Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Kemal Can ve Ruşen Çakır ile Haftaya Bakış (139): Kara harekâtı beklentisi, Altılı Masa’nın dokuzuncu toplantısı, HDP’ye kapatma davası

İstiklal Caddesi’nde 13 Kasım’da altı kişinin yaşamını yitirdiği, 81 kişinin yaralandığı bombalı saldırının ardından 20 Kasım gecesi Irak ve Suriye’nin kuzeyine hava harekâtı düzenlendi. Kara harekâtı da gündemde. Tel Rıfat, Münbiç ve Ayn el-Arab’ı adres gösteren Erdoğan, “Uçaklarla, toplarla, SİHA’larla yaptığımız operasyonlar sadece başlangıçtır. Bizim için en uygun olan vakitte karadan da teröristlerin tepesine tepesine bineceğiz” diye konuştu.

Altılı Masa dokuzuncu toplantısını 28 Kasım Pazartesi günü Demokrat Parti Genel Başkanı Gültekin Uysal’ın ev sahipliğinde yapacak. Altılı Masa, anayasa çalışmasını da pazartesi günü sabah saatlerinde açıklayacak.

HDP, Anayasa Mahkemesi’nde görülen kapatma davasına ilişkin ek savunmasını tamamladı. HDP Hukuk Komisyonu savunmayı bugün Anayasa Mahkemesi’ne teslim etti.

Ruşen Çakır ve Kemal Can, Haftaya Bakış’ta değerlendiriyor.

Yayına hazırlayan: Tania Taşçıoğlu Baykal

Ruşen Çakır: Merhaba, iyi günler. “Haftaya Bakış”la karşınızdayız. Kemal Can’la yine haftanın öne çıkan olaylarını konuşacağız. Kemal, merhaba.

Kemal Can: Merhaba Ruşen.

Ruşen Çakır: Pazartesi günü iki gündem var. Birincisi Altılı Masa, sabah 10.30’da Ankara Bilkent Otel’de anayasa değişikliği çalışmasını açıklayacak. Daha sonra da saat 13.00’te Demokrat Parti Genel Merkezi’nde 9. toplantıyı yapacaklar. Ben Ankara’ya gitmeyi düşünüyorum, sabahkini izleriz. İkinci toplantıda da, mâlûm, Altılı Masa toplantıları kapalı oluyor zâten; ama en azından liderlerin girişini görürüm. Artık zaman iyice daralıyor ve bir şeyler yapıyor olmaları gerekiyor. Tabiî ki bu anayasa değişikliği açıklamasının bir anlamı var. Güçlendirilmiş parlamenter sistemi de, 28 Şubat’takiyle aynı yerde, Bilkent Otel’de açıklamışlardı biliyorsun. Benzer bir şey olacak. Aradan geçen bu süre zarfında hâlâ beklentiler var. Adaylık meselesi öncelikli geliyor ve 9. toplantıda da bu konunun gündeme gelmeyeceği yolunda rivâyetler var. Ama bir yerden sonra artık konuşulmaya başlanması gerekiyor. 

Dün sen ve bir grup gazeteci, İstanbul’da Ali Babacan’la bir araya geldiniz. Babacan sizlerle sohbet etti. Sen de oradaydın. Tabiî orada dönüp dolaşıp bunlar konuşuldu, değil mi? Yani Altılı Masa, aday ne olacak gibi konular… Ali Babacan neler söyledi? Çok olağanüstü şeyler söylemedi. Söylemiş olsaydı zâten bütün Türkiye’de o gazeteciler bunları yazarlardı. Hattâ toplantıyı izleyen Evrensel gazetesinden meslektaşımız, “Açık sorular, kapalı cevaplar” diye başlık atmış. Ben de Ali Babacan’la daha önce benzer bir toplantıya katılmış olduğum için, bizim o sohbetimiz için de aynı şey söylenebilirdi. Sizinkinde de herhalde açık sorular, kapalı cevaplar vardı. Buradan hareketle, biraz Altılı Masa’yı konuşmaya kaldığımız yerden devam edelim diyorum, çünkü dönüp dolaşıp bunu konuşuyoruz.

