Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Elif Gökçe Aras yazdı: Sen onlardan değilsin

Başımın kapalı olduğu dönemlerde biriyle tanıştığımda yinelenen ve bana keyif veren bir rutin vardı. Tanışırken gösterdiğim özgüven, konuşma ilerledikçe yapılan analizler, sunulan fikirler, paylaşılan film veya kitap önerileri derken bir yerden sonra karşımdaki kişi dayanamaz ve şöyle derdi: “Kapalısın ama çok farklısın”. Eğer biraz cesareti varsa neden hala başörtülü olduğumu sorardı. Ailemi anlatırdım, nasıl bir ortamda büyüdüğümü. Önce üzülür, sonra kendi kendime kırdığım zincirlerle gurur duyar, sonra bir şekilde kalan yolu da başaracağımı anlayarak şans dilerdi. Bu benim hoşuma giderdi çünkü şans dilediği istikamet zaten benim yürüdüğüm istikametti ve gerçekten biraz olsun şansa ihtiyacım vardı. Bana ait olmayan sert bir kabuğun içinde büyüyordum. Ama bir yandan da bu kişilerin örtümle donanımımı bağdaştıramaması her zaman tuhafıma giderdi. Doğruydu ama doğru olmak zorunda değildi ya.

Nitekim ilerleyen dönemlerde başörtülü ve kendisini yetiştirmiş aynı zamanda hala samimi dindar olan birkaç kadınla tanıştım. Ama sadece birkaç tane. Diğerleri ya başını açmış ya açmak üzereydi ya da ailesinden çok fazla baskı göreceği için durumu en baştan kabullenmişti. Ben de uzunca bir müddet kendimi görmezden geldim. Dış görünümüm ve iç dünyam arasında bir uyumsuzluk vardı, evet, ama başımı açıp ne yapacaktım sanki? Hem zaten çocuk yaşta kapattığım için alışmıştım. Üstelik insanlarla biraz sohbet edince kendimi olduğum gibi de ifade edebiliyordum. Ancak işte o süreyi bana tanımaları gerekiyordu. Önce karşı tarafın bana karşı biraz hoşgörülü olması gerekiyordu, gerisi bendeydi, yoksa tanıma şansı olmayacaktı. 

Bazen alerjik reaksiyon gösteren insanlarla karşılaştığımda doğrudan alerjisini kaşıyacak şeyler yapardım mesela. Dini dönüşümümü hiç yansıtmadan yalnızca kendini yetiştirmiş akıllı bir kadın olduğumu yansıtır ve onu hala başörtülü olduğum gerçeği ile baş başa bırakıp sinirden kendi kendini yemesini izlerdim. Türkiye büyük ve çeşitli bir botanik bahçe. 

Ancak zamanla o örtü bana ağır gelmeye başladı. Türkiye’deki kutuplaşma beni iteklemeye başladı. Çünkü o hoşgörü bandı gittikçe daha ileriden çekilmeye başlanmıştı. Sadece ve sadece başımda örtü olduğu için AKP’li olmalıydım. Kalıplaşmış “AKP’li cahildir” genellemesi yüzünden cahildim de aynı zamanda. O yüzden artık hem AKP’li olmadığımı hem de cahil olmadığımı ispatlamam gerekiyordu. Bu iki kere yorulmak demekti. Hem de ne için? Kendimi olduğum gibi ifade edebilmek için. Beni tanıyan kişiler başka arkadaşlarına tanıştırırken en baştan “farklı biri” olduğum vurgusuyla tanıştırıyordu artık çünkü onlar da biliyordu en başından nasıl yargılanacağımı. Bu yüzden işimi kolaylaştırıyorlardı. Gel gelelim toplumsal yaşamda çok daha fazla kendini ifade edebilme sorunuyla karşı karşıya kalmak zorundaydım. Sırf başım kapalı olduğu için “Çalıyorlar ama çalışıyorlar da” diyendim, erkeği kendimden üstün görendim, sadece dindar görünüyor diye bazı insanlara müsamaha göstermesi gerekendim, “kendim gibi” olanlara kayırmacılık yapandım, hak yiyendim, asla öyle bir şey yapmadığım halde kesin KPSS’den düşük puan alıp hak yiyerek memur olandım. Hâlbuki bunların hiçbiri değildim. Israrla reddediyor, gün geçtikçe daha fazla şeye itiraz ediyor, her an savunma halinde kalıyordum. Üstelik de hem içinde göründüğüm mahalleye hem aslında daha yakın olduğum ama uzak tutulduğum mahalleye kendimi izah etmek zorunda kalıyordum. 

