleri bu şüpheyi anlatmak filan değilmiş ama ben öyle yorumladım.

İsmi lazım değil, AKP’ye yakınlığıyla bilinen bir yazar, bir zamanlar bu Erasmus meselesine fena takmıştı. “Erasmus değil orgasmus” deyip duruyordu. Hayır illa uyarıda bulunacaksan, “Dikkat, Erasmus’la gelenler arasından yamyam çıkabilir!” de. Fakat Erasmus’la gelip babaanne yiyen yamyam da sonuçta bir yaratıcı tahayyül meselesi. Bu cenahın her tür felaket tahayyülü ise ya “orgasmus” ifadesinde olduğu gibi cinsellikten ya da çıplaklıktan yürüyor. Bakınız Melis Sezen, Melek Mosso gündemleri… Kötülük deyince de akıllarına her şeyden evvel “içki içmek” geliyor. Bakınız Gezi döneminde Bezmialem Valide Sultan Camisi’nde bira içildiği iddiası. Bu konudaki bellek o kadar sık tazeleniyor ki aslında bunun gerçek olmasını nasıl ama nasıl çaresizce istemiş olduklarını da anlıyorsunuz. Çok marazi bir durum… Adeta bir şeyi kırk kere söylersen gerçek olur düşüncesine sarılıyorlar.

Camide bira içme lügatine şimdi bir de “pisleme” eklendi ki sormayın gitsin. Üstelik olayların canlı tanığı olan imam da bu iddiaları tümüyle yalanladığı halde fantezi buradan ilerlemeye devam ediyor. “Bu teröristler, bu eşkıyalar bira şişeleriyle caminin adeta içini pislemişti…” Yeni argüman bu. Vallahi benim diyen inançsız, “cami” ile bu “içini pisleme” kelimelerini ardı ardına kullanmaktan az biraz çekingenlik duyar. Allah’tan korkar be ya…

Bugün nedense benim dilim de Trakya tarafına çalıyor. Nedenini henüz tespit edemedim. Devam edelim bakalım bir yerden anlaşılır. Edirne mi la yoksa? Öyle ya, gün gelecek “Selahattin Demirtaş yıllar yılı buradaki zindanda yattı” diye mücadelesinden gurur payı çıkarılacak. Edirneliler bence şimdiden aware olun. Hayır avare değil be ya. Edirne, please be aware of his beautiful mind! Bir gün onu başkan yapacağız. Şuraya da not edeyim.

Dağıtmayayım, Erasmus’la gelen yamyam diyordum… Fakat ne yaparsın mizah filan deyince ucu Edirne’deki kettle’a kadar uzanıyor. Ama hakkını yemeyelim, AKP’nin kültür alanındaki imtihanı da absürt komedi dalında Gibi’yle yarışıyor zaten. Erasmus’la gelen yamyamı hiç aratmıyor. Ayasofya’nın duvarları dahil ne bulsa yiyenler var… Kültür alanında hegemon olamıyorsak yamyam oluruz diyorlar zahar… İnanmıyorsanız şuraya bakın…

Dediğim gibi bugün aslında Buckingham’a dalacaktım. Babaanne yeme olayını yüz yaşındaki kraliçeye aşırı komik bir yoldan bağlamıştı zihnim. Düşünürken bile gülmekten sandalyeden düşüyordum, ama olmadı. Üstelik bu kez yazının en başında, “Bakın ben tarafsız, nesnel vs. analiz yapmaya çalışan bir köşe yazarı değilim. Yazımın altına bu minvalde yorumlar yaparak atarlanmayın. Ajansları kaçırmayan anneannem yaşasaydı ve imkanı olsaydı, bugün nasıl bir köşe yazısı yazardı türünden yazılar yazıyorum. Kendime de köşe yazarı filan değil, sütun yazarı diyorum” diyecektim ki saldırıların önünü baştan alayım.

