Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Kemal Can yazdı: Bambaşka şeyler mi oluyor?

Yapay gündemler yüzünden konuşulması engelleniyor denilen yolsuzluk ve yoksulluk, kurulan “tezgahları” atlatıp son haftanın ana tartışma başlıkları olmayı başardı. Bir tarafta Sedat Peker ifşaatlarıyla ortaya çıkan, cumhurbaşkanı danışmanlarının, AKP milletvekillerinin adının karıştığı seri yolsuzluk ağı, diğer tarafta bir yıl içinde iki katından fazla artmış elektrik ve doğalgaza yeniden gelen zamlar ile hızını hiç kesmemiş enflasyon. Peker paylaşımları biraz onun belirlediği takvim ve hesap üzerinden şekilleniyor ama vatandaşın her gün yaşadığı sıkıntılarını konuşmaktan ve elbette bunun farkında olmaktan neden vazgeçebileceğini zaten hiç anlamış değilim. Gündem dalgalanmaları yüzünden yaşadığını idrakten aciz insanlar tasavvuru pek akıl işi değil. Burada “beklenen” sonucun oluşmamasının sebebi, sanki başka yerde aranmalı. 

Neyse, iddiaların aksine – Gülşen’i hapse atan- iktidar, gündemi değiştiremedi ve bunların konuşulmasını engelleyemedi. Hatta özellikle Peker’in iddiaları daha önce olmadığı kadar geniş bir çevrede sahiplenildi, bütün muhalefet partileri suç duyurusu kuyruğuna girdi. Yetmedi, Peker’in daha önce kulak ardı edilen eski iddiaları da suç dilekçelerine eklendi. Kılıçdaroğlu, yine “köstebeğinden” haber alıp, “Zamları aklınızdan bile geçirmeyin” uyarısını önden yaptı. Erdoğan ise uyarıyı pek dinlemedi, aklından geçirmekle kalmayıp hayata da geçirdi. Daha da ileri gitti ve bu zamların altındaki imzası kurumadan, CHP’li belediyelerin su fiyatlarından bahsetmekte beis görmedi. Şaka değil, gerçekten tam olarak böyle oldu. Böyle davranması karşısında nasıl “pişman” edileceğini ise henüz görmüş değiliz. 

Peker, geçtiğimiz yıl da milyonlar seviyesinde izlenen görüntülü ifşalarıyla büyük ilgi görmüştü. Ancak bu sefer, nedense bir şeylerin farklı olduğu veya olacağı konusunda yaygın bir inanış hasıl oldu. Şartların çok farklı olduğunu söyleyenler de var, iktidarın paniğe kapıldığını iddia edenler de, tepkilerin çok yüksek olacağını umanlar da. İstifalar ve görevden almalar söz konusu olunca heyecan daha da yükseldi. “İşte sonuç, sarsıntı büyük, Erdoğan yokmuş gibi davranamadı” yorumları yapıldı. İnşallah öyledir, öyle olur. Ben yine de bu erken heyecana ihtiyatla bakmaktan yanayım. Zaten, iki gün önce eşzamanlı olarak mesele hakkında açıklama yapan Erdoğan ve Bahçeli’nin sözleri, bu iddialarla -en azından şekli olarak- pek uyumlu durmuyor. 

Erdoğan şöyle diyor: “Birileri maalesef ülkemizin adalet sistemini nerelerle bağlantılı oldukları az çok tahmin edilen suç çetelerinin kirli oyunlarına kurban etmek için var gücüyle uğraşıyor. Karşımıza çıkan kim olursa olsun böyle bir rezilliğe asla izin vermeyeceğiz”. Görüldüğü üzere Erdoğan’ın “açığa çıkanla” başka tür bir ilişki kurduğu filan yok. Tıpkı daha önceki skandallarda olduğu gibi –ki onlar da hiç küçük değildi- bunu da kendilerine bir saldırı olarak paketleyip kenara koyma niyetinde. Görevden alıp istifa ettirdiklerini de aslında cezalandırmıyor, daha önce de yaptığı gibi gözden uzaklaştırıyor. “Bu sefer başka türlü davranmak lazım” demeyi deneyen Abdurrahman Dilipak bile kürsüsünden oldu. Ayrıca Erdoğan’ın sözlerindeki “Adalet sisteminin kurban edilmesine izin vermeyeceğiz” vurgusu, yargıya mesaj içeriyor. Bahçeli ise boş bir heyecan yaratan basın toplantısında, bu ifşaların yayıldığı zemini yani sosyal medyayı daha geç kalınmadan hizaya sokma görevinin acil hale geldiğini hatırlattı. 