Ben, ben gibi değildim. Dış görünümüm artık yalnızca dindar değil aynı zamanda bir zihniyeti yansıtıyordu. Artık bu şekilde devam edemezdim. İşe giderken her gün “Bugün başaracağım” diyor başaramadığım her gün kendime lanet ediyordum. Bu kadar zayıf mıydım gerçekten? Bu kadar mı korkaktım? Evli olduğum zamanlarda eski eşim “Beni bahane et, açıl” demişti ve ben kabul etmemiştim. Ne münasebet? Bu benim mücadelemdi. Bu mücadelenin ödülünü ona veremezdim. Boşandıktan sonra “İyi ki kabul etmemişim” dedim. Çünkü onun bahanesiyle başımı açsaydım ailem boşanır boşanmaz “Artık başını kapatabilirsin” diyecekti ve boşanma sürecimle ilgili bile başımı açtığım için tanrının beni cezalandırdığını söyleyeceklerdi. Ben ailemin evinde, onların gözünün içine baka baka başımı açmalıydım. Yargılanmalı ve onları kendi hesaplaşmalarıyla baş başa bırakmalıydım.

İlk defa konuyu açtığımda annem histerik tepkiler verdi. Ağladı, yalvardı. Ayaklarıma kapandı. “Yalvarırım açma!!”

“Ne yapıyorsun, bu yaptığın şirk, ben senin için, ailen için, cemaatin için başımı örtemem, dindar olmadığımı biliyorsun” dediğimde duyduğum söz beni şaşırtmadı ama yine de dehşete düştüm. “Evet biliyorum ama yine de açma. Şirkse şirk, yeter ki açma”.

!!

O zaman başörtümün sadece bir örtü olmadığını, meselenin daha da önemli olduğunu anladım. Başımda gerçekten de eski CeHaPe zihniyetinin beni yargıladığı gibi bir bayrak taşıyordum. Ancak o konuşmadan sonra anlamıştım ki konuşarak ikna etmek mümkün değil. O konuşmadan yaklaşık bir yıl sonra bir karganın rehberliğinde başımı açtım.

Karga mı?

Evet, karga. Dindarlar şimdi gevrek bir kahkaha atabilir. “Kılavuzu karga olanın” özdeyişiyle birlikte.

Yürürken zaman zaman durur, doğayı izlerdim. Bir gün işten eve yürürken bir karga ile göz göze geldim. Yürümeye devam ederken gözlerimi ayırmadım ve karga da beni gözleri ile takip etti. Ardından uçarak önümde duran başka bir sokak lambasının üzerine kondu. Daha sonra yine önümde duran başka bir telin üzerine. Hayvanlarla zaman zaman böyle bir iletişimim olmuştur ama bu sefer farklıydı ve ürkmeye başladım. Biraz yürüyüp kargayı ardımda bıraktığımda içim rahatladı ancak arkamı dönüp bakmadım. Birden bire karga tırnaklarını başörtüme geçirerek başörtümü çekiştirdi ve üzerimden uçup önümdeki bir sokak lambasına kondu. Kalbim yerinden fırlayacaktı korkudan. Öyle çekiştirmişti ki örtümün şekli bozulmuştu. Başörtüsü takanlar bilir örtünüzün çekiştirilip bozulması inanılmaz onur kırıcı bir şeydir. Hakarettir. Sinirle örtümü düzelttim ve karganın yanından geçerken hiç ona bakmadan yürüdüm gittim. İyice ilerledikten sonra dönüp baktığımda takip etmiyordu. 

Bu olay beni çok sarstı. Ben hayatın tıpkı rüyalar gibi imgelerle dolu olduğuna inanırım. Başımıza gelen hemen her şey yorumlanmayı ve izah edilmeyi bekleyen birer imgedir. Bu olay bana ne mesaj veriyordu? Başımı açmalı mıydım yoksa başımdaki örtüye haksızlık mı ediyordum, neydi bu uyarının sebebi? Karga neydi bir defa? Karga kindar bir hayvandı. Ona zarar veren bir şeyden mutlaka intikamını alırdı. Zeki bir hayvandı da. Ama bunlar genel geçer yorumlardı. Ben karganın benim için ne ifade ettiğini bulmalıydım. İki günün sonunda buldum. Bir anımı hatırladım. 

