Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Kemal Can ve Ruşen Çakır ile Haftaya Bakış (140): CHP’nin 3 Aralık toplantısı, BİM olayı, kara harekâtı tartışması

CHP, yarın (3 Aralık) İstanbul’da “İkinci Yüzyıla Çağrı Toplantısı”nı yapacak. “Vizyon Belgesi”nin açıklanacağı toplantıda CHP Genel Başkan Yardımcısı Faik Öztrak, Genel Sekreter Selin Sayek Böke, ABD’li yazar, ekonomi ve toplum kuramcısı, aktivist Jeremy Rifkin, dünyaca ünlü ekonomist Prof. Daron Acemoğlu, Bilkent Üniversitesi İktisat Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Refet Gürkaynak, Bilkent Üniversitesi Öğretim Üyesi ve eski TCMB Başekonomisti Hakan Kara ve CHP Yoksulluk Dayanışma Ofisi Koordinatörü Hacer Foggo sunum yapacak. 

AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve MHP lideri Devlet Bahçeli’nin zincir marketlere yönelik sözlerinin ardından Gıda Perakendecileri Derneği Başkanı ve BİM İcra Kurulu Üyesi olan Galip Aykaç’ın “FETÖ’yle bizi tehdit eden parti liderlerine söyleyeceklerimiz var. Bu ülkenin güzel insanları sizlerin yalanlarına hiçbir şekilde itibar etmediler” sözleriyle başlayan tartışma sürüyor. Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) Genel Başkan Yardımcısı Semih Yalçın, BİM’in CEO’su Galip Aykaç’ı, “Halkın ekmeğine uzattıkları haris ve tecavüzcü elleri kıracağız” diyerek tehdit etti.

Suriye’nin kuzeyine yönelik kara harekâtı tartışması da sürüyor. Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar, Suriye’nin kuzeyinde “terör koridoru” oluşmasına izin vermeyeceklerini belirterek, “Ne zaman nerede ne yapmak gerekiyorsa, yeri ve zamanı geldiğinde TSK bugüne kadar olduğu gibi gereğini yaptı, yapmaya devam edecek” dedi.

Yayına hazırlayan: Tania Taşçıoğlu Baykal

Ruşen Çakır: Merhaba, iyi günler. “Haftaya Bakış”a hoş geldiniz. Kemal Can’la yine haftanın öne çıkan olaylarını konuşacağız. Kemal, merhaba.

Kemal Can: Merhaba Ruşen. 

Ruşen Çakır: İlginç bir şekilde, zincir marketler tartışmasında, A101 ve ŞOK’un ismi geçse de, daha çok BİM gündemde. Erdoğan hedef göstermişti zâten. Daha önce de olmuştu biliyorsun. Zincir marketlere çok ağır cezâlar da kesilmişti. Hattâ Erdoğan, Katar dönüşünde, “Cezâlar da bunları ıslah etmedi, çok daha sert birtakım yaptırımlara gitmemiz gerekiyor” gibi şeyler söyledi. Devlet Bahçeli de bir önceki grup toplantısında, zincir marketleri açık açık FETÖ bağlantısıyla suçladı. BİM’in üst düzey yöneticisi Galip Aykaç, beklenenin aksine, iktidar yanlısı medyayı, MHP’yi çok sert, dobra dobra, doğrudan hedef alarak ve devam edeceğini söyleyerek çıkış yaptı. Genellikle bu tür tartışmalara cevap vermezler ve konuşmazlar. Bugün de, MHP yöneticisi Semih Yalçın yine tehditlerini devam ettirdi.

Burada olayın bir tarafında, iktidârın kendi ekonomik başarısızlığını başkalarına yıkma arayışı söz konusu. Ama bir diğer boyutu, biraz benim sâhama giriyor. BİM’in sâhipleri Topbaş Ailesi’nin, Nakşibendî cemaatlerinden Erenköy Cemaati’nin önde gelen isimlerinden olması ve aynı zamanda bu isimlerin iktidâra yakın olması gibi bir durum var. Hatırlarsan, 17-25 Aralık tapelerinde, Erdoğan’ın Urla’daki villalarla ilgili muhabbet ettiği kişi, yakın arkadaşı Latif Topbaş’tı. Bu cemaat kendini çok konuşturmak istemez, ama bayağı da ekonomik gücü vardır. Bu cemaatle Erdoğan’ın yolları ayrılıyor ve sanki o da onları cezalandırıyor gibi, işin böyle bir boyutu da var. Kimileri o boyutu çok önemsemiyorlar, ama bence o boyut da önemli. 

