Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Edgar Şar yazdı: “Doğru aday” tartışmasının eksenleri ve unutulan gerçek eksen

Bugüne kadar yürütülen adaylık tartışmalarında, cumhurbaşkanlığı seçimlerinde muhalefet için “doğru aday”ın kim olduğu konusunda her düzeyde birçok sav ortaya atıldı. Olası adaylar üzerinden üç eksen oluşturduğumuzda, bu savları hiçbiri üzerine yorum yapmadan şu şekilde sıralamak mümkün:

1)    Kılıçdaroğlu vs. İmamoğlu, Yavaş ekseni: Adaylık tartışmalarının önemli bir bölümü bu eksen üzerinden yürüyor. Bu eksen üzerinde birkaç fay hattı oluşmuş durumda:

  • Alevilik meselesi: Bir süre önce çok tartışılan ama artık diğer tartışmaların gerisinde kalmış gibi gözüken Kılıçdaroğlu’nun mezhepsel kimliğinin onun için bir dezavantaj, Erdoğan için ise avantaj olduğu savunuluyor. Burada siyasi iktidarın kampanya döneminde kimliksel kutuplaşma kartını oynayıp hatta şiddeti körükleyebileceği, bunun sonucunda seçmen içindeki Sünni çoğunluğun Kılıçdaroğlu’na oy vermeyeceği iddia ediliyor. Olası diğer adayların ise hem Türk hem de Sünni kimliklerinden ötürü bu dezavantaja sahip olmayacakları da yine iddialar arasında. 
  • Kılıçdaroğlu’nun 12 yıllık karnesi meselesi: Burada da CHP Genel Başkanı olarak seçildiği 2010 yılından bu yana Kemal Bey’in Erdoğan’a karşı bir sürü seçim kaybettiği, bu kayıpların onun seçilebilirlik algısına büyük zarar verdiği söyleniyor. Yine bu argümana göre bu 12 yıllık süre boyunca bu iktidarla beraber bir hayli yıpranan Kılıçdaroğlu’nun Cumhur İttifakı’ndan oy çekmesinin mümkün olmadığı iddia ediliyor. Bu çerçevede 12 yıllık kayıplar hikayesinin ilk ve tek istisnası olarak sunulan 2019 yerel seçimlerindeki başarının asıl sahibi olan belediye başkanlarının ise Erdoğan’ı yenen adaylar olarak cumhurbaşkanı adayı olmalarının daha doğru olduğu söyleniyor.   
Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, CHP TBMM Grubu 27. Dönem 5. Çalışma ve Değerlendirme Toplantısının kapanışında konuştu. CHP lideri Kılıçdaroğlu daha sonra, eşi Sayın Selvi Kılıçdaroğlu’nun davetiyle, milletvekili eşlerinin çay sohbetine katıldı. (Fotoğraf: Alp Eren Kaya)
  • Hesap sorma meselesi: Yukarıdaki iki mesele Kemal Bey’in adaylığının aleyhine savları içerirken, son zamanlarda onun lehine olan bir başka savlar dizisi ortaya atıldı. Buna göre Yavaş ve İmamoğlu, Kılıçdaroğlu’na göre daha “sağcı” ya da “orta yolcu” oldukları için şu anki rejimin belkemiğini oluşturan beş şirketten, manipülatörlerden, kısacası adımlarıyla sosyal adaletin bozulmasına sebep olup ekonomik krizi şiddetlendiren herkesten hesap sorma konusunda daha zayıf kalabilirlerdi. Birden çok kez neoliberalizme karşı olduğunu da belirten Kılıçdaroğlu, bu sava göre statükoya karşı en güçlü vuruşu yapabilecek aday olarak ele alındı. 
  • Yönetebilirlik ve jübile meselesi: Seçim kazanıldıktan sonra yani “seçilebilirlik” meselesinden “yönetebilirlik” meselesine geçildiğinde, gerek parlamenter sisteme geçiş için gerekse bu süreçte ülkenin yönetilmesi için ihtiyaç olunan muhalefet birliği bir görüşe göre en kolay Kılıçdaroğlu’nun yönetimi ve koordinasyonunda gerçekleşebilir. Altılı Masa’yı kuran, masada oturan liderler nezdinde güven kazanmış olan ve onun haricinde HDP’nin desteğini de almak konusunda çok zorlanmayacak bir figür olarak Kılıçdaroğlu, bu görüşe göre yönetme meselesinin altından kalkma konusunda öne çıkan, diğer parti ve liderlerin onayını alabilecek aday olarak sunuluyor. Ayrıca Kemal Bey’in birden fazla kez bu seçimden sonra aktif siyasetten çekileceğini vurgulaması, onun geçiş sürecinde kendi lehine ayarlamalardan ziyade adımlarını Türkiye’de anayasa ve kurumsal demokrasinin inşası için atacağı ve diğer adaylardan bu yönüyle bir adım ileride olduğu söyleniyor.