Bir gün bir karga görmüştüm. Elinde bir ceviz parçası, defalarca yere atıp kırmaya çalışıyordu. Attı, kırdı. Attı, kırdı, yedi. En sonunda küçücük bir parça kalmıştı. Hani ceviz kabuğunun bir köşesinde küçücük bir ceviz sıkışır ya bazen o işte. “Uğraşmaya değmez” der, atarsınız o parçayı. At değil mi, koca cevizi yemişsin zaten. Hayır, atmadı. O küçücük parçayı yemek için koca gagasıyla oydu oydu ve yedi o küçücük ceviz parçasını. Karga benim için inat demekti bu yüzden. Sebat etmekti. Asla vazgeçmemekti. Buldum. Karga bana “İnat et, cesaret et ve başar” diyordu. 

Ancak bir yıl önceki tecrübeme bakarsak bunu konuşarak başarmam mümkün değildi. Öyleyse birden bire yapacaktım. Bir gün evden çıkarken başım açık olarak çıktım. Tartışılacak bir şey yoktu. Ne onlar beni ikna edebilirdi ne ben onları. Yedi yıl beklemiştim bunu yapabilmek için, daha fazla beklemek sadece zaman kaybıydı. Eve döndüğümde annem başımı açık gördüğü halde anlamazdan geldi. Elimden bıraktığım market poşetlerini alıp mutfağa koydu. Onları ne kadara aldığımı vs. sordu. Acaba görmemiş miydi? Ertesi gün kapıdan girdiğimde doğrudan beni gördü ama hiçbir şey demedi. Üçüncü gün eve girip odama geçtiğimde odama geldi ve” Sen ne yaptın, başını mı açtın?” dedi. Üç gün sonra. “Evet” dediğimde yine histeri krizleri, ağlamalar, derin derin nefes almalar. Gitti geldi, babamın beni kabul etmediğini, başımı açmaya devam edersem evden gitmemi istediğini söyledi ve başımı geri kapatmamı istedi.  Sonra kendi evime geçtiğimde açarmışım. Yani kendi hayatımı kurana kadar onları idare etmemi istediler. Hakkını helal etmeyeceğini vs. söyleyip odasına çekildi. Ona isterlerse kabul edebileceklerini, isterlerse gidebileceğimi söyledim. Bu ne şımarıklıktı böyle? Onlar için başımı örtersem evlatlarıydım, başımı açarsam değildim öyle mi? Öyleyse başımdan çıkardığım eşarplarımı evlatları bilsinler ve ben gideyim sorun değil. 

Sonra ne oldu biliyor musunuz? Yarım saat sonra odama geçerken annemi gördüm. Elinde çayı, kabak çekirdeği yiyor ve A Haber’de tartışma programı izliyordu. Baka kaldım anneme ve güldüm. Kırkırdaya kıkırdaya güldüm. Kendimi odama attım o kadar güldüm, o kadar güldüm ki gözümden yaş geldi. Yedi yıl boşuna beklemiştim. Asla anlamayacaklardı ve dahası umurlarında bile değildi. O günden sonra üzerimde kurduğu baskı kalktığı için annemle aramızdaki nefret ilişkisi daha çok birbirine saygı duymaya ve daha ılımlı bir iletişime döndü. Babam benden tamamen uzaklaştı ama umurumda değildi. O değil miydi çocuk yaşta başımı açmayayım diye beni okuldan alan. Umurumda bile değildi. Zaten hiç yakın olmamışız.

Bir karganın verdiği cesaretle açtım başımı. Sorular soruldu ama kimse yargılamadı. AKP’li ailem ve çevrem daha çekingen ve daha nazik davranmaya başladı. Ha pardon, bir uyarı geldi yalnızca: 

“Bunu yaymaya kalkmayacaksın. Sen açtın ama diğer kızlara bunu yaymaya kalkmayacaksın, anlaştık mı?”

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.