Ben bu konuda daha önce iki ayrı yayın yapmıştım. 2019’da “Bim olayı” ve 2021’de Yeniden BİM olayı. Dün bu konuyla ilgili bir yayın daha yaptım. 

MHP Genel Başkan Yardımcısı Semih Yalçın, “Milletin ekmeğine göz koyanlar” demiş. Yani: “Aslında her şey yolunda gidiyor, ama insafsızca zam yapan zincir marketler var” meselesine indirgenmiş bir çizgi var. İş bayağı şiddetleniyor. Sen ne düşünüyorsun? Bu devam eder mi? Erdoğan’ın îmâ ettiği para cezâsından daha fazla yaptırımlar olabilir mi? Tabiî bütün bunları yaparken, bir yandan da serbest piyasa kurallarına uygun hareket ettikleri iddiası var. Şu hâliyle yaptıkları, tamâmen o serbest piyasaya aykırı şeyler.

Kemal Can: Zâten bu işin senin de söylediğin gibi birkaç boyutu var ve iktidar bu tür açık hamleler yaptığında, genellikle tek nedeni ya da tek hedefi olmuyor. Bu tür hamlelerde birkaç şeyi bir arada yürütüyorlar. Bu olayda da biraz öyle tarafları var gibi geliyor bana. Senin daha önce 2019’da ve 2021’de ve dün yaptığın yayınları da izledim. Böyle tekrar tekrar gündeme getirilen bir “pahalılığının suçluları”meselesi var. Hatırlarsın, ekmek hikâyesinden soğan-patates ve sebzeyi…

Ruşen Çakır: Tanzim Satış mağazaları açtılar. 

Kemal Can: Evet. Başından îtibâren pahalılığın sorumlusu olarak komisyoncular, aracılar, fırsatçılar, stokçular, market zincirlerine kadar giden bir tarafı var. Bu son gelişmenin ardından, bugün iktidârın önemli medya organları, biri Hürriyet, biri Sabah’taki reaksiyon, bu işin bu tür kullanımı konusunda devam edileceğini düşündürüyor. Hürriyet, “Her gün zam mı olur?” diye manşet atmış. Ahmet Hakan da o minvalde bir şeyler yazmış. Sabah’ta da Mehmet Barlas, “Bu marketleri bir zapturapt altına almadan bu enflasyon çözülmeyecek” diyor. Yani bu iki gösterge, medya üzerinden halkın önüne, bu pahalılığın sebepleri olarak, dış güçlerden stokçulara, kötü niyetlilerden bozgunculara, nankörlerden bu “açgözlü marketler”e kadar, problemlerin müsebbibi olarak birtakım günah keçileri koyuyor. Üstelik, “Bunlar sebep oluyor” demekle de yetinmiyor; iktidar seçime doğru gittiği için, bunlarla kendisinin de mücâdele ettiği görüntüsünü yaratmak istiyor. Yani sâdece, “Bakın, işte bunların yüzünden oluyor” demekle yetinmiyor, bir politik hamle olarak bir de bunlarla kavga ettiğini, bunlara cezâ verdiğini, bunların üzerine gideceğini söylüyor. İşin böyle bir tarafı var. 

Bu iki gösterge ve medyada bu işin köpürtülme biçimi de, seçime kadar bu işin, iktidâra sorumluluk olarak yüklenecek olan hayat pahalılığı ve enflasyon meselesinin, başka suçlulara yöneltilerek, onlara yansıtılarak, tepkiyi onlara doğru çevirerek devam edeceğini gösteriyor. Sosyal medyada da bunun işâretlerini görüyoruz. Meselâ bugün galiba başka zincir marketlerle ilgili de böyle sosyal medya kampanyaları düzenleniyor. İşin böyle bir tarafı var. Bunun çok şaşırtıcı olmadığını, daha önce de denendiğini gördük. 