Meseleye iktidar cephesinin yaklaşımı böyle. Peki ortaya çıkan kirli çarkın derinliği hakkında ne biliyoruz? Artık kimseye şaşırtıcı gelmeyen yönetme tarzının parçaları; klientalizm, nepotizm, ahbap-çavuş düzeni, açık yolsuzluk, rüşvet çarkları, lütuf değirmeni, çete yapılanmaları, ne ararsanız mevcut. Bir milletvekilinin kardeşi ve kocası beraberce SPK işlemlerinin önüne kurdukları bendin arkasında “birikim” yapmışlar. En tepe noktaların danışmanları, normal işleyişin devamı için “hizmet bedeli” rekabetine tutuşmuşlar. İfşaların önemli tanıklarından biri olan iş kadını Mine Tozlu Sineren’in anlattıklarına göre, borsada işlem yapan şirket patronlarının hepsi de bu çarkı biliyormuş. Danışmanlara ulaşıp işini çözdürmenin tarifesi bile varmış. Çocuk sayısına karışma hakkını kendinde görenler, paylaşımda birbirine düşen ailenin boşanma anlaşmasına bile müdahil olmuş. 

Geçtiğimiz hafta Adını Koyalım’da Burak Bilgehan Özpek’in söylediğine göre, bu konular Ankara siyasi kulislerinde bir süredir isim isim konuşuluyormuş. Yani, geniş bir kalabalık için şaşırtıcı ifşa, bu alanda yatırımlarıyla oynanan –belki paraları çalınan- binlerce insan için tatsız sürpriz olan bu bilgiler, ilgilileri için çok da mahrem değilmiş. Diğer taraftan, bu iddiaların göbeğinde yer alan ve istifa eden danışman, daha önce muhalefet partilerinin masalarında akıl hocalığı yapmış, muhalif medya simalarının yakın arkadaşı olmuş. ABD’de hapis yatan Halk Bankası Genel Müdür Yardımcısı Hakan Atilla’nın anlattığına göre, bu işlerin merkezindeki şahsın liyakati çok tartışmalıymış. Üstelik, zamanında liyakat meselesinin en ısrarlı takipçisi siyasetçisinin imzasıyla atanmış. Şimdi, AKP’nin isimsiz suflörleri, “AKP’de görünmeyen tepki var, Erdoğan bunlardan rahatsız, yıprananlar ayıklanacak” hikayeleri anlatıyor. 

Gelelim yoksulluk, enflasyon, zulme dönüşmüş zamlar meselesine. Yaşananların, iş bilmez yöneticilerin, ekonomiden anlamaz inatçıların akıl almaz icraatından, irrasyonel tutumlarından ibaret olmadığı giderek daha iyi anlaşılıyor. Çünkü faiz veya döviz iniş çıkışlarına bakılarak, iş bilmezlik, liyakatsizlik etiketleriyle konuşulan meselenin diğer yüzü, artık gözümüzün önünde. Allah’ın lütfu 15 Temmuz’un sadece iktidara ömrünü uzatmaya yaramadığı, tarihin en büyük servet transferinin rahatça yapılmasını nasıl mümkün kıldığı görülüyor grafiklerde.

Uğur Gürses’in paylaştığı tablo, 2016’da  milli gelirdeki sermaye ve emek paylarının neredeyse denk olduğunu ve geçen sürede açılan makasın kimden kesip kime verdiğini özetliyor. 2018-2019 seçim süreçlerinde hafif duraksayan sürecin, pandemide insanların canı pahasına döndürülen çarklarla nasıl genişlediğini görüyoruz. 