Kemal Can: Zâten o toplantıda da, hemen hemen bütün sorulara çarpıcı cevaplar almamasından dolayı, “Bir manşet vermediniz” esprileri de yapıldı. Ali Babacan da kendi bakanlığı döneminden örnekler verip, “Ben hep böyleydim” dedi. Böyle bir tarafı var tabiî. Bunun Ali Babacan’ın tarzından gelen bir tarafı var, çok sivri ve çok köşeli şeyler söylemiyor. Çizgi olarak partinin tutumu da öyle. Kendisinin politik tavrı öyle. Bir de Altılı Masa’nın kırılganlığı da kaçınılmaz olarak böyle ilerlemeyi zorunlu kılıyor. İşin bu tarafı belki bu anlamda anlaşılır. 

Ama senin de söylediğin gibi artık takvim daralıyor. Şimdi bir de, senin tekrar belki gündeme getirmek isteyeceğin erken seçim meselesi tekrar ısıtılmaya başladı. Nisan ayından bahsedilen kulisler Ankara’da konuşuluyormuş. Dolayısıyla artık 6 ay mı var, 4 ay mı var gibi bir takvimden bahsediyoruz.

Aslında dün, Ali Babacan kendi partisinin çeşitli başlıklarda bir tür program hâline dönüştürdükleri çalışmalarını sundu. Onu basılı hâle de getirmişler. Partinin çalışmalarının vardığı noktayı anlatmak istedi. Ama kaçınılmaz olarak, orada bulunan bütün gazeteciler, soru bölümünde ağırlıklı olarak tabiî ki Altılı Masa’yı sordular ve bu, aslında Altılı Masa’nın bütün liderleri için giderek daha da belirgin hâle geliyor. Buna belki kendileri açısından haksızlık olarak bakıyorlar. Yani kendi partisinin programını, yaptığı çalışmaları anlatmak için bir basın toplantısı, bir basın yemeği düzenleyen bir genel başkan, elbette durmadan kendisine bir Altılı Masa sözcüsü gibi sorular sorulmasından belki rahatsız oluyordur; bunda da haklıdır. Ama şöyle bir şey var: Kendisi de o toplantının daha başında, Altılı Masa’yla ilgili ilk sorular geldiğinde, şöyle bir cümle kurdu: “Şu anda ‘ana muhâlefet’ diye târif edeceğimiz şey, aslında artık Altılı Masa’dır. Altılı Masa’yı bir tür ana muhâlefet olarak târif etmemiz lâzım ve bu iktidârı değiştirecek ve iktidâra gelecek olan seçenek de odur”. 

Şimdi seçmenin önüne böyle bir şey koyduğunuz andan îtibâren, bu Altılı Masa’nın partilerinin “Altılı Masa ne yapacak?” sorularına cevap verme mecbûriyetini de kabul etmiş olmanız gerekir. Zâten şunu söyledi: “Tek tek hiçbir partinin seçimi kazanma şansı olmadığı için birlikte davranmamız gerekiyor ve birlikte bu sonucu alacağız”. Bu konuda da gayet umutlu şeyler söyledi. Ama bunu böyle târif edip, basına ya da kamuoyuna bunu böyle lanse ettikten sonra, artık bir mecbûriyet ortaya çıkıyor. O zaman, Altılı Masa için konuşmak ya da Altılı Masa hakkında cevaplar vermek mecbûriyetini de kabullenmiş oluyorsunuz. 

Bence burada hâlâ birtakım problemler var. Ali Babacan, “Çok az problemimiz var. Masada çok iyi anlaşıyoruz” dedi. Hattâ “Dışarıda olanın hiçbiri aslında masaya yansımıyor, masada pek çok sorunu çok kolay çözüyoruz, kolay da çözeriz” dedi. İktidar değişikliği ve seçimden sonraki takvimi de son derece hızlı realize olacak bir süreç olarak târif etti. Ama bu süre meselesi, hem Altılı Masa’nın hem Altılı Masa’daki bütün aktörlerin yumuşak karnı bence. Çünkü erken seçim olasılığı, seçim takviminin iyice sıkışmış olması değil, şöyle bir tarafı var: Şimdi, siz seçimi kazandığınızda, ekonomiden tutun sistem revizyonuna kadar neredeyse her şeyi 6 ay içerisinde çözebileceğinizi iddia ediyorsunuz. Ama iki senedir bu çözüm programını henüz tamamlamamış olduğunuz gibi bir gerçek var. Dolayısıyla vaat edilen hızla, realize olan şey arasında bir açı var. Dolayısıyla bu, Altılı Masa’nın genel bir sorunu.