Ama senin de işâret ettiğin gibi bir başka boyutu daha var: Bir, muhâfazakârlar içi gerilimlerle ilişkisi var bu işin; bir de, seçimden önce, sâdece seçmen desteği değil, çeşitli güç merkezlerinin, iktidârın devâmına göre siyâsî yatırımlarını düzenleyeceği bir tablo ve bundan kaçmaya çalışan ya da buna uygun davranmayanların da hizâya sokulması tarafı olduğunu düşünüyorum. Muhâfazakârlar kısmı açısından şöyle bir kritik durum var: AKP’den ayrılan partiler meselesinde de yaşadığımız gibi, muhâfazakârların içinde, kutuplaştırma tezi üzerinden %50-%50 diye bölünen bir tablonun içerisinde, kendi tarafında zayıflık gösteren ya da kendi arkasında sağlam biçimde durmayan kesimlere daha yüksek bir saldırganlıkla yöneleceği, onları bir tür hizâya çekmeye veya en azından bu tür yaptırımlarla ya da bâzılarının üzerine giderek, bu konuda başka türlü davranmaya tevessül edebilecekleri ürkütmeye dönük bir tarafı olduğunu düşünüyorum. Aslında BİM’i döverek, muhâfazakârların içerisindekilere, sâdece muhâfazakâr olmalarından dolayı bir korunak yaratmayacağını söylüyor. Hatırlarsan Erdoğan’ın “içimizdeki nankörler” diyerek kendi seçmenlerine bile son derece sert çıkışları olmuştu. Yani: “Bizim dünya görüşümüzde olmanız ya da daha önce iyi ilişkilerimizin olması, beni yeterince desteklememeniz durumunda sizi benim gazâbımdan korumaz illâ” görüntüsünü yaratmaya çalışıyorlar. 

Burada öndeki aktörlerden birinin AKP değil de MHP olmasının da dikkat çekici bir tarafı var. Muhâfazakârlarla iktidârın problemlerinde, MHP’nin daha önce de böyle uç beyi gibi davrandığını, daha rijit saldırılar yaptığını, daha kişiselleşmiş polemiklere girdiğini görmüştük. Bu olayda da, MHP’nin daha önde tavır aldığını, senin söylediğin gibi Galip Aykaç’ın açıklamasından sonra MHP’nin de, BİM’i özel olarak hasım kabul ettiğini açıkladığını görüyoruz. Yani bir siyâsî parti niye bir market zincirini hasım görür, o da ayrı bir tartışma.

Bir üçüncü boyut da aslında birincisiyle bağlantılı. İktidârın, kendisine oy kaybı getiren pek çok problemi çözme kabiliyetinin olmadığını biliyoruz. Pek çok alanda çâresizlikle mâlûl olduğunu biliyoruz. Bunu telâfî etmek için, içeride ve dışarıda çok ciddî imkân ve destek arayışlarına girdi. Bunun dış politikadaki karşılığını çeşitli vakalarda konuştuk. Bazı U dönüşler ya da manevralarla, birtakım yerlerle arasını düzeltti. Bunların bir kısmından kaynak temin ettiğini öğreniyoruz. Suudi Arabistan’dan, Katar’dan, Birleşik Arap Emirlikleri’nden birtakım kaynaklar tedârik ettiğini, bunları da ekonomik sorunlarda çözüm değil ama bir tür rahatlama için kullanacağını anlıyoruz. Ayrıca Batı ile ilişkileri meselesinde de, Ukrayna krizinden çeşitli imkânları kullanarak bir pozisyon elde ettiğini, oralardan destek temin edemese bile kendi üzerine bir süre gidilmemesini sağlayabildiğini görüyoruz. Rusya ile yine akçalı tarafı da olan bir angajmana girdiğini biliyoruz. Dolayısıyla dışarıda, “Erdoğan’ı artık istemiyorlar, sonunu getirecek hamleleri destekleyecekler” görüntüsünü kırmaya çalıştı. Bunda ne kadar başarılı olduysa, kendince bir sonuç aldığını görüyoruz. 