2)    Yavaş vs. Kılıçdaroğlu, İmamoğlu ekseni: Bu eksen de son zamanlarda özellikle İmamoğlu’nun adaylık tartışmalarında biraz geri çekilmesi sonucunda Kılıçdaroğlu’nun adaylığına karşı üretilen savların merkezini oluşturuyor:

  • “Devlet adamlığı” meselesi: Bu argümana göre Mansur Yavaş, Kılıçdaroğlu ve İmamoğlu’nun aksine bir “muhalif lider” gibi davranmıyor ve bir “devlet adamı”na yakışır biçimde ne her konuya giriyor ne de icraatlarını iktidar muhalifliğine dayandırıyor. Bu da onu muhalif kesimde saygın bir yere oturturken aynı zamanda iktidardan kopmaya hazır seçmenden de çok rahat bir biçimde oy alabilecek bir konuma koyuyor.
  • HDP’nin desteği meselesi: Buna göre Mansur Yavaş, özellikle kampanya döneminde Kürt meselesi vs. hakkında konuşmaya başladıktan sonra HDP seçmeninin desteğini Kılıçdaroğlu ve İmamoğlu kadar alamayacak. Ancak kimilerine göre bu o kadar da büyük bir sorun değil çünkü Mansur Yavaş, diğer aday adaylarına göre HDP’nin desteği olmadan da kazabilecek belki tek isim. Bu argümanın altında Erdoğan sonrası dönemde devlete ve hükümete hakim olacak kişinin HDP seçmeninin desteğiyle seçilmiş olmamasına özel önem atfedilmesi de yatıyor sanıyorum.
  • İdeolojik geçmiş meselesi: Buna göre ülkücü bir geçmişten gelen Yavaş’ın seçilmesi durumunda, post-Erdoğan dönemine geçişin daha yumuşak olacağı, sarsıcı bir dönüşümün bu yolla engellenmiş olacağı düşünülüyor. Bu kimilerince Cumhur İttifakı’nın çözülmesi için bir avantaj olarak ele alınırken, kimilerine göre de yönetimdeki kişiler değişmekle beraber ideolojik ve zihni yapının aynı kalacağı düşüncesiyle şiddetle reddedilmesi gereken bir durum. Buna göre Mansur Yavaş’ın seçilmesi ve sonrasında olacaklar bir iktidar değişimi yaratmakla birlikte, Türkiye’de otoriterliğin kaynağında yer alan bataklığı kurutmayacağı için gerçek bir dönüşüm yaratılamayacağını iddia ediliyor.
  • Kadro ve yönetme meselesi: Bu mesele aslında her iki belediye başkanının olası adaylığı için de olumsuz bir sav olarak ortaya çıkıyor. Mansur Yavaş, siyasi geçmişi ve bu sürede oluşturduğu kadrosu bakımından Ankara’yı yönetme konusunda çok büyük sorun yaşamasa bile (ki orada bile çok dar ve ideolojik olarak sınırlı bir kadroyla yönettiği eleştirileri yapılıyor), aynı ekiple sadece geçiş süreci boyunca dahi olsa Türkiye’yi yönetecek bir vizyon oluşturması çok zor görülüyor. Ayrıca geçiş süreci boyunca oldukça önemli olan tüm muhalefet partilerinin desteği meselesinde de Yavaş’ın Altılı Masa ile birlikte HDP’yi aynı anda koordine etmesinin çok zor olduğunun da altı çiziliyor.      