Emek payı  yüzde 40’lardan 25’e inerken, sermaye payı yine aynı seviyeden yüzde 54’e tırmanıyor. Zaten banka ve şirket karlılıklarında da bu trendi izlemek mümkün. Erdoğan’ın, para sahiplerini “Neden şikayet ediyorsunuz” diyerek azarlaması boşuna değilmiş. Yaşanan sömürü çarkının teknik analizi için Prof. Dr Korkut Boratav’ın yazısını da şuraya bırakayım. Sadece geçen ay –herkesi şaşırtan- yeniden faiz indirimi bile durumu ortaya koyuyor. “Ucuz kredi isteriz” diye şikayet eden kazananlar kampı, “Fakirden alıp sizi fonlamaya devam edeceğim” mesajı veren Erdoğan’a, ekonominin gereklerine uyarak “yok artık” demeyi aklından bile geçirmedi. Erdoğan, hem mızıkçıları susturdu hem kendisini buradan sıkıştıracağını sananlara “vız gelir” çekmiş oldu. Yani, nas ve liyakat ya da “ekonominin kuralları” ve itibar gibi sübjektif başlıklara sıkışarak konuşulan ekonomi, “asıl gündemi” konuşmak olmayabiliyor. 

Son derece güncel iki mesele, yolsuzluk ve yoksulluğun yakın ilişkisinin ifşa edilmesi, herkesin bildiği ve yaşadığı şeyleri tekrar etmekten çok daha önemli. Aksi takdirde, “sistem tartışmasının” -yaşananların önemli bir parçası olmasına rağmen-  vatandaşı ilgilendirmeyen soyut bir mesele olarak kalmasının bir benzeri, çok yakıcı olan bu sorun başlıklarında da karşımıza çıkacak. Her iki meselede de gördüğümüz üzere; yaşanan güncel skandallar ile işleyişine halel gelmemesine titizlenilen çarklar, aslında fazlasıyla iç içe. Belirleyicileri, aktörleri, aparatları ve sonuçları itibariyle gündelik gelişmelerden, sadece bir çevrenin bozulmasından, trenin raydan çıkmasından ibaret olmayan derin köklere, ilişkilere sahip. Bunu tartışmaya hiç yeltenmeyen, bütün bunları mümkün kılan zemini konuşmayan, beceriksizlikler kadar becerilenleri ifşa etmeye niyetlenmeyen ve değişecek olanın istifa eden/ettirilenlerden ibaret olmayacağını söylemeyen bir gündem, yarattığı gürültü (ilgi) kadar sonuç üretmiyor. 

Dünkü Hafta Sonu Yazıları’ndaki “Seçmen yolsuzluğu affeder mi?” makalesinde Prof. Dr. Emre Erdoğan’ın muhalefetin sonuç alması için “belki” şerhi koyarak söylediği gibi: “Eğer yolsuzluk sorununu yoksulluk ile ilişkilendirmeyi ve sorunun münferit değil sistemik olduğunu bağıra bağıra söyleyebilirlerse ve hatta ajandalarının bir numaralı konusu yapabilirlerse; belki birkaç kişiyi daha ikna edebilirler. Tabii bunun için kendi ellerinin temiz olduğundan da son derece emin olmaları gerekiyor…” Ekonomik krizden bahsetmek, yoksulluğu ve yolsuzluğu gündeme taşımak, sadece bunlar hakkında konuşmak ve ilgiyi canlı tutmaktan ibaret olunca yankı odası efekti, “beklenen” ya da olası sonucun önüne geçiyor. Yolsuzluk ve yoksulluk, geçici bir arıza değil aksine yerleşik olanın ta kendisi. Bunu söylemek ise geçmiş yüzyıllardan kalma ideolojik bağnazlık veya ahlak sinyali sayılamaz. Güncelin sürükleyiciliği rahat bir yolculuktur ama nereye varacağı belirsiz çok da tehlikeli bir akıntıdır. 

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.