Anlattıkları açısından da şunu söyleyeyim: Senin söylediğin gibi, Pazartesi günü, bu sistem değişikliği için gerekli olan anayasa değişikliğinin, yani yeni bir anayasa yapılması değil, ama hızlı biçimde sistem değişikliğini realize edecek anayasa değişikliğinin genel çerçevesini sunacaklar. Bu konuda bir mutâbakata vardılar. Daha önce yapılmış pek çok anayasa çalışmasında mutâbık kalınmış birtakım unsurları da eklemişler. Hattâ birkaç tâne yasa değişikliğini de pakete eklemişler. Çünkü o anayasa değişikliğinin realize olması için, bâzı yasalarda da önemli değişiklikler yapılması gerekiyor. Dolayısıyla Pazartesi günü böyle bir ortak paket açıklayacaklar. Şimdi bu çok tartışılıyor, “Bu seçmeni ne kadar ilgilendiriyor?” deniyor; ama bu konuda bir mutâbakat çerçevesi oluşturmaları ve bunu yazılı halde ifâde ediyor olmaları önemli bir aşama. 

Ali Babacan, buna paralel olarak ikinci bir aşamanın çalışmasının yürüdüğünü anlattı. O da ortak program; yani ortak adayın ve ortak kampanyanın yürütülmesi için gerekli olan çeşitli başlıklar. 60 tâne başlık seçtiklerini, bu 60 başlıkta ortak bir program oluşturmaya çalıştıklarını ve aslında aday belirleme sürecinin de bunun tamamlanmasıyla yapılabileceğini söyledi. Çünkü çıkacak adayın kamuoyuna bu programla çıkması ve bu programı anlatmaya başlaması gerektiğini, olmayan bir programı anlatamayacağı için önce programın netleşmesi gerektiğini, bunun çalışmasının da hızlandığını söyledi. 

Buna paralel olarak, bir de 32 başlıktan oluşa bir yol haritası çalışması var. Bu da, seçimden sonraki süreci de içerebilecek biçimde, bu ara dönemde, sistem değişikliği gerçekleşene kadarki sürecin nasıl yönetileceğinin 6 parti arasındaki bir tür sözleşmesi. Aslında bu sözleşme tabiî ki kamuoyuna da îlân edilecek bir taahhüt hâlinde sunulacak. Bu, adayın da taahhüdü olacak, Altılı Masa mensuplarının, oradaki liderlerin ve partilerin de ortak taahhüdü olacak. Böyle bir çerçeve çiziyorlar.

Nereden baksak, Pazartesi günü anayasa kısmını açıklayacaklar. Sonra ortak program metni hazırlanacak, bir de yol haritası çıkacak. Yani birkaç hafta içerisinde olabilecek bir hızdan bahsetmiyoruz. Belki yılbaşına kadar sürecek bir süreçten bahsediyor. Ondan sonra aday sürecine girilecek ve eğer erken seçim gibi bir olasılık söz konusu olursa, aday belirlendikten 2-3 ay sonra da seçime gidilmesi gerekecek. Ali Babacan da Altılı Masa’nın pek çok aktörü de, bu sürenin yeterli olduğu iddiasında. Sen de biliyorsun, bizim ortak yaptığımız pek çok yayında, neredeyse bir senedir, ben geride kalan sürenin bile yetersiz olduğunu söylüyordum — ki artık bu sürenin iyice daralmış olduğunu düşünüyorum. Çünkü şöyle bir fark var: İktidârın kendini anlatmak gibi bir meselesi yok. Bugün de gördüğün gibi, Erdoğan çıkmış, “Sandıkta, ölen çocukların kanı yerde kalmayacak, şu olacak, bu olacak” dedi. Daha önce “Sisi’ye mi vereceksiniz, Binali Yıldırım’a mı vereceksiniz?” denmesi gibi, birtakım bildik, daha önce uyguladığı seçenekleri insanların önüne koyacak ve kendini anlatmakla fazla uğraşmayacak. Daha çok muhâlefetle uğraşarak bir kampanya yürütecek. 