3)    İmamoğlu vs. Yavaş, Kılıçdaroğlu ekseni: Bu eksen, özellikle İmamoğlu’nun Karadeniz gezisi sonrasında adaylık konusunda bir miktar geri çekilmesiyle tartışmalarda eskisi kadar yer almasa da gündemde bir şekilde kalmış durumda. Bu eksende dile getirilenler aslında yukarıda sayılan tüm yapısal meselelerin yarattığı ikilemlerin “İmamoğlu faktörü” ile muhalefete zarar vermeden çözülebileceği savına dayanıyor.

  • İmamoğlu faktörü: Mansur Yavaş muhalif seçmeni konsolide edemez ve Kılıçdaroğlu da bu seçmene “kazanabilir” duygusunu veremezken, İmamoğlu azımsanmayacak sayıda seçmen için “en uygun” aday pozisyonunda. İmamoğlu, hem muhalefetin tamamı hem de Kürtler’den ciddi bir destek alabilirken, hem de Cumhur İttifakı’ndan kopmak üzere olan ama örneğin Kılıçdaroğlu’nu desteklemekte de isteksiz olan bir grup seçmenden de oy alabiliyor. Bu yönüyle İmamoğlu hem kazanması daha kolay hem de kimliksel ve ideolojik anlamda onun adaylığı Yavaş veya Kılıçdaroğlu’nunkine göre her iki taraf için de kabul edilebilir. Bir başka deyişle İmamoğlu, Kürtler, Aleviler ve genel anlamda solcular için, örneğin Yavaş’tan çok daha kabul edilebilir pozisyondayken; milliyetçiler, Sünni Türkler ve Cumhur İttifakı’ndan kopmak isteyen kararsızlar için ise Kılıçdaroğlu’ndan daha kabul edilebilir durumda.   
  • Kadro ve tecrübe meselesi: Tıpkı Yavaş için olduğu gibi İmamoğlu için de belediyede yürüttüğü başarılı yönetimi ulusal düzeye taşımada zorluk çekebileceği söyleniyor. Buna göre İmamoğlu, İBB’yi kendi ekibi ve uzman kadrolarla yönetirken kendi partisi dahil diğer partilerle beraber bir kadro ile yönetme konusunda bir deneyim kazanmadığı ve cumhurbaşkanı olarak seçimi kazansa bile geçiş döneminde tüm muhalefet partilerini beraber koordine etmektense, İBB’deki yönetim tarzını ulusal düzeye taşıyarak parlamenter sisteme ve hatta demokratik yönetime geçişi zorlaştırabileceği iddia ediliyor.
  • Siyasi kariyer meselesi: İmamoğlu’nun yaşı itibariyle Kılıçdaroğlu ve Yavaş’a göre siyasi kariyerinin henüz önceki safhalarında olduğu ve eğer cumhurbaşkanı olursa geçiş dönemini sonraki dönemde kendisine yarayacak şekilde dizayn etme ihtimalinin diğer adaylara göre çok daha fazla olduğu dillendiriliyor.