Aynı şeyi içeride de yaptığını biliyoruz. Daha önce marketlerle, çeşitli iş çevreleriyle yaptığı toplantılarda, “Siz de elinizi taşın altına sokun. Bizim iktidarda kalma mücâdelemiz içerisinde, bu enflasyon, hayat pahalılığı, ekonomik kriz baskı oluşturuyorsa, bunu hafifletme konusunda bize yardımcı olun” taleplerini açıkça dile getirdiğini biliyoruz. Bu konuda, özellikle enflasyonun doğrudan görünür halde olduğu alanlarda, istediği kadar destek vermeyen birtakım çevreler olduğunu biliyoruz. Bu “3 harfliler” üzerinden hedefe konan marketlerin de, iktidârın elini rahatlatacak, zamları geçici bir süre erteleyerek, iktidârın “Enflasyon düşüyor, biz dengeledik” havasını besleyebilecek imkânlar yaratacak hamlelerde çok gayretli olmadığını düşündüğü çevrelere bir ayar verme ihtiyâcı da var. Çünkü bu kışın ekonomik kriz açısından parlak geçmeyeceği ve iktidârın bu sert kışın üzerine seçime gideceği için biraz nefes almaya ihtiyâcı olduğu hep söyleniyordu. Sâdece dışarıdan sağlanan kaynaklarla bu nefes üretilemeyebilir; biraz da, “Bakın, yine çözerse bu çözer, işte yavaş yavaş enflasyon da dengelenmeye başlandı. Ekonomi şimdi düzelmese bile düzeleceğine ilişkin birtakım işâretler belirdi” havasını vermek istiyor. Bunun da birilerinin kendisini destekleyecek bazı fedâkârlıklarıyla olmasını arzu ediyor.

Ruşen Çakır: Zâten Erdoğan en son yaptığı il başkanları konuşmasında, yılbaşından îtibâren enflasyonda gerilemeler olmasını beklediklerini, ancak bazı zincir marketlerle ilgili fiyat kıyaslamalarına yönelik kampanyaların alevlendiğini, bunun da kamuoyunda rahatsızlık yarattığını söyledi. Biliyorsun, “Enflasyon düşmeye başlayacak” dedikleri, ama hep ertelenen bir târih var. O târih sürekli değişti, ileriye atıldı. Şimdi o tarih 2023’ün yılbaşına geldi. Ama “Yine zincir marketler bir kalleşlik yapmazsa…” opsiyonuyla söylüyor bunu.

Kemal Can: Yani bahânesini önden koyuyor.

Ruşen Çakır: Evet Kemal, biraz CHP’den bahsedelim. Kemal Kılıçdaroğlu yarın “İkinci Yüzyıla Çağrı” tanıtım toplantısında CHP’nin vizyon belgesini anlatacak. Bayağı iddialı bir hazırlık yapıyorlar. Biz de Medyascope olarak oradan canlı yayın yapacağız. Sâdece Kılıçdaroğlu’nun konuşacağı bir olay değil, dünya çapında birtakım isimler de olacak. Hattâ bir tânesi ABD’li Jeremy Rifkin. Ayrıca Prof. Dr. Daron Acemoğlu, Prof. Dr. Hakan Kara, Prof. Dr. Refet Gürkaynak, Prof. Ufuk Akçiğit de var. İsimlerden bir tânesi de Hacer Foggo; o da herhalde yoksulluğu anlatacak. Böyle bir çıkış yapıyorlar. Bu toplantıyı önce, Kasım sonu diye söylemişlerdi, sonra Aralık başına aldılar. Bu toplantı yarın İstanbul’da olacak ve bayağı bir kalabalık da toplamayı, özellikle gençleri toplamayı düşünüyorlar. Buradan bir ekonomi vizyonu çıkacak. Hattâ tanıtımlarda görmüşsündür; sâdece diğer rakip partilere, iktidâra değil, dünyaya meydan okuyan bir vizyon anlatacak.

Bu isimler, önce CHP’nin yeni ekonomi kadrosu diye düşünüldü; ama anladığım kadarıyla tam öyle değil. Yani Jeremy Rifkin ya da Daron Acemoğlu veya Hakan Kara olsun, bu kişilerin CHP ile nasıl bir ilişki içerisinde olacağı henüz tam net değil. Bir kerelik, bu program için de katkıda bulunuyor olabilirler ya da arada istendiği zaman destek verecek olabilirler. Ama bir ekip olarak CHP Genel Merkezi’nde çalışan ekonomistler gibi bir durum olmayacak. Zâten bu olayı düzenleyenler de Faik Öztrak’la Selin Sayek Böke. Onlar da, CHP’de ekonomi deyince ilk akla gelen isimler. Belli ki Kılıçdaroğlu ekonomi ağırlıklı bir şey yapacak. Gençlere, beyin göçüne yönelik birtakım mesajlar verecek. 