Ama muhâlefetin, biraz önce söylediğim o hazırlığını anlatması, iknâ etmesi ve buradan da yeni bir motivasyon üretmesi gerekiyor. Bunun da sürükleyici aktörü, aday ve adayın etrafında oluşturulacak kampanyanın niteliği olacak. Henüz o aşamalarda, kabaca “Biz hazırız” cevabını pek alabildiğimizi söyleyemem. Ama buna karşılık, bir özgüven ve rahatlık olduğunu da gördüm. Yani bundan dolayı bir endîşe duymadıklarını, bunun kolayca çözüleceğini, Altılı Masa’nın bu konudaki uyumunun, bu kronolojiye uygun olarak ilerleme konusunda mutâbakatının sağlam olduğunu iddia etti. Toplantıdan kabaca yansıyan şey böyle.

Ruşen Çakır: Her şey kontrol altında yani. 

Kemal Can: Evet.

Ruşen Çakır: Eyvallah. Tabiî burada şöyle de bir şey var: Biraz önce Erdoğan’ın muhâlefet üzerinden kampanya yapacağını söyledin. Ama bir yandan da, Katar’dan, Suudi Arabistan’dan para buluyor. EYT konusuna el atıyor…

Kemal Can: Tabiî tabiî, o imkânları kullanacak. Ben “kendini anlatma derdi yok” dedim.

Ruşen Çakır: Evet, ama bir taraftan da bir şeyler yapıyor yani. Öteki tarafta çok bir şey yok. Bugün bir bankaya gittim, işim vardı. Oradaki kişi kimliğimden çıkardı kim olduğumu, bana hemen “EYT oluyor değil mi?” diye büyük bir heyecanla sordu, bekliyormuş. Belli ki onun gibi çok insan var ve seçimden önce Erdoğan bunu yapacak. Başka şeyleri de yapacak. Mesela muhâbir arkadaşımız Ufuk Çeri, deprem sonrasında, AKP’nin bakanlarıyla, üst düzey yöneticileriyle Düzce’ye âdeta çıkarma yaptığını söyledi. Düzce senin memleketin, biliyorsundur; AKP + MHP’nin oyu bayağı bir yüksek. Ama yine de her türlü şeyde kendini gösteren, göstermeye çalışan bir iktidar var. Öte yanda muhâlefetin durumu… 

Meselâ şunu merak ediyorum: 28 Şubat’ta güçlendirilmiş parlamenter sistemi açıkladıkları zaman bayağı bir heyecan ve coşku vardı, merak vardı, ilgi vardı. Şimdi meselâ aynı heyecânı yaratabilecekler mi açıkçası kuşkuluyum. Neyse, muhâlefete muhâlefet etmeyi bırakıp biraz başka işlere girelim.

Çarşamba günü Adını Koyalım’da kara harekâtı meselesini konuştuk. Erdoğan bunu sürekli vurguluyor, her an olabileceğini söylüyor, ama ortada henüz bir netlik yok. Dün Transatlantik’te Ömer de Gönül de ilginç bir şey söylediler: “Yapmasına yapar da, seçime daha yakın bir zamanda yapar”. Demin senin söylediğin gibi, “Terörün kurban ettiği çocukların hesabını sormak için sandığa gidin” diyen ve bunları ânında sandığa ve oya tahvil etmeye çalışan bir Erdoğan var. Daha önceki olaylardan da biliyoruz ki, bu tür harekâtlar seçmen eğilimlerinde bir süre etkili olabiliyor, ama sonra kanıksanıyor. Bu arada kaldı ki, sen zâten eskisi gibi olacağını düşünmediğini de söylemiştin. Yani harekâtın böyle bir sonuca yol açmayabileceğini söyledin. Ama sonuçta stratejik bir durum var ve bana sanki yapabilecekmiş gibi geliyor.

İşin bir başka ayağı, Suriye’ye yapılacak olan bir harekâtta, muhâlefet genel olarak iktidârın çizgisinde gibi duruyor, ama HDP tamâmen bunun dışında kalıyor. Geçen yayında kısmen konuştuk, HDP seçmeninin böyle bir harekâta destek veren muhâlefete bakışında da iyice bir sorgulama olabilir.

Kemal Can: Ben “aynı tür sonuç vermez” derken, yapmayacağı sonucunu çıkartmıyorum tabiî.

Ruşen Çakır: Eyvallah.