Evet. Köşede oturmuyorum ve yazılarım da köşeli değil. Köşk, köşe filan seviyorsanız Ahmet Hakan okuyun. Yalnız gerçekten onu okumak da sinirleri tel tel geriyor. Ortalık sürtükten çürükten geçilmiyorken, satır aralarındaki devasa boşluklardan deve yüküylen Suudi prens ve prenseslerin geçebileceği son yazısında o yine Kılıçdaroğlu’na saydırıyor. Aileleri politikaya karıştırmamak gibi eski bir ilkeden söz ediyor. İsa’dan önceydi sanırım bu ilke. Onu da yamyamlar yidi… Neymiş Kılıçdaroğlu, oğullara, damatlara ve kızlara sataşıyormuş. Sanırsın Kılıçdaroğlu demokratik protesto hakkını bundan tam dokuz yıl evvel kullanmış yurttaşları yine karşısına almış da cemi cümlesine “Sürtükler, çürükler” diye bağırmış. Allah kimseyi bir gıdım adalet duygusuna muhtaç etmesin Ahmet Hakan gibi. Gibi. Absürtlüğün sınırı yok gerçekten.

Gerçekten kötü insanlar var bu dünyada. Bildiğin kötü yani… Başka bir sözcükle varoluş biçimini karşılayamıyorsunuz. Aslında “iyi” ve “kötü” gibi kategorik tanımlamalara külliyen karşıyım ben. Sırf o anki kızgınlığı nedeniyle ya da bir sorun yaşandı diye arkadaşlarını, dostlarını, eski sevgililerini filan külliyen şeytanlaştıran dost ve yakınlara karşı diğer tarafı savunmakla geçti şu hayatım. Yani kızgınlık esnasında adalet duygusunu kolaylıkla elden kaçırıyorsan, zaten aslında öyle bir nosyonun da pek yok demektir. Bu hassasiyetime rağmen, Gezi etrafında yaratılan şeytanlaştırmanın, bu şeytanlaştırmaya göz yumup dikkati başka yere kaydırmaya çalışanların pür kötülükle malul olduğunu düşünmekten kendimi alamıyorum. En küçük eleştiriyi, liseli bir çocuktan dahi gelse, hakaret sayıp dava konusu edenlerin, “sorumsuzluk” zırhını kuşanıp makamlara yaslanarak, Gezi eylemcilerine “pislediler… çürükler, sürtükler” diye hakaret etmesini başka bir şeyle açıklayamayız.

Hepimiz Gezi’deydik! Bize “sürtük,” bize “çürük” dediler diye bizden bir şey eksilmez. Sürtüğün de çürüğün de nasıl ağır biçimde maraz bir eril zihin yapısından, kadın ve LGBTİ+ düşmanı, ayrımcı ve kötücül bir dünya kavrayışından doğduğunu biliyoruz. Saygı ve şefkat yoksunu, sevgi yoksunu muktedirlerin, tarih boyunca sürtük, çürük gibi sözlerle damgaladıkları kişilerden, adil olmaya ve ötekine saygı temelindeki bir yaşama etiğini sahiplenmeye dair öğrenecekleri çok şey var.

Başta da dediğim gibi tam da mizahı bu ara boşladığımı düşünüp dururken ve bu hafta biraz gülelim derken bu kötülük patlak verdi. Yine de Cumhurbaşkanı’nın sözlerini ironi alanına taşımamak, tersine çevirmeye yaslanmamak gerektiğini düşündüm kendi adıma. Kadınların bu konuda güzel bir tartışma yürüttüğü WhatsApp grubumuzda yazdıklarımı bir-iki zorunlu rötuşla burada da anlatmaya çalışayım. Nihai bir söz değil ve tabii ki kararsızlıklarım var ama birlikte düşünmeye teşvik edeceğini umuyorum.

Açıkçası bu çürük, sürtük gibi ifadeleri “ahlakçılık” kaygısıyla ironi alanına çekmemek gerektiğini düşünüyorum. Mesela “çapulcu” gibi bir ifade değil bu… Çapulcu zaten toplumda ağır hakaret olarak kabul görmüş, yerleşikleşmiş bir ifade değildi. Tersine çevrilmesi çok kolay oldu… İşimize yaradı. “Çapulum, çapulsun, çapul…” filan dedik. Çapul TV’ye kadar vardı olay… Ama o farklı bir şeydi. Toplumda neredeyse “afacan” filan gibi algılanabilecek bir ifade… Oysa burada başka bir şey var. Cumhurbaşkanı açık bir kadın düşmanlığı da içeren böyle bir hakareti kadınlara, yurttaşlara yöneltemez.

“Sürtüğün” sözlük anlamına gidip ifade ettiği her neyse esas onu reddetmek ve kadınları, kadınlık hallerini, hayatları bu ahlakçı, kadın düşmanı, eril dilin kategorileştirmelerinden kurtarmak ayrı bir mücadele alanı. Onu zaten her mecrada yapıyoruz. Burada yapılması gerekenin bu olduğundan emin değilim doğrusu. Sonuçta bu hakaretin toplum nezdindeki ağırlığından yararlanan ve ona yaslanarak kadın muhalefetini ya da genel olarak toplumsal muhalefeti aşağılamak isteyen bir cumhurbaşkanı var karşımızda. Akıl almaz ölçülerde ayrımcı ve cinsiyetçi bir hakaret dilini pervasızca kullanıyor. Medeni dünyada devlet başkanlığı düzeyinde bu dilin bir örneğini daha görebileceğimizi sanmıyorum.

“Çürük ya da sürtük” nedir, ne değildir konusu etrafında dönüp durarak meselenin özünü (Cumhurbaşkanı’nın kadınlara hakaret ettiği gerçeğini) kaçırmadan, siyasetin geldiği bu düzeyde bile bunun artık tırmandırılmış bir pespayelik olduğunu ifade etmeliyiz. İroni, tersine çevirme ya da anlamını deşifre etme, kadın düşmanlığının ifadesi olan bu hakaretleri de gözden uzaklaştırıyor…

Kahkahanın politik gücünü sık sık yazmış biri olmama rağmen burada böyle düşünüyorum. Bu gibi hakaretler karşısında, yalnızca kendi aramızda anlaşılabilecek bir dil düzeyinde konuşmak yetmiyor. Sadece geçtiğimiz mayıs ayında 32 kadının öldürüldüğü, öldürülen kadınların sistematik olarak “sürtüklüğünün” ifade edildiği ve bunun da medya, yargı ve zihniyet örüntüleri iş birliğiyle sistematik cezasızlık getirdiği bir toplumda söz alıyoruz. Bu ayrımcı ve kadın düşmanı hakaret dilini mahkum ederken bir yandan da “sürtük, çürük” gibi ifadelerin ne kadar mizojinist bir zihin ve dilden doğduğunu hatırlatmak zaten mümkün. Ama esas itirazımızı tümüyle “Sürtüğüm, istediğimi yaparım, giyerim, yaşarım” noktasından kurmak dert anlatmaya yetmeyebilir.

İşimiz zor. Bir cumhurbaşkanının yurttaşa hakaret edip durması normalleşiyor. “Yurttaşlara, kadınlara Sürtük diyemezsin, hakaret edemezsin” dediğimizde bir troll ordusu da sıraya dizilip “Onlar yurttaş değil” diyor. Onlar camiyi pisleyen birkaç çürük, sürtük… Bir kez daha yurttaşlıktan çıkarılıyoruz. Yalan olduğu kanıtlanmış ithamlarla.

Bu hiç normal değil… Kimse camiyi pislemedi ama AKP-MHP iktidarı cami kapı ve duvarlarını, tarihi ve toplumu yiyen canavarlar yarattı. Üstelik Erasmus’la da gelmediler…

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.