Açıkçası ben bunu, Kılıçdaroğlu’nun adaylık ısrârının son aşaması olarak görüyorum. Eğer yarınki toplantının sunuşu iyi olur ve olumlu bir yankı alırsa, o zaman Kılıçdaroğlu, “Bakın, her şeyim hazır, vizyonum hazır” deyip, adaylığını daha da bastıracak. Eğer çok umduğu gibi bir şey olamazsa, sanki ondan vazgeçebilir gibi geliyor. Bâzıları, Kılıçdaroğlu’nun bu toplantıda adaylığını açıklayacağını düşünüyor. Benim bildiğim, böyle bir şey olmayacak. Ama oradan alınan sonuca göre, Kılıçdaroğlu adaylığını Altılı Masa’da gündeme getirebilir ya da çekebilir diye düşünüyorum. Sen ne dersin?

Kemal Can: Senin bu tahminin ya da spekülasyonun konusunda çok net bir fikrim yok; ama adaylığını açıklayacağı bir platform olacağını ben de düşünmüyorum. Yürütülen stratejiye de çok uygun değil. Yani Altılı Masa’ya bu kadar çok referans verilmişken, böyle bir oldubitti açıklaması çok fazla sıkıntı çıkartacağı için, çok gerçekçi görünmüyor. Ben bu toplantı ve vizyon belgesi açıklamasında, senin biraz önce çerçevesini özetlediğin, oraya katılan isimler ve bunun sunum biçimi açısından, yine birkaç farklı katman olduğunu düşünüyorum. Bir tânesi şu: Bu ekonomi konusundaki vizyon meselesinde, muhâlefet cephesinde CHP, parti olarak hayli geriden geliyordu. İlk kez, Prof. Bilge Yılmaz’ın hazırladığı çalışmayı İYİ Parti açıklamıştı. Yani muhâlefet partileri açısından kapsamlı bir ekonomi programı açıklamıştı. Hattâ orada da, bir transfer olarak Bilge Yılmaz’ı getirmişlerdi başına ve onun hazırladığı bir program ortaya konmuştu. Yine DEVA Partisi’nin bir program açıklaması oldu ve birtakım kitapçıklar da çıkarttılar ve bir çerçeve koydular. CHP, parti olarak, derli toplu bir ekonomi programı sunmamıştı. Birtakım toplantılar yaptılar, parça parça çeşitli başlıklarda çalışmalarını sundular, ama bu tür bir vizyon çıkışı yapmamıştı. 

Buna karşılık, Kılıçdaroğlu’nun bireysel olarak yürüttüğü ve son aylarda iyice sol popülist bir havaya bürünen, öyle bir intibâ veren çıkışları vardı. Ama bu, çoğunlukla onun adaylık kampanyasının ve kendisine bir dâvâ üretmesinin parçası gibiydi. Yani bir parti programından çok, kişisel bir dâvâydı. Hattâ, “Birinci tekil konuşuyor” diye eleştiriliyordu. Benim anladığım kadarıyla, şimdi bir parti programı ile bu bireysel adaylık çıkışlarının entegre edilmesi ihtiyâcı doğdu. Erteleme, bu entegrasyonun çerçevesini oluşturmak için biraz bir gecikme çıktığı için olabilir. Ama bunun artık entegre edilmesi gerekiyor. Yani CHP’nin bir program ortaya koyması ve daha sonra da Altılı Masa’nın ortak stratejisinin içerisinde, ana gövdeyi oluşturan ya da lokomotif parti olarak kendi perspektifini de ortaya koyması gerekiyor. Bu zâten bir ihtiyaçtı. Ayrıca da söylediğim gibi, Kılıçdaroğlu’nun yürüttüğü kampanyanın tonuyla bir yeni denge oluşması gerekiyor. 

Senin söylediğin o isimlerin içinde yer alıyor olması konusuna gelince: Bu isimlerin çoğu, Kılıçdaroğlu’nun son aylardaki o sol popülist söyleminin karşılığı olan isimler değil. Tam tersine, o isimleri öne çıkartarak, oraya onları da yanına alarak çıkmasındaki arayışın arkasında, bu sol popülist söylemin, mevcut birtakım güç merkezleri ya da iktisâdî elitler nezdinde alerjik olmasını dengelemek ya da onun rahatsız edici bulunan taraflarını dengeleme arayışından olduğunu sanıyorum. Meselâ Daron Acemoğlu, neredeyse muhâlefetteki bütün partilerin, “Biz de onunla çalışıyoruz, bizim de programımıza yardımcı oldu” dediği bir isim. Ben, neredeyse bütün partilerin bu işlerle uğraşan kurmaylarının çoğundan, “Daron Acemoğlu da bizimle görüştü, ona da danıştık” sözlerini hep duydum. Yani muhâfazakârların endîşesini yatıştırmak gibi, iktisâdî elitlerin de “Acaba çok acayip şeyler mi olur? Birdenbire bütün dengeler değişir mi?” gibi, yeni iktidar değişikliğiyle çok radikal şeylerin olacağı endîşelerini, Daron Acemoğlu’nun liberal refleksleriyle yatıştırmaya dönük bir tarafı olduğunu düşünüyorum.