Kemal Can: Sâdece, aynı sonucu alması ya da aynı güçte etkiler yaratması zorlaşıyor. Ama bu, daha az etki için yapmaktan vazgeçmesi ya da bu enstrümanı kullanmaktan kaçınması anlamına gelmiyor. Ben, senin sorunda olduğu gibi, yani hızlı mı yapar, yoksa “Transatlantik”te yaptığınız değerlendirmedeki gibi biraz daha yavaş mı davranır meselesinin başka bir değişkene bağlı olduğunu düşünüyorum. O da, bu harekâtla ilgili, dışarıda sağlayabildiği –Amerika ve Rusya açısından söylüyorum– hareket imkânına biraz bağlı olduğunu düşünüyorum. Yani Afrin’de olduğu gibi, sonuç alıp, sanki özel, yeni bir durum yaratabildiği, bir başarı hikâyesi üretebildiği kadar ilerleyebileceği, bunu biraz hikâyeye dönüştürüp köpürtebileceği ve özellikle içeride de kullanıma açık biçimde bunu geliştirebileceği bir durumu hızla yapıp, bunun sonuçlarını devşirmeye çalışması ve senin söylediğin gibi bunun, muhâlefet üzerinde de birtakım zorlaştırıcı ya da parçalayıcı, bütünlüğü sıkıntıya sokan sonuçlar üretmesini kullanabilir. Eğer elinde böyle bir imkân varsa, bunu hızlandırabilir. Ama senin dediğin gibi, Ömer ve Gönül’ün değerlendirmesinde olduğu gibi, eğer çok da dikkate değer, hakîkaten bir hikâyeye dönüşebilir sonuç çıkmayacaksa, iş biraz göstermelik bir sınırda kalacaksa, bunu elbette yakın bir zamanda yapmayı tercih eder. O yüzden ben bu takvim meselesini içerideki denge ve “İktidar hangisini yapar?” açısından değil, iktidârın bu yapacağı hamle için yaptığı pazarlıklarda bugün hangi noktada olduğunu kestirmeye bağlı olduğunu düşünüyorum. Biraz oradan okumanın daha anlamlı olduğunu ve vereceği karârın da onunla ilgili olduğunu düşünüyorum.

Bugün HDP de kapatma dâvâsındaki ek süreyi kullanıp savunmasını verdi. Şimdi bu operasyon işinin bugünkü açıklaması, Erdoğan’ın sandıkta kime cevap verileceği meselesini de kullanma biçiminden, işin biraz pakete doğru dönmeye başladığını; yani operasyon bir ayağa, güvenlik politikaları bir ayağa, iç siyâsî dengelerdeki gerilimler diğer ayağa gibi, daha geniş bir paketin hazırlanmakta olduğunu, aynı sonucu vermeyecek olsa bile zâten bildiğimiz biçimde açılacağını düşünüyorum. 

Ruşen Çakır: HDP kapatma dâvâsından bahsettin, biraz ondan konuşalım. Bugün ek savunmalarını verdiler, nasıl bir savunma yaptıklarını açıklamadılar, metnini paylaşmadılar; ama önümüzdeki günlerde bu konuyu bayağı konuşacağa benziyoruz. İlginç şeyler yaşandı, yaşanıyor. Meselâ, anayasa değişikliği için HDP’ye gidilmesi olayının yarattığı tartışma daha tâzeyken, Hulusi Akar Meclis’te HDP’lilerle el sıkıştı biliyorsun. Kendini solda gören birileri de paylaşmış, o da çok ilginçti. Hulusi Akar’a bir şey değil de, HDP’yi köşeye sıkıştırmak istercesine… Bu aslında ilginç bir olay. Yıllar önce Bahçeli de HDP milletvekilleriyle el sıkışmıştı. İnsanlar böyle, “Ya ne oluyoruz?” diye şaşırıyor. Halbuki Meclis çatısı altında birtakım temaslar pekâlâ olabiliyor. Ama kamuoyuna yansıyan şeyler genellikle çatışma pozisyonu oluyor.

Çok kişi, değişik zamanlarda, “Sence HDP kapatılır mı?” diye soruyor. Açıkçası, bu konuda çok net bir cevap veremiyorum. Şimdi olay hukukî bir veçhede yürüyecek olsa, “Kesinlikle kapatılmaz” diyeceğim. Anayasa Mahkemesi bu konuda nispeten biraz daha farklı davranabiliyor, ama orada da oy dengeleri iyice değişti diye biliyorum. Erdoğan seçimlere kapatılmış bir HDP ile mi girmek ister? Bu konudan çok emin değilim. 