Aslında adaylık tartışmasının bütünü ve bu tartışmada ileri sürülen, benim de normatif bir yoruma tabi tutmadan ele almaya çalıştığım tüm argümanlar, muhalefeti oluşturan heterojen yapının içindeki siyasi, ideolojik ve kimliksel fay hatlarının bir tezahürü. Tartışmanın ana omurgasını muhalefet içi fay hatlarının oluşturması Türkiye siyasetinin halen en belirleyici ekseni olan demokrasi-otokrasi ve muhalefet-iktidar eksenlerinin bir kenara bırakılması, önümüzdeki seçimleri muhalefetin çoktan kazandığı hatalı varsayımına dayanıyor. Bana kalırsa yukarıda özetlemeye çalıştığım tartışmanın temel zaafı da bu. Muhalefet içi fay hatlarına dayanan tartışmanın öne çıkarılması iktidar karşıtı güçlü bir muhalif inşanın yapılmasını engellediği gibi, birçokları için esas hayati nokta olan adaylığı da “Doğru aday X’dir” sığlığına sıkıştırıyor.  

Fakat kabul etmek gerekir ki tartışmanın bu şekilde gelişmesinde Altılı Masa’nın payı büyük. Masadaki liderler adaylık meselesini masada hiç tartışmamalarının altını bugüne kadar şöyle doldurdular. Onlara göre masa öyle bir çalışma yapacaktı ki aday belirlenene kadar muhalefetin ortak programı ortaya çıkacaktı. Böylece adayın kimliği seçmen nezdinde görece önemsiz hale gelecek, aday kim olursa olsun yapacakları belli olacaktı. Böylece seçmen de henüz aday yokken dahi muhalefetin iktidara karşı seçimleri nasıl kazanmayı hedeflediğini, kazandıktan sonra nasıl yöneteceğini bilecekti. Ancak Altılı Masa ilk toplantı gününden bu yana geçen altı ayda aday meselesini tartışmadığı gibi bunu da yapmadı. Sadece herkesin üzerinde anlaşabileceği birtakım anayasal/kurumsal meselelere odaklanıldı. Elbette bunları küçümsemiyor, hatta oldukça önemli görüyorum. Ancak benim gibilerin ne düşündüğümden ziyade seçmenin ve genel kamuoyunun ne gördüğüne baktığımızda ortada henüz seçimlerde Erdoğan ve bloğunun karşısına çıkacak siyasi yapı ve bu yapının kazanması durumunda yapacaklarına dair hiçbir şey yok gibi gözüküyor. Şimdiye kadar Altılı Masa’nın yaratamadığı söylenen heyecanın altında da bu eksiklikler yatıyor diye düşünüyorum. Hal böyleyken muhalif kamuoyunun tüm bu boşluğu adaylık tartışmalarıyla doldurması ve bu tartışmanın da yukarıda özetlemeye çalıştığım gibi muhalefet içi fay hatları üzerinden yapılması gayet normal.  

Sonuç olarak muhalefet içi siyasi, ideolojik ve kimliksel ayrılıklara dayalı eksenler temelinde yürütülen adaylık tartışmaları sonucunda hangi aday çıkarsa çıksın muhalefet içindeki bir grup hayal kırıklığına uğrayacak. Halbuki muhalefetin adayının her şeyden önce kazanabilmesi için hem muhalif seçmenin desteğini konsolide edip hem de Cumhur İttifakı’ndan kopan seçmeni yanına çekmesi gerekiyor. Dolayısıyla haftalardır birçok vesileyle altını çizmeye çalıştığım gibi aday kim olursa olsun, bu adaylığın muhalefet içi ayrılıkların çarpıştırılarak değil bir araya getirilip konsolide bir çoğunluk yaratılarak inşa edilmesi gerekir. Muhalefet partileri er ya da geç bu eksenler üzerinden birbiriyle rekabet edecek. Ancak bu rekabet şimdiden başlarsa asıl önemli olan iktidar-muhalefet, otokrasi-demokrasi ekseninde yapılacak mücadelede geriye düşülür ve iktidar kazanabilir.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.