Ruşen Çakır: Daron Acemoğlu’nu biraz tanırım. Bildiğim kadarıyla görüşmek isteyen herkesle bir şekilde görüştü. Ama şu aşamada, CHP’de danışman değilse bile, CHP’ye daha yakın bir şekilde kendini konumlandırıyor. Öteden beri de Türkiye’yle hep çok ilgiliydi. Şimdi diğer partilerin hepsiyle birtakım ilişkileri var, ama sanıyorum tercihini CHP’den yana yapmış durumda. Tabiî bu, CHP’ye angaje olduğu anlamına gelmiyor. Zâten Kılıçdaroğlu, ABD gezisinde de kendisiyle buluştu. En son bu yaz kendisiyle bir yayın yaptığımı hatırlarsın. O sırada Daron Türkiye’deyken, Kılıçdaroğlu ile Ankara’da da görüşmüşlerdi. Yani anladığım kadarıyla Acemoğlu, kapısını çalan muhâlif partilerin hepsine bir şekilde kapısını açıyor, ama CHP için daha fazla şey yapabilir pozisyonda. Fakat CHP’nin kurmay heyetinde demek çok doğru olmayabilir.

Kemal Can: Yok, bence zâten öyle sunulmayacak. Onun orada bulunması, CHP’nin programının, bâzı çevrelerce rahatsız edici bulunmamasının aracı olarak kullanılacak. Yani o da, buna çok rahatsız edici bir program gibi bakmıyor, bunun yanında görünmekten rahatsız olmuyor. Yoksa Daron Acemoğlu’nun, bir yönetici beyin gibi, “Artık CHP’nin programını o yapıyor” gibi sunulamayacağını anlıyorum. Ama bir tür onay mercii gibi… Onun için o örneği verdim. Dışarıda ve içeride belirli çevrelerin bunu önemsediğine inandıkları için. Daron Acemoğlu’nun onayını herkes pek önemsiyor. Bâzı iktisâdî elitlerin, bu tür isimlerin rahatsız edici bulmadığı programların daha kolay kabul edileceğine ilişkin bir yaklaşım var. Türkiye’nin ekonomi yönetiminde kaybettiği îtibârı geri kazandıran bir programla ortaya çıkmanın, herkes açısından önemli otorite kabul edilen, ama genellikle de liberal yaklaşımın çok da zıttı olmayan, çok da rahatsız edici radikal değişimlerin olmayacağının bir tür güvencesi gibi algılanıyor. “Bakın o da burada görünmekten kaçınmadı. Yani öyle endîşe edilecek bir durum yok” görüntüsü… Yoksa tersi yapılsa, “Bizim programımızı bu ekip hazırlıyor”dense, onun yaratacağı başka komplikasyonlar var. Bu sefer tersinden bir uyumsuzluk söz konusu olabilir. Çünkü Kılıçdaroğlu’nun o kurduğu sol popülist dilin içerisinde sorun teşkil edebilecek, “Bütün programı bunlar yapıyorsa, her şey bunlara teslim edilmişse, o zaman bu söylenenler boşlukta kalıyor” diyebilecek başka bir reaksiyona da neden olabilirler.

Ben yeni bir reaksiyon yaratmak değil, mevcut şeyi yeni bir denge içerisinde sunmak ihtiyâcının olduğu fikrindeyim. Bunda da çok yanlış bir şey yok. Şu anda seçime giden ve ana muhâlefetin lokomotif partisi olan CHP’nin hem destek temini gibi bir ihtiyâcı var, hem de yeni rahatsızlıklar, alerjiler üretmemesi gerekiyor. Bunun anlaşılır bir tarafı var. Senin de söylediğin gibi, bu sunumdan alınacak reaksiyon, çeşitli çevreler açısından, hem söylediğim gibi iktisâdî müesses nizam açısından bir alerji oluşmadığı ya da bu güvencelerin onlar için yeterli bulunmadığı, hem de bu sunumun bâzı çevrelerde, “Ya, buradan da tam beklediğimiz gibi bir yeni yaklaşım çıkmıyor” görüntüsünü de yaratmaması gerekiyor. Bu denge oluşursa, o zaman senin spekülasyonunu destekleyen bir şey söylüyorum, eğer iki taraftan da çok sert alerjik reaksiyonlar gelmeyip, pozitif bir hava yaratılırsa, bu adaylık perspektifiyle açılan söylemle bu sunumun arasında bir denge resmi oluştuğu anlaşılır ve dolayısıyla bu, senin dediğin gibi bir finale yürümeyi kolaylaştırabilir. Böyle bir tarafı var gibi görünüyor. Galiba bu hikâyede de öyle bir şey var.

Bir de tabiî söylediğim gibi, diğer muhâlefet partileri kendi programlarını koymuşken, artık CHP’nin de bir parti olarak kendi programını koyması gerekiyordu. Çünkü bir yandan da tamam, bir aday belirlenecek, cumhurbaşkanlığı seçimi var, bir de Altılı Masa var, bunların hepsi anlaşılır. Ama bir de bütün bu muhâlefet blokunun sürükleyici aktörü olan CHP diye kocaman bir kurumsal gövde var. Teşkilâtı var, seçmeni var… Onların da kuvvetli bir iktidar seçeneği olarak artık daha net bir strateji üretmeleri ve bir söylem geliştirmeleri gerekiyor. Çünkü milletvekili adayları, olası kabine ve diğer ayakları da artık çatmaya başlamaları gerekiyor. Dolayısıyla, ana çerçevenin bu anlamda netleştirilmesi ihtiyâcı var. Bunu da tamamlayacak bir sunum olacağını sanıyorum. Sunum yapıldıktan sonra, etkileri ve sunumun içeriği konusunda herhalde canlı bir tartışma olur; biz de onun üzerine tekrar konuşuruz.

Ruşen Çakır: Son olarak kara harekâtı spekülasyonlarını da bir konuşalım. Bu o kadar çok dillendi ki; ya artık olmayacak, içi iyice boşalmış olacak ya da mecbûren olacak gibi bir hava var. Anladığım kadarıyla Amerika Birleşik Devletleri özel olarak bastırıyor. Değişik değişik açıklamalar var. Savunma Bakanı doğrudan Hulusi Akar’la görüşüyor, özel temsilciler geliyor gidiyor ve Türkiye de sürekli olarak, “Yapacağız, kimse bizi engel olamaz, gölge etmeyin başka ihsan istemez” diyor. Ama bu arada, bugün yine Millî Savunma Bakanlığı’ndan, “Şu kadar terörist etkisiz hâle getirildi” açıklaması geldi. Bir yandan da, “Kara harekâtı olmadan da zâten biz mücâdele ediyoruz” mesajlarını da vermeyi ihmal etmiyorlar.

Türkiye’nin bir şekilde bu kara harekâtını yapmak istediği kesin. Yapıp yapmamanın karârını tabii ki Rusya, ABD gibi yerlere de bakarak verecek. Ama sanki esas olarak, bunun getirisi-götürüsü üzerinden yapılan bir hesapla tereddüt ediyorlar gibi geliyor bana. Özellikle de yaklaşan seçimlerin etkisini de hesaplıyor olabilirler. Çünkü biliyorsun, genellikle seçmen eğilimi açısından bu tür harekâtlar iktidârın işine yarar. Kamuoyu araştırmalarında da böyle çıkıyor. Belli bir süre iktidârın işine yarıyor, ama sonra harekât durduğu ve etkisi azaldığı zaman çok da fazla işlevsel olmayabiliyor. 

İnsanlar bunu pek konuşmak istemiyorlar, fakat bence konuşulması gereken bir boyut var: Burada yapılacak olan harekâtın doğrudan hedefi, Suriye’deki Kürtler ve Kürtler’in örgütleri. Türkiye’deki Kürtler’in de büyük bir kısmı burayı çok yakından tâkip ediyor ve onları kendi parçası gibi görüyor. Dolayısıyla yapılacak olanlar, harekâtın içeride yarattığı o milliyetçi kabarış ile birtakım getirileri olsa bile, bir yandan da Kürtler’in oyunu kaybetme konusunu öne çıkarıyor — ki zâten Erdoğan orada çok ciddî bir sorun yaşıyor: En azından onları, cumhurbaşkanlığı seçimleri ikinci tura kalırsa, tarafsız kılmaya çalışıyor. Ama böyle bir harekâtın Erdoğan’ın aleyhine böyle bir etkisi olacağını ve ben bundan çekindiğini düşünüyorum. Sence çok mu saf yaklaşıyorum?

Kemal Can: Yok, bence doğru. Hattâ birkaç boyutu daha var. Bölge müdâhale edilmek istenen bir bölge ve oradaki Suriye Demokratik Güçleri üzerinden yürüyecek bir kara harekâtından bahsedildiği için, bütün gözler Amerika’nın reaksiyonları ve buna ne kadar onay vereceği üzerinden tartışılıyor. Ama işin bir başka boyutu da, hem Rusya hem de son günlerde birtakım açıklamalarla tekrar gündeme gelen Esad’la görüşme meselesi açısından da kritik. Çünkü Suriye’de, yani başka bir ülkenin topraklarında bir kara harekâtı yürütürken, Esad’la bir yumuşama zemini üretmek o kadar kolay değil. Zâten Suriye’nin açıklamasında da gördük: “İcraat bekliyoruz. Lâf çok önemli değil” denmesinin arkasında, “Şu anda benim topraklarımdasın. Benim topraklarımdan çekilmek gibi bir perspektifi koymadan neyi görüşeceğiz? Neyi normalleştireceğiz?” gibi bir ton var. Üstelik şimdi böyle yeni bir harekâtla, o topraklar içerisinde bir kara harekâtına girişmişken bu zemini yaratmak kolay değil. 

İkincisi, tek mesele oradaki Kürtler’in varlığı ya da güvenlik sorunu olmanın ötesinde, çok ciddî bir göçmen meselesi ve olası bir kara harekâtı tablosunda bunun nasıl etkileneceğiyle ilgili yeni bir durum var. Çünkü Esad’la normalleşmenin arkasında, iktidar açısından sıkıntılı olan, “Bu göçmen meselesini de biz çözeriz” havası var. O havayı da devam ettirebilmek için, burada bir tırmanmaya değil, bir yatışmaya da ihtiyaç olabilir. Yani söylediğin gibi olay çok boyutlu… Hem seçime yansıması açısından, hem de çeşitli pazarlık masalarındaki farklı parametreler yüzünden hesâbın biraz karışık olduğunu düşünüyorum. Bunun da bir takvimleme sorunu yarattığını; şu andaki “Olacak, olmak üzere, olabilir” fikrinin, nispeten iktidârın elini biraz rahatlattığını, bir şey yapmadan kullanışlı bir şey hâline getirdiğini düşünüyorum. Çünkü çok açık olarak, bir operasyona kalktığınızda, onun somut sonuçları eğer kontrol ettiğiniz ya da beklediğiniz biçimde gelişmezse ya da aldığınız onay oradan bir zafer havası üretmeye uygun olmazsa, aleyhe de dönebilir. Hem iç politikada Kürtler nezdinde bir reaksiyona neden olabilir, hem de sizin pozisyonunuzu zorlaştırabilir. Yani bir tür galibiyet ya da zafer üretmeye kalktığınız bir şeyden, bir başarısızlık hikâyesi çıkabilir. 

Bunu geçen haftaki yayınımızda da seninle konuşmuştuk. Hatta sen “Transatlantik”te “Zamanlamayı seçime yakın mı yapar, yoksa yapıp sonuçlarını mı devşirmeye çalışır?” diye konuştuğunuzu söylemiştin. Bu, parametrelerden biri, ama çok boyutu var. Şu anda galiba hızlı davranıp, oradan birtakım sonuçlar alıp, bunu seçimde kullanma aceleciliğinde davranılmayacak gibi görünüyor. En azından, şu andaki tablo öyle. Çünkü biraz önce konuştuğumuz birkaç başlık aslında daha da çoğaltılabilir. Karmaşık bir durum var ve iyi hesaplanması gereken bir şey. İktidar, şu anda bir şey yapmadan, iki senedir yaptığı gibi, her an yapabileceğini söyleyerek idâre etmeye daha yakın duruyor gibi hissediyorum. 

Ruşen Çakır: Evet, Kemal. Burada noktayı koyalım, “Haftaya Bakış”ı sonlandıralım. İzleyicilerimize teşekkür edelim. Haftaya tekrar buluşmak üzere diyelim. İyi günler.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.