Bir diğer husus da çok ilginç. Hanefi Avcı ile yaptığım yayını izledin mi bilmiyorum. Kendisine, “Öcalan devreye sokulur mu?” diye sordum. Çok ilginç bir şey söyledi: “Öcalan zamânında birtakım metinler paylaşıyor, mektuplar yazıyordu. Şimdi bir süredir yapmıyor. Ama onları devlet başka okur, örgüt başka okur” dedi. Yani orada kendisiyle örgüt arasında bir tür şifreli bir dil vardır. Öcalan’ın seçim öncesi çıkıp herhangi bir konuda bir şey demesinin, otomatik olarak devletin beklediği gibi bir yankısı, cevâbı olmayabilir. Bunu bir parantez içerisinde söyledim. Ama her halükârda şurası gerçek ki, özellikle cumhurbaşkanlığı seçiminde, ama daha sonra şekillenecek olan parlamentodaki sandalye dengelerinde de, HDP veya HDP kapatılırsa yerine girecek parti –ya da belki bağımsız girecekler bilemiyorum– bayağı bir kritik bir rol oynayacak. Dolayısıyla Anayasa Mahkemesi’ndeki dâvâ çok önemli bir yerde duruyor, öyle değil mi? O dâvânın sonucu, doğrudan seçimin kaderinde çok etkili olacak. 

Mesela Hazine yardımı da yapabilirler. AKP’ye yapmışlardı, biliyorsun. Kapatmayıp, Hazine yardımına el koymak gibi bir şeyler olabilir — ki HDP’nin seçim için hak ettiği Hazine yardımına bayağı ihtiyâcı da olacak. Belirsiz değil mi? Sen ne düşünüyorsun? Seçime HDP’li mi gireceğiz HDP’siz mi? Açıkçası ben hiçbir şey söyleyemiyorum.

Kemal Can: Demin harekât meselesinde konuştuğumuz gibi, bu iş, başından îtibâren siyâsî mesele olduğu ve seçim sonucunu doğrudan etkileyecek çok önemli bir mesele olduğu için, bence onunla ilgili verilecek karar, tam da senin sorduğun soruda olduğu gibi, “Seçime HDP ile mi girilecek, HDP’siz mi girilecek? Hangisi hangi faydayı sağlayacak ve hangi zamanda yapılırsa hangi sonuç doğrulabilir ve o sonuçtan en yüksek fayda hangi biçimde sağlanabilir?” hesaplarına bağlı olarak gerçekleşecek, bunu biliyoruz. Buna ilişkin bir şeyler daha söyleyeceğim; ama unutmadan Hanefi Avcı’nın söylediği Öcalan meselesine değineyim: O tür mektuplar gibi müdâhaleler ya da böyle temaslar, heyetler, şunlar bunlar ya da ortalığa salınan kulis haberleri, aslında sadece doğrudan muhâtap alınan çevrelerin bundan nasıl etkileneceklerine bağlı olarak yapılmıyor. Meselâ Öcalan mektubu, bu mektubu alan örgütün nasıl davranacağı, bu mektubu duyan HDP seçmeninin nasıl davranacağından çok, diğer aktörlerin bu değişken üzerinden nasıl etkileneceğini de hesap ederek yapılıyor. Çoğunlukla da, Hanefi Avcı’nın söylediği gibi, “Herkes başka türlü okuyor” meselesini, meselâ anayasa değişikliği için HDP ile görüşme hâdisesinde bile gördük. HDP seçmenini bu konuda etkilemek ya da Demirtaş’ı uçakla bilmem nereye götürdüğünde Demirtaş’ın verdiği cevapta gördüğümüz gibi, “Beni mekikle Mars’a da götürseler, çok değişmez” lâfından anladığımız gibi, onun düşüncesini ya da onu destekleyenlerin tavrını etkilemekten çok, böyle gelişmelerin üçüncü kişilerin pozisyonlarını daha kolay etkileyebildiğini görüyoruz. O yüzden HDP dâvâsının bütünü de, aslında HDP’nin bundan nasıl etkileneceği kadar, diğer aktörlerin de bundan nasıl etkileneceğiyle doğrudan bağlantılı. Hatta Altılı Masa içerisindeki bâzı aktörlerin, HDP’nin kapatılması fikrine iktidardan daha hevesli, daha yakın durduklarını biliyoruz.

Bütün bunları berâber düşündüğümüzde, elbette bunu iktidar da biliyor ve bu konudaki karârını bu değişkenlere göre verecek. Ama genel olarak şunu söyleyebiliyoruz: Tüm baskılara rağmen HDP seçmeninin gösterdiği dirençten öğrendik ki, politik bilinci oldukça yüksek bir seçmenden bahsediyoruz. Bunu daha önceki seçimlerde de, son yerel seçimde de gördük. Dolayısıyla burada yapılan hamlelerin çok büyük bölümü, bu seçmeni etkilemeye dönük değil. Bu seçmeni, dolaylı olarak, yani başka aktörlerin bu konularda aldığı tavırlar yüzünden kızgınlığa ya da küskünlüğe itebilecek gelişmeler. Meselâ bu son görüşme meselesinin sonrasında yaşanan polemiklerde olduğu gibi, bu harekât veya onun çevresinde yaratılabilecek birtakım tartışmalarda olduğu gibi, muhtemelen kapatma dâvâsıyla ilgili her türlü gelişmede çıkabilecek tartışmalarla ilgili, HDP seçmeninin muhâlefet blokuyla birlikte davranmak hevesini kırabilecek birtakım gelişmeler yaşanabilir. Çünkü senin söylediğin gibi, HDP seçmeni, muhâlefetin yani Altılı Masa’nın içerisinde yer almadan ve herhangi bir iktidârın ya da muhâlefet ittifâkının parçası olmadan bile, çok önemli bir anahtar rol edinmiş durumda. Üstelik bu anahtar rol sâdece seçim sonuçlarını değil, seçimden sonrasını da belirleyecek bir rol. 

Bu yüzden, bu seçmenle ve bu seçmeni temsil eden siyâsî partiyle ilişki meselesinin çok önemli olduğunu söyleyebilirim. Dün Ali Babacan’a çokça sorulan sorulardan biriydi bu ve kendileri açısından ellerinin rahat olduğunu söyledi. Ama Altılı Masa açısından sorunları da önemli ölçüde kabul etti aslında. “Bunları seçimden sonra daha kolay halledeceğiz” gibi bir yaklaşımı var Babacan’ın. Ama seçmenin, seçimden sonra olabilecek iyimserliklere değil, seçimden önce açıkça ortaya konulan tavırlara göre karârını vereceğini biliyoruz. Dolayısıyla bu kritik noktada, bu değişkenlerin hepsinde, muhâlefet aktörlerinin nasıl pozisyon alacağı, iktidârın hamleleri kadar önemli bence.

Ruşen Çakır: Evet Kemal, burada noktayı koyalım. “Haftaya Bakış”ı sonlandıralım. 

Kemal Can: Tamam, noktayı koyarken iki şeyi de hatırlatalım: Bugün 25 Kasım Kadına Şiddetle Mücâdele Günü. Bu anlamda kadın mücâdelesine bir selâm verelim. Bir de yine son dakika haberi var: Şebnem Korur Fincancı ile ilgili 7,5 yıl hapis istenmiş. Bir yandan da “Neler olur, neler biter?” kısmında nasıl ilerlendiğine ilişkin bir fikir verebilir bu. Çok hızlı biçimde ilerletilen bir siyâsî dâvâyla daha karşı karşıyayız, bunu da not olarak koyalım. 

Ruşen Çakır: Evet. Bugün yine 25 Kasım’la ilgili Taksim’de yapılmak istenen gösteriye izin verilmedi. Metrolar yasaklandı. Taksim-Şişhane metro durakları kapatıldı. Hiç şaşırtmayan bir şekilde, “Devlet yine devletliğini yapıyor” diyelim. Yasaklama gerekçesi de, başkalarının hak ve hürriyetlerine engel olabileceği için… Kimse o başkaları? Kadına şiddeti protesto edenler kimin hürriyetini nasıl tehdit ediyor?

Kemal Can: Bir tek,kadınlara şiddet uygulayanların özgürlüğünü engelliyor olabilirler. 

Ruşen Çakır: Evet. “Haftaya Bakış”ı burada noktalıyoruz. Haftaya tekrar görüşmek üzere, iyi günler.

Kemal Can: İyi günler.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.