Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Aydın Selcen yazdı: Madem ulusal güvenlik devleti…

Bizimkinin özgün tasarımında var, öyle anlatılıyor. Yedi düvele karşı verilen kurtuluş savaşının ardından gelmiş kopuş ve kuruluş. Sonrası o günden bu günlere devam edegelen varkalma savaşımı, işte nasıl diyor siz “beka mücadelesi.” Dört yanımız düşmanla çevrili. Tüm dünyanın gözü üzerimizde. Ne zaman marşa bassak, tekerimize çomak sokuluyor.

Başta ABD, Batı’nın emperyalizmi bir yandan, komünizm kisvesi altında Moskuf tehdidi öte yandan. Ancak kendi kendine yeten, dış politika ve milli savunmada tümüyle özerk, belki fakir ama gururlu bir Türkiye’nin ayakta kalabileceği bir ortam bu. Üstelik öyle ya “burası Norveç değil!”. Bu, “sende dert bir tane, bende bin tane şekerim” demenin de Türkçesi.

Bakmış ki düşmanlar Baba Türk’ü dışarıdan, işgalle, savaşla yıkmanın olanağı yok, içeriden nifak sokmuşlar. Başlamış Kürt isyanları. İsyanlar bastırmakla bitecek gibi de değil, olmuş adı terörle mücadele. Anlatıya göre önce İngiliz örüyor bu çorabı başımıza, yoksa etle tırnak, kardeşlik vs. şu şafilik de olmasa.

Sonra komşumuzdaki birbirlerine düşman çifte Baas diktatörleri Hafız Esat ile Saddam Hüseyin kaygı kaynağı oluyor. Bunlar da kurcalıyor Kürt sorununu, teröre destek veriyorlar, yardım ve yataklık ediyorlar. Sorunca, uyarınca işi pişkinliğe vuruyorlar. Horozlanmaya kalkıyorlar yeri gelince, “su” diye ağlaşıyorlar kimi zaman.  

Bir ara laiklik de tehlikeye giriyor. İran İslâm Cumhuriyeti kurulunca. Hamdolsun artık ılımlısı, güleryüzlüsü, ABD tarzı sekülerliği derken laikliği dert edinen kalmadı da o tehlike kendiliğinden bertaraf oldu. Böyle sözünü kimsenin pek umursamadığı ama hep başköşeye buyur edilen ailenin yaşlı amcası gibi bir şeye dönüştü. 

Her neyse hızlıca ileri saralım kahvehane tarihçemizi. Cehennem denen illetin, ta göğsünü delip geçiyoruz nihayetinde. Rabbim verdikçe veriyor: 1991 çöker SSCB, 2003 yıkılır Bağdat, 2011 sarsılır Şam, 2022 ayaklanır Tahran. Daha iyisi istesek olmaz. Sanki görünmez bir el Türk’ün önünü açıyor, mıntıka temizliği yapıyor.

Artık ne Gladio, ne Seferberlik Tetkik Kurulu. Ne askeri vesayet. Ne tereyağı mı, silâh mı ikilemi. Kim tutardı Türkiye’mizi. Kalkınmasıyla, demokrasisiyle kanatlanıp uçacaktık birlikte. Oldu mu? Olmadı. Neden? Bırakmadılar ki azizim.

Bu defa Kandil’e girilmeli, bayrak dikilmeliydi. Sınırlarımız boyunca Zagros’tan Toros’a terör koridoruna izin verilemezdi. Aksine bunun yerine Irak ve Suriye’de bitişik bütünleşik bir tampon bölge tesis edilmeliydi. Hele binlerce kilometre öteden gelip buralara yerleşme cüreti gösteren ABD’ye de bölgenin gerçek efendisinin kim olduğu gösterilmeliydi.

Daha bunun Kıbrıs’ı ve Yunanistan’ı da vardı. Mavi Vatan ilan ettik. Kıbrıs’ta BM parametrelerini yırttık attık, iki devletli çözümü savunmaya geçtik. Avrupa’nın şımarık çocuğu Yunan’a da rahat durmasını tembihledik. Durmaz kerata ama büyüklük bizde kalsın işte, NATO filan var arada.

Biz orada durduk mu? Durmadık. Gittik Rusya’dan S-400 aldık. Bakınız bunlar milli meselelerdir, herkesin yarım aklı öyle kolay kolay ermez. Attırdık kendimizi F-35 programından. Bir daha ayağımıza gelmeyecek fırsatı teptik. Deniz, hava, kara kuvvetleri alayını da karman çorman ettik. Ama yerli ve milli üretim Bayraktar şirketinin SİHA’ları bize yeterdi.

Ne yapmak, nereye varmak istemek? Bu soruları kendimiz sorar, kendi pasımıza yine kendimiz koşarız. Hangi çılgın bize zincir vuracakmış şaşarız. Soran olursa o hadsize ABD’nin, AB’nin affedersiniz “köpeği” mi olmak istediği yanıtını verir, aklını alırız. Türkiye Yüzyılı’nın evelallah tanyerindeyiz. “Ne içindeyiz zamanın, ne büsbütün dışında” demiş büyük şair.

Her masadayız, her çatışmanın ortasındayız, her durumdan vazife çıkarıyoruz. Liyakatın kâbesi hariciye her konuda her Allah’ın günü açıklama yayımlamaktan, yargı dağıtmaktan bitap düştü. Zira o eski boynubükük Türkiye yok artık. Korkularından olsa gerek ne Almanya da istiyor resmi bir Erdoğan ziyareti, ne Esat kabul ediyor elele tutuşmayı. Kuduruyorlar! 

Diplomatik açıdan kendi kendimizi bir köşeye boyadık. Tüm dünyayı kendimizden bıktırdık, yedi düvele kök söktürdük, illallah ettirdik. Müttefiklerimizin parçabaşı, perakende (o da zoraki veya kerhen) işbirliği yaptığı bir devlete dönüştük. Yüzü Batı’ya dönük tarihsel ve organik kimliğimizi değil muhataplara anımsatmak, kendimiz bile unuttuk.

Güftesi Sayın Necdet Atılgan’a ait artık herhalde klasik sayılacak şarkıda ölümsüz Zeki Müren’in dediği üzere:  “Bende hicran yarasından da derin bir yara var / Ona biçare gönül boş yere bir çare arar.” Acaba mümtaz Altılı Masa dış politikada Almanya’da otoyola kendi ters girip sonra “bunların hepsi ters geliyor birader” diye öfkelenen Laz fıkrasında anlatılana benzer bu duruma bir çare arar mı?

Çare aramak deyince de tasavvuru “dön baba dönelim, hacılara gidelim” yollu bilmemkaç tur istikşafi görüşme yahut Ortadoğu’da işbirliği arayışlı beyhude çok taraflı toplantılar düzenlemenin ötesine geçer mi? Örnekse Terörle Mücadele Kanunu AB ile uyumlu hale getirilir mi? Mesela AK Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı çekincesiz, şerhsiz kabul edilir mi? S-400’den kurtulunur mu?

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.