Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Cengiz Özdemir yazdı: Yerebatan Sarnıcı yeniden

2010’ların başlarında Türkiye dünyanın yükselen yıldızı iken İstanbul da bundan nasibini alıyordu. Başta James Bond olmak üzere İstanbul birçok Hollywood filmine ev sahipliği yaptı. İstanbul’un tarihi köşeleri adeta bir film peyzajı olarak kullanıldı. Bunun neticesinde bu yapımların da etkisiyle şehrimiz turizmde altın çağını yaşadı. İstanbul ve Türkiye hem güvenli hem de egzotik bir rota olarak baş tacı edildi. Sonrasında bunun edebiyata yansımalarını gördük. En başta Orhan Pamuk’un Nobel Edebiyat Ödülü’nü alması ve tüm romanlarında İstanbul’u ana mekan olarak kullanması, devamında Dan Brown gibi çok popüler polisiye yazarlarının İstanbul’a ilgi duymasını sağladı. Brown, “Cehennem” adlı romanında finali İstanbul, Ayasofya ve Yerebatan Sarnıcı ile yaptı. Romanın etkisiyle özellikle Yerebatan Sarnıcı adeta bir turist akınına uğradı. Romana ismini veren “Cehennem” burasıydı. Son derece heyecanlı bir polisiye finalin mekanı olan Yerebatan Sarnıcı bir anda özellikle Batılı turistlerin ilgi odağı oldu. 

O yıllarda ben de romanın etkisiyle Venedik ve Floransa’ya gidip Boboli Bahçelerini, Palazzo Vecchio’yu, Dante evini,  Ufizzi Müzesi’ni, San Marko Kilisesi’ni gezmiştim. Roman milyonlarca kişiye adeta bir rehber kitap olarak düşünülmüş gibiydi. Sonrasında Türkiye art arda gelen terör saldırıları, darbe girişimleri, ekonomik krizler, Suriye göçü ile hızla birkaç lig birden geriye düştü. Gelen ziyaretçi demografisi ve tercihleri değişti. “AVM turisti” denilen bir tür şehri adeta bastı. Bundan sonrası ne olur bilemiyorum. 

Bu anıları yazmamın nedeni bu yazının yayınlanacağı saatlerde İBB Miras ekiplerinin Yerebatan Sarnıcı’ndaki oldukça uzun süren restorasyonlarını bitirip nihayet burayı tamamen ziyarete açacaklarını duyurması oldu. İstanbul -malum- bir sarnıçlar kenti. İstanbul’da her zaman su büyük problem olmuş. Şehir dünyanın başka metropollerinde olduğu gibi bir tatlı su kaynağının kenarında kurulmadığı için hep “taşıma su” ile ayakta kalmaya çalışmış. Yüzlerce kilometre öteden kanallar aracılığı ile taşınan sular açık ve kapalı sarnıçlarda toplanarak şehre dağıtılmış. Bu sarnıçlardan en bilineni ise Yerebatan Sarnıcı’dır. 

Yerebatan Sarnıcı hem büyüklüğü hem lokasyonu itibarıyla en bilinen, en turistik ve en göz önünde olan sarnıçtır. Ayasofya ile birlikte, ona yakın bir zaman diliminde İmparator Justinyanus tarafından 6. yüzyılda inşa edildiği düşünülür. Şehrin en büyük kapalı sarnıcıdır. Bunun dışında sarnıcın içinde yer alan baş aşağı durmuş Medusa Başı kaidesi ile oldukça ikonik bir yapıdır. Dan Brown’un müthiş bir sanatçı yaratıcılığı ile burayı Hades’in ülkesine, Dante’nin İlahi Komedyası’na bağlaması yapının başka bir yönden de okunmasını sağladı. Şimdilerde yapı küllerinden yeniden doğuyor. Lakin yapıların tek tek yeniden doğması yetmiyor. 

Sarnıç Osmanlı döneminde adeta unutulmuştur. Sadece soğuk hava deposu olarak kullanılan yapı üzerinde yükselen koskoca mahalleye tatlı su balığı temin eden bir küçük gölet olmuştur. Zaman içinde tamamen unutulmuş, içerisi balçık ile dolmuştur. 80’li yıllarda büyük bir temizlik yapılarak içerideki balçık tahliye edilip ziyarete açılmış, böylece şehrin hayatına yeniden kazandırılmıştır. 

Şimdilerde yeniden hayat bulmasını buruk bir sevinç ile karşılıyorum. Yerebatan Sarnıcı ve İstanbul on, on beş yıl önceki popülerliğini özleyen bir şehir ve mekan olarak küllerinden yeniden doğmayı bekliyor. 

Herkese güzel bir hafta sonu diliyorum